Katmandu’dan 12-15 km uzaklıktaki Bhaktapur’a doğru yol alıyoruz. Söylenene göre kolaylıkla ilerliyoruz. Çünkü bugün genel grev varmış. Bu trafik yok manasına geliyor. Yollarda eli sopalı gençler var. Araçların önünü kesip geçmesine izin vermiyorlar. Ama bizim aracımızın önünde “tourist only” yazıyor ve biz kolaylıkla geçiyoruz. Madem “sadece turistiz” ben de yalnızca turistik Bhaktapur ve Patan şehirlerini daha doğrusu 2011 yılında yaptığım gezide edindiğim izlenimleri anlatmaya çalışayım istedim.
-Haydi bir öğlen vakti gidelim Bhaktapur’a.
Daha girişte güzel bir şehir olduğu belli. Solda bir turizm danışma bürosu var. Ama işe yarar bir şey yapıyormuş gibi görünmüyor.
Şehrin meydanı kocaman. Etrafındaki ince ince işlenmiş tapınaklar ve renkli kıyafetler giymiş kadınlarıyla çok masalsı bir havası var. Belki de turizm danışma o yüzden silik ve işe yaramaz. Görünen köy kılavuz ister mi? Meydana girer girmez seyre dalıyoruz. Tabii bu arada midemiz de ziller çalmakta.
İşte bu yüzden tam meydana bakan restorandan başlıyoruz. Nepal inanışına göre kutsal bir şehirde de olsak öncelikli ihtiyaç yemek ve gittiğimiz restaurant öyle sıradan bir restaurant değil. Burası Tarihi Palace(Saray) Restaurant. Kendimize üst katta köşe bir nokta seçiyoruz. Bhaktapur Durbar yani Saray Meydanını oturduğunuz yerden inceleme imkanı buluyoruz. Ancak etrafı seyre dalmadan önce siparişleri vermemiz gerekir.
Yemek siparişlerini verirken önce biraz zorlanıyoruz. Yeni bir kültür yeni yemekler… Seçmek hiç de kolay değil. Ama daha sonra bir de uluslararası menü geliyor ve işimiz kolaylaşıyor. Eğer Nepal mutfağından yemek istemezseniz dünya mutfağından bildiğiniz bir şeyler seçebiliyorsunuz. İtalyan spagettisinden Çin noodle’ına Hint mutfağından Meksika mutfağına kadar neler yok ki menüde…
Yemekten sonra korunmuş kutsal şehri saray meydanından gezmeye başlıyoruz. Buraya gelmeden önce Bhaktapur’un “dindarların şehri” diye anıldığını ve yerel halk arasında ‘Khwopa ve Bhadgaon’ olarak bilindiğini öğrenmiştim. Ayrıca “fil sanatı, mükemmel kültürü, rengârenk festivalleri, yerel dansları ve sıra dışı yaşam tarzı nedeniyle fethedilmeye değer bir şehir olarak görülür. Büyüleyici yapıtları, tapınakları ve yerel Newar insanlarının yaşam tarzıyla ünlenen şehir aynı zamanda ‘ kültür şehri’, ‘yaşayan kültür mirası’, ‘açık hava müzesi” olarak da bilinir” deniyordu. Ben de gördüklerimden şaşkınım gerçekten. Nereye bakacağımı, nasıl fotoğraflayacağımı şaşırdım. Her yer o kadar ilginç ayrıntılarla doluydu ki! Gerçeküstüydü. Kat kat pagodalar, tapınaklar, çanlar, çok kollu tanrı heykelleri ve bunlara tapan, alınlarına renkli boyalar sürmüş insanlar, renk renk sarilere bürünmüş kadınlar, tuhaf korkutucu masklar, kuklalar… Ben dünyadan başka bir yere ve zamana ışınlanmış olmalıydım. Zaten Nepal takvimi de bizden 56 yıl ilerde değil miydi?
En ilginç yer Eski Saray’ın yılan başlı havuzu gibi geliyor önce. Sonra hemen karar değiştiriyorum.
- Yok yok 55 pencereli altın kapılı saraydı en ilginç.- Ya Bhupatindra Mala heykeli?
- Ya Vatsala Durga tapınağı ve Taleju çanı?
