Savaşın ve Barışın Şehri Berlin

Bazı şehirler vardır; dünyadaki herkesin yakından tanıdığı, gidip göremese de bildiği, tarihini araştırdığı, fethedildiğinde tüm dünyanın kaderinin değiştiği, sadece bir ırka değil tüm dünyaya mal olmuş şehirler. Bu şehirlerin en önemlilerinden birisi Berlin. Hitler, 2. Dünya Savaşı, Soğuk Savaş, Duvar derken bitip yok olan ama kendi potansiyelini asla kaybetmeyen Berlin. Soğuk Savaş’ın bitmesi, Duvar’ın yıkılışı ile küllerinden tekrar doğan şehir Berlin... 

Küllerinden doğmak deyimi burada mecazi anlamda kullanılmıyor, tam anlamıyla yıkılan bir şehirden bahsediyorum. 1300’lü yıllardan beri, bölgeye hakim olan Cermenlerin kurdukları her ülkenin başkentliğini yapmış, Nazi Almanya'sı döneminde Avrupa’nın en güçlü şehri olmuş. Bir tarafta İngiliz, Fransız, Amerikan güçlerinin oluşturduğu koalisyon, diğer tarafta ise eski müttefiki Sovyetler Birliği’nden oluşan düşmanların adeta birbirleriyle yarışarak teslim aldığı ve konuşlandığı bir şehir Berlin. Savaşta yıkılan, yanan tüm tarihiyle ve Sovyetlerin yaptığı duvar ile bir hayalet şehre dönen Berlin, duvarın yıkılması ve Almanya’nın birleşmesi ile tekrar eski günlerine geri döndü. Siyasi açıdan yine Avrupa’nın en güçlü şehri. Sanat, spor, sosyallik, tarih, kültür bakımından dünyanın en önemli şehirlerinden biri.

Berlin'in popüler tarihi 2. Dünya Savaşı'nda Almanya’nın yenilmesiyle başlıyor. Hitler’in intiharından birkaç saat sonra koalisyon güçleri ve Sovyetler adeta birbirleriyle yarış halinde, kapanın elinde kalır mantığıyla bu önemli şehri ele geçirmeye başladılar. Savaş sonunda Almanya 2’ye ayrılmış: Batıda koalisyon güçlerinin denetiminde bir Almanya Federal Cumhuriyeti, doğuda Sovyetlerin kontrolü altında bir Demokratik Almanya Cumhuriyeti kurulmuş.

Genel kanı bu iki ülkenin Berlin’den itibaren sınır komşusu olduğu yönünde ama olay biraz daha özel. Aslında Berlin şehri Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin sınırları dahilinde ama özel bir bölge olduğu için batı yakasının kontrolü koalisyon güçlerinde; doğu yakasının kontrolü ise Sovyetlerin elindeydi. Kapitalizm ve Komünizm, ateşle barut misali yan yana olamazdı ve 1961 yılında Sovyetler tarafından Berlin’e en büyük darbe indirildi. Berlin Duvarı tam 28 yıl boyunca utanç duvarı olarak dimdik durdu.

Küllerinden Yeniden Doğan Şehir

Duvar yıkıldıktan ve Almanya birleştikten sonra Berlin, yine o eski günlerine geri döndü. Bugün ise bu utanç duvarı, bir turizm merkezine dönüşmüş durumda. Duvarın blokları meydanda, parkta, AVM önünde, şehrin her yerinde sergileniyor. Hatta hediyelik eşya satan dükkanlarda, duvarın parçalarını da satın almak mümkün. Bu utanç duvarın ayakta kalmış 1.3 km’lik bir bölümü ise dünyaca ünlü graffiti sanatçılarının eserleriyle uluslararası bir özgürlük anıtına, bir cümbüş alanına, East Side Gallery’ye dönüştürülmüş. Buradaki eserlerin büyük bir çoğunluğu zarar görmüş ve birkaç defa onarıma uğramış. Bazı resimlerin üzerinde yazılar görebiliyorsunuz ama Türkiye’de örneklerine sıkça rastladığımız gri boya ile kapatma hadiselerini hatırlayınca, bu yazılar canınızı sıkmıyor.

Duvar turizminin en önemli noktalarından birisi de Checkpoint Charlie. Burası şehrin en önemli gümrük kapısı. Sovyet ve koalisyon güçlerinin karşılıklı nöbet tuttuğu ve birçok kez savaşın eşiğine geldikleri nokta, şimdilerde eşsiz bir turizm noktası haline gelmiş. Burada koalisyon güçlerinin ve Sovyetlerin devasa bayraklarına rastlayabilir, Amerikan askerleriyle fotoğraf çektirebilir, tezgahlardan Sovyet şapkaları, gaz maskeleri, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin bayrak ve pasaportunu edinebilirsiniz.