- Yok yok Siddhi Laxmi Tapınağı ya da bilinen adıyla Lohan Dega? ve basamaklarındaki heykeller? Hani fotoğraf çektirmekten bıkmadığımız tüm çocuk neşelerimizi geri getirip tırmandığımız basamakları olan heykelli tapınak? Hani şu sonra Taumadhi Meydanı’nda da görmüştük. 5 katlı Nyatapola Tapınağı?
- Ne deniyordu bu heykeller için?
- Tapınağın koruyucu hayvanları… İlk basamakta güreşçi Jayamel ve phattu vardır. Her birinin 10 adam gücünde olduğuna inanılıyor. Yukarıya doğu iki fil, iki aslan, iki ejderha ve en sonda iki tanrıça var. Baghini-kaplan şeklinde ve yanında da Singhni aslan şeklinde. Her bir figürün bir alttaki figürden 10 kat daha güçlü olduğu söylenilir. Tantrik tanrıça Siddhi lakshmiye adanmış bir tapınaktır. 12. yüzyılda Kral Anand Dev Malla tarafından kurulan ve 15. yüzyılda büyük Malla krallığının başkenti olmuş Bhaktapur ve gördüğümüz birçok tapınak ve yapıt bu dönemde inşa edilmiş. Bu dönemde yapılan eserlerden Changu Narayan Tapınağı UNESCO'nun dünya mirasları listesinde imiş. Ama Bhaktapur’un 7 km kadar kuzeyinde olan ve Nepal mimarisinin en eski ve iyi örneklerinden biri olan bu tapınağa gidemeyeceğiz.
- Ne diyelim o da bir daha gelmek için sebebimiz olsun. Sebep çok. Daha doğrusu sebepe ihtiyaç yok.
UNESCO, dünya mirası, hikayeler ve tapınaklar derken Durbar Meydanından ne zaman çıktık ne zaman Pottery Meydanı ve ardından Duttatraya Meydanı’na geldik, kaç saat sürdü, yorulduk mu, anlayamadık. Anladığımız tek şey tüm şehir çok ama çok ilginçti ve biz zamanı unuttuk. Ne gerçek ne düş derken gerçeküstü bir dünyaya daldık.
Bir resim atölyesindeyiz şimdi. Nepal’in kültürel yaşamında resim sanatı çok önemli bir yer tutuyor ve bu sanatın tarihi çok eskilere uzanıyormuş. Ama özellikle 14. ve 16. yüzyıllarda Hint etkisindeki Budist resim başarılı eserler doğurmuş. İşte şimdi bu resimlerden de örnekler yapan ressamların olduğu bir atölyedeyiz. Geleneksel Tibet resmi olan Tangha’lardan örnekler yapan erkek, kadın birçok ressam bir arada, oldukça ince yani az kıllı fırçalarıyla ince ince ayrıntılar üzerinde çalışıyorlar. Bu ressamlardan biri de bize neler yaptıklarını anlatıyor ve konuyu Buda’nın yaşamı ve öğretisine ve hayat çarklarına getiriyor. Budist felsefeyi anlatan ve genellikle daire veya kare şeklinde olan ve herşeyin mistik merkezini sembolize eden bu resimlere Mandala dendiğini belirtiyor ve meditasyon nesnesi olarak ta kullanıldığını ekliyor. Sonradan öğrendiğime göre mandalalar bu amaçla kullanan için evrendeki kutsallığın içkinliğini ve aynı kutsallığın kendisindeki potansiyel durumunu hatırlatan önemli işaretlermiş. Budist bağlamda mandalanın amacı insanın acısına onu aydınlanmaya ulaştırarak son vermek ve hakikate ilişkin doğru görüşe ulaştırmakmış.
Buddha öğretisinden midir yoksa yorgunluktan mı bilinmez. İnsanlar huşu içinde dinliyor görünüyor. Ardından hep olduğu üzere görevli resimlerden satmaya çalışınca hemen gerçek dünyaya dönüyoruz. Evet “tourist only”. Yalnızca turistiz.
Kimi işin felsefesinde, kimi tek kıllı fırça ile ince ince o felsefeyi resimde işlemek peşinde, kimi o resimleri satmak derdinde. Benim derdim ise fotoğraf çekmek. Yerel rehberimizin derdi ise arkada kalanları toplamak ve “haydi, haydi, çabuk çabuk” gibi Türkçe kelimeleri papağan gibi tekrarlayarak bizi ara sokaklardan yine Duttereya Maydanına çıkarmak.
Dutteraya Meydanı’ndaki platform ve hazırlık dikkati çekiyor. Ben heyecanlanıyorum. İnternette ne deniyordu “Bhaktapur şehrinin kültürü de tapınakları kadar gösterişli ve eşsizdir. Bhaktpur’da Gai-Jatra (Temmuz/Ağustos) ve tantrik olarak temsil edilen Nava Durga Dansları(Kasım-Haziran) festivalleri Nepal’de eşi benzeri olmayan festivallerdir”. Bu platform, hazırlık vs bir konser ya da festival olabilir mi? Yerel rehberimize sorduğumda anlamadığı yanıtını alıyorum. Önce “kan bağışı” diyor sonra “konuşma” diyor ve Mayıs ayında olduğumuzu hatırlatıyor. Biket Jatra (Nisan) festivali Nepal’deki en büyük ve etkileyici festivallerden biri ve aynı zamanda resmi takvimde de görünen tek festival ve biz Mayıs ayındayız.
Meydanda biraz dinlendikten sonra aynı yoldan geri gidiyoruz. Yine fotoğraf çekmeye devam. Nepal ahşap el işlemeleri ve ahşap oyma sanatında gerçekten söylenildiği kadar gelişmiş olduğundan bunun en iyi örneklerini Bhaktapur’daki evler, kapılar, çıkma balkonlar, pencere pervazları ve pencere kafeslerinde görebiliyorsunuz. Ahşap-tuğla karışımı bu evler çok hoş ve çok zarif görünüyorlar (duvar yüzlerindeki eyreti duran elektrik tellerini saymazsak tabii). En önemlisi de hala kullanılıyorlar ve o evlerin ahşap pencerelerinden size gülümseyen insanlar görüyorsunuz. Makinanız zaten her daim elinizde ve hemen deklanşöre basıyorsunuz. Hiçbiri kızmıyor ya da para istemiyor.
Bhaktapur şehrinin kültürü ve o kültürü yaratan insanları da tapınakları kadar gösterişli ve eşsiz gerçekten. Sürekli gülümseyen bu sakin insanları, bazen tapınakları gibi dinginleştiren bazen nehirleri gibi coşturan ve kıvrak kıvrak dans ettiren müziği, havuzlarındaki renkli çiçek yaprakları gibi sokaklarında da salınan rengarenk kıyafetli güzel kadınları, el sanatları, resimleri ve felsefesi ile sizi günlük kaygılarınızdan bir süreliğine de olsa kurtarıyor.
-Evet şaşırma, şok olma! Bak başka dünyalar da var, başka kültürler…
Kendi kendimle böyle konuşa konuşa dönüş yolunda da yine ağırdan alıyorum ve grubun en arkasındayım. Amacım Durbar Meydanı’na yalnız çıkmak ve meydanı bir kez daha turlayıp yeni fotoğraflar çekmek. Akşama yakın bir zaman ve ışık daha yumuşak. Tapınaklar ve meydan altın sarısında… Ama akşamın bu vakti kısa sürüyor.
Girdiğimiz kapıdan geri çıkıyoruz ve çıktığımız yolun solundaki dükkanlardan bir şeyler bakıyoruz. Sağımızda ise ilkel koşullarda buğdayı sapından ayırıp taneleyen bir grup Nevari insanı dikkatimi çekiyor. Nevari insanının çalışkanlığı meşhur. Bize de onları bu yaşam ve çalışma alanında görüntülemek düşüyor…
Son dakikada bu çalışkan Nevari insanlarından el dokuması çantalar alıyoruz ve koşturaraktan aracımıza biniyoruz. Grev nedeniyle boşalmış yollardan yine sakin bir yolculuk yaparak Katmandu’ya varıyoruz. Aslında buna yolculuk da denemez. Bhaktapur nerede biter Katmandu nerede başlar pek belli değil. Zira bu şehirler günümüzde birleşmiş durumdadırlar.
Katmandu’ya birleşik diğer bir şehir de Patan’dır. Katmandu, Bhaktapur ve Patan geçmiş yıllarda üç krallığa ait merkezlermiş ve bu üç şehir güzellikte, sanatta ve mimaride birbirleriyle yarışırlarmış. Günümüzde her üçü de birbirleriyle yarışmayı bırakıp birleşmeye karar vermişler sanıyorum. Ama bakmışlar ki eski şehirler bu hızlı ve plansız birleşmeden zararlı çıkacak. Eski şehirleri korumaya almışlar ki biz bu güzellikleri görebilelim. Şehirlerin diğer kısımları ise oldukça çarpık yapılaşmaları, sokakta yaşayan çıplak ayaklı insanları, temizlenmesi için Muson yağmurları beklenilen çöp dolu sokakları ile oldukça farklı. Kimbilir biz eski şehirlerdeki güzellikleri anlayalım aradaki farkı görelim diyedir(!).