Tüm Berlin’i saran duvarın çok küçük bir parçası ayakta ve East Side Gallery adıyla bir özgürlük anıtına dönüştüğünü, bazı bölümlerinin ise şehrin her yerinde sergilendiğini söylemiştim. Potzdamer Platz da bunlardan biri. Başta Sony Center olmak üzere bir çok modern binaya ev sahipliği yapan bu meydanda, Berlin’in ilk trafik ışığını da görebilirsiniz. Şehirde artık duvar yok ama duvarın izini asla silmek istemeyen Almanlar, duvarın geçtiği hattı işaretlemişler. Yürüdüğünüz her yerde duvarın izine rastlayabilirsiniz. Potzdamer Platz da duvarın geçiş güzergahında.

Bizim İçin Çok Tanıdık Bir İsim: Pergamon Müzesi

Berlin aynı zamanda tam anlamıyla bir müzeler şehri. Yaklaşık 170 müzenin en önemlileri Müzeler Adası diye bilinen, Sepree Nehri'nin üzerinde bulunan küçük bir adacığa inşa edilmiş müzeler kompleksinde yer alıyor. Altes, Neues, Alte National, Bode ve Pergamon olmak üzere 5 büyük müzeden ilgimizi tabi ki Pergamon Museum çekiyor. Yaklaşık bir saatlik bir sıranın ardından içeriye girebiliyoruz. Tek müzeye gireceğimiz için 5’li müze kartlarından almadık ama hepsini gezme fırsatınız olacaksa bu kartları tavsiye ediyorum. Fiyatı 25 Euro. Öte yandan Pergamon Museum giriş ücreti tam 12, öğrenci 6 Euro. Kocaeli Üniversitesi öğrenci kartımı gösterdim bir umut ve evet öğrenci biletimi kaptım, aklınızda olsun. Ayrıca ücretsiz olarak edineceğiniz rehberlerde Türkçe seçeneğiyle kendinizi Türkiye’deki bir müzede gibi hissedeceksiniz.

 

Adını Bergama Büyük Altarı’ndan alan müze, bunun haricinde Milet ve İştar kapılarıyla da kendinden söz ettiriyor. Biz gittiğimiz dönemde Bergama Büyük Altarı kapalı olduğun için görme imkânımız olamadı. Özellikle Osmanlı’nın son döneminde, dünyanın en iyi arkeologları Anadolu topraklarına gelerek yüzyıllardan beri atıl durumdaki kültürel mirasları kazmış, incelemiş ve en değerlilerini alıp ülkelerine kaçırmışlar. Pergamon Museum’da Anadolu ve Mezapotamya topraklarından getirilen binlerce eseri görebilirsiniz. Ayrıca müzenin bünyesinde Türk eserlerini de görebileceğiniz bir İslam eserleri müzesi de mevcut.  Bu eserleri gördükçe hırsız Almanlar diye hayıflanıyorsunuz ama sonra "ya bizde olsalardı halleri nice olurdu" diye kendinize soruyorsunuz. 

Berliner Dom

Pergamon Museum’dan çıktığımızda tam karşımızda Berliner Dom’un kubbesini görüyorsunuz. Yaklaşık 300 yıllık bir Protestan kilisesi olan Berlin Katedrali, tarihi boyunca bir çok kez yıkılıp tekrar yapılmış. Son olarak savaşta büyük hasar gören yapı, 1975- 1981 yıllarında yeniden yapılmış ve bugünkü görünümüne kavuşmuş.

Komünizm Etkilerinin Hissedildiği Yapılar

Müzeler Adası ve Berliner Dom’un etrafından dolanan Sepree Nehri’nin kenarından ilerleyerek Berlin’in başka bir simgesi olan televizyon kulesine ve Alexanderplatz’a doğru ilerliyoruz.  Berlin’de birçok yerde Rusların hatıralarına rastlamak mümkün. Doğu Berlin topraklarında kalan bu meydanın ismi de Rus Çarı 1. Alexander’dan geliyor. Dünyadaki komünist rejimlere baktığınızda binaları, meydanları bol grili, insanı tedirgin edecek kadar soğuk olduğunu görebiliyorsunuz. Bana kalırsa Alexanderplatz, Berlin’deki en büyük komünist eser. Meydandaki televizyon kulesi de bunun en güzel örneği.

Almanya’nın bütün büyük şehirlerinde televizyon kulelerine, yani Fernsehtrum’lara rastlamak mümkün. Berliner Fernsehtrum ise 368 metre uzunluğu ile Almanya’nın en yüksek televizyon kulesi. Doğu Almanya hükümeti tarafından yaptırılan kule, Batı Almanya topraklarındaki Reichtag’dan rahatlıkla görülebilsin diye bu bölgeye yapılmış. Yukarıdaki 30 dakikada tam tur atan restoranı, bize Ankara’daki Ata Kule’nin nereden esinlenerek yapıldığını söylüyor gibi.

Alışverişin Kalbinin Attığı Ku'damm Caddesi

Şehrin batı kısmında yer alan Kurfürstendamm ya da bilinen kısa adıyla Ku’damm Caddesi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra eğlence ve alışverişin yeni adresi olarak gösteriliyordu. Duvar yıkıldıktan sonra önemini kaybetse de hala Berlin’in en önemli alışveriş caddesidir. En pahalı markaları bünyesinden barındıran KaDeWe alışveriş merkezi, bunlardan en bilinenidir. Ayrıca Berlin Hayvanat Bahçesi ve Gedachtniskirche, yani Yıkık Kilise olarak bilinen Kaiser Wilhelm Kilisesi de bu cadde üzerinde yer alıyor.

Batı Berlin'in Simgelerinden 1. Wilhelm Kilisesi

1. Wilhelm adına bir anıt olarak yapılan kilise, 1943 yılında yapılan bir bombardıman ile büyük hasar gördü. Bu haliyle duran kilise Batı Berlin’in simgelerinden birisi. 5 kubbeli olan bu Protestan kilisesinin yıkılıp yeniden yapılması planlanmış ama savaşın simgesi olmasından dolayı ağır hasarlı bölümleri yıkılarak sadece hasarlı ana kubbesi günümüze ulaşabilmiş. Hemen yanına ise 20 bin küçük camdan oluşan modern yapıda bir kilise daha inşa edilmiş. 

Bir Labirentin İçinde Gibi: Holokost Anıtı

Berlin’i gezerken, şehri birkaç bölgeye bölebilirsiniz. Mesela şehrin bu bölgesinde Brandenburg Kapısı, Holokost Anıtı, Reichtag, Tiergarten ve Siegessaule birbirlerine çok yakın ve rahatlıkla gezilebilirsiniz. Holokost Anıtı, Avrupa’da katledilen Yahudiler anısına 19 bin metrekarelik bir alana, 2711 beton bloktan oluşan bir anıt mezar olarak yapılmış. Anıtın tasarımının bu denli kafa karıştırıcı olmasının nedeni, insana yalnızlık ve düzensizlik hissini vermek. Bir labirentin içindeymiş gibi yalnızlık hissi veren bu anıt, birkaç kişi olunca sanki oyun parkına dönüşüyor. Anıtla ilgili enteresan bir not vereyim: Blokların kaplamasını yapan firma, Yahudileri öldüren gazı yapan firma olduğu ortaya çıkınca tazminatla cezalandırılmış.

Nazi Döneminin Sembollerinden: Brandenburg Kapısı

Anıtın hemen yanında yer alan Brandenburg Kapısı, kuşkusuz şehrin en eski yapılarından birisidir. Kentin her dönem en önemli sembolü olan Brandenburg Kapısı'nın üstünde Quadriga denen, atlı araba heykeli bulunuyor. Napolyon Prusya’yı yenip Berlin’e girdiğinde bu heykeli alıp Paris’e götürmüş. Daha sonra Prusyalılar Fransa’yı yendiklerinde heykeli geri getirmişler. Fakat bu sefer heykelde yer alan zeytin dalını, demir haç ile değiştirmişler. Nazi döneminde de sembol görevi gören kapı, savaş sırasında çok büyük hasar gördü fakat yıkılmadı. Kennedy’nin de ziyaret ettiği kapı, Doğu ve Batı Alman hükümetleri tarafından onarıldı ve Duvar’ın yıkılmasıyla beraber tekrar ziyarete açıldı.