Patan krallığının eski başşehrini de görelim o zaman. Patan, Katmandu’dan Bagmati nehriyle ayrılmaktadır ve Katmandu vadisindeki ikinci büyük şehirdir. Tarihte “Yala” ve “Lalitpur” (güzelikler şehri) isimleriyle anılmıştır. Sanat şehri olarak ta bilinmektedir.
Bu şehrin de bir Durbar yani Saray Meydanı var. Aslında Katmandu’dan sonra ikinci büyük şehir Patan olmasına rağmen saray meydanı Bhaktapur’un meydanı kadar büyük değil ve şehrin korunan kısmı da Bhaktapur’un daha küçük bir modeli gibidir. Küçüklü büyüklü birçok tapınaklar, stupalar, pagodalar, sunak ve çeşmelerle doludur.
Meydana girdiğinizde bu sanat eserlerinden ilk dikkati çeken yüksek bir sütunun tepesinde oturan bir heykel. Bu eski Nepal krallarından Yoganarendra Malla imiş. Kralın hemen arkasında dikilmiş bir kobra kralın başının üstünde yükselerek onu koruyor. Dikkatli bakıldığında kobranın tepesindeki minik kuş ta görülebilir. Bu muhteşem üçlü yıllardır meydanda yüzleri saraya dönük öylece duruyorlarmış. Öyle ki Kralın bir gün çıkıp geleceğine inanılıyormuş ve geldiğinde içsin diye yüksek sütunun üzerindeki heykelinin baktığı yönde yani tam karşısındaki saray penceresi hep açık tutuluyormuş ve her gün o pencerenin önüne taze süt koyuluyormuş ki döndüğünde içsin.
Sözkonusu sarayın bir bölümü de müze haline getirilmiştir. Bu eski Sarayın arkasında da bir bahçe var. Sözkonusu bu bahçe küçük ama düzenli ve çok dingin. Biraz oturup soluklanmak için de ideal. Yok eğer ben meydandan kopmak istemiyorum. Meydanı gören bir noktadan hem bir şeyler içip hem de etrafı gözlemek istiyorum diyorsanız hemen meydana bakan kafe-restaurantların birinin terasına da ya da çatısına da çıkabilirsiniz.
Biraz dinlendikten sonra meydanın çevresindeki ara sokaklara dalabilirsiniz. Günlük hayat buralarda geçer ve Nepal’in sanat ve güzelliklerini keşfetmeye devam edebilirsiniz. Sanat ve güzellikler yalnızca tapınaklar da ahşap ve mimari ayrıntılar da değildir. Sanat her yerdedir. Patan Nepal’in el sanatları merkezidir. Hediyelik eşya dükkanları, gümüş takılar ve bronz, ahşap heykeller ve sayamayacağım kadar çok bir sürü nesnelerle gözünüzü ve hatta daha sonra evlerinizi şenlendirebilirsiniz. Bu arada keseniz de biraz boşalabilir. Ama Nepal’de her şeyi söylenenin 1/3 fiyata satın alabilirsiniz ki ilk söylenen fiyat ta zaten pahalı değildir.
Bu esnada ara sokaklarda kaybolabilirsiniz. Ama sakın ola arada kalmış stupalar ve gerçekten keşfetmeye değer Budist tapınaklar olduğunu unutmayın ve onları da kaçırmayın. Biz de hemen Durbar Meydanından fazla uzaklaşmadan böyle küçük bir Budist tapınağına girdik. Nepal’de sadece Budist tapınaklarına girilebiliyor. Hindu tapınaklarına Hindu olmayanların girmesi yasak. Sadece dışarıdan bakabiliyorsunuz.
Patan’ın çok eski bir Budist tarihi olduğunu da söylemek gerekir. Bu yüzdendir ki Patan şehrinin dört köşesi stupalarla, Budist tapınaklarla çevrilmiştir. Stupaların büyük imparator Ashok tarfından 250 yılında yapıldığı söylenir. Ama Patanın şu