Bu bölge geçmişin merkezi olduğu gibi siyasetin de merkezi. Ülkelerin konsolosluk binaları ve eyaletlerin temsil binaları bu bölgede olduğu gibi, Almanya Meclis’i Reichtag da bu bölgede bulunuyor. 1800’lü yılların ikinci yarısından Nazi Almanyası’na kadar meclis binası olarak görev yapan bu yapı, Naziler döneminde hiç kullanılmadı. Kundaklama sonucu ağır hasar gören bina, çok uzun süre kubbesiz ve harap bir şekilde kalmış. Almanya’nın birleşmesi ile Berlin’in tekrar başkent olmasından sonra, Reichtag da eski işlevine geri dönmüş ve meclis binası olarak kullanılmaya başlanmış. Son yapılan restorasyon sırasında, meşhur cam kubbesi eklenmiş. Ziyarete açık olan kubbe, gün ışığını doğrudan parlamento salonuna yansıtır. Bizim şanssızlığımız ise, ziyaret ettiğimiz dönemde çalışma olmasıydı. Dolayısıyla kubbenin içine giremedik. Bu arada binaya girişler ücretsiz fakat daha önceden kayıt yaptırmanız gerekiyor. Çalışanların serinkanlılığını da hesap ettiğinizde yaklaşık bir saatlik bir bekleme sonunda 3-4 saat sonrası için randevu alabiliyorsunuz. Tavsiyem önce randevunuzu alıp ardından bölgedeki diğer durakları gezmeniz.

Merkezde Keşfedilebilecek Sayfiye Alanları

Almanya ülke olarak yemyeşil. Şehirlerde mutlaka sayfiye alanları, yeşil alanlar belirlenmiş ve halk için tahsis edilmiş. Berlin’in yüzde 30’u yeşil alan olarak planlanmış ve bunların en büyüğü Tiergarten tam olarak şehrin merkezinde bir orman olarak kalmayı başarmış. Aslında Berlin’de, burası şehir merkezi diyebileceğiniz bir çok yer var ama belirttiğim özellikleriyle bu bölgeye şehrin en merkezi noktası diyebiliriz. Almanya tarihindeki bunca imparator ve diktatör, şehrin tam ortasında yer alan bu ormana saray kurmayı düşünmemiş bile. Tiergarten’ın içine girdiğinizde şehirden çok uzaklaşmışısınız hissini yaşayacaksınız. Sık ağaçlardan oluşan bu ormanlık alanda bisiklet süren, güneşlenen, piknik yapan bir çok kişi görebilirsiniz. Ama ne bir mangal dumanı ne de bir çöp görebilirsiniz. Gezi Parkı sırasında Kadir Topbaş’ın, “Dünyadaki büyük şehirlerde, şehir merkezinde park yok” dediğini hatırlıyorum da, büyük şehir derken hangi şehirlerden bahsettiğini anlamaya çalışıyorum.

Zafer Sütunu: Siegessaule

Tiergarten’ın tam ortasında, tüm yolların kesiştiği yerde Siegessaule, yani Zafer Sütunu tüm heybetiyle sizi karşılıyor. Anıt birkaç kez yer değiştirmiş ve şu anki yerine Nazi döneminde getirilmiş. Anıt, Prusya döneminde kazanılan 3 büyük savaşa atfedilmiş olsa da Hitler tarafından Fransa Muharebesi zaferi anısına 4. halkası ilave edilerek 7,5 metre daha yükselmiş ve yaklaşık 67 metreye ulaşmıştır. Fransızları her daim sinir etmeyi başaran bu anıt, Fransızlar tarafından yıkılmak istenmiş fakat diğer koalisyon güçleri tarafından engellenmiş. Kazandıkları savaşlardaki düşman toplarıyla dekore edilen anıtın tepesinde 8 metrelik ve 35 ton ağırlığında zafer tanrıçası Victoria heykeli bulunuyor. 3 Euro’luk bir ücretle girebileceğiniz anıta, 291 basamakla en tepesine ulaşabiliyorsunuz. Çok yorucu bir tırmanma olsa da göreceğiniz muhteşem manzara buna değecek.

Bonus olarak, Siegessaule-Reichtag arasında Sovyet askerleri için yapılan anıtı görebilirsiniz.

Benim gibi ilk defa Berlin’e gitmenize rağmen, yabancılık çekmiyorsanız şaşırmayın. Çünkü Berlin’de şeytan tüyü var ve ilk defasında kendisini sevdirmeyi çok iyi biliyor. Eğer yabancılık çekerseniz, sorunu kendinizde aramalısınız.

Dipnot: Kreuzberg'i bilerek yazmadım. Çünkü apayrı bir konu başlığı :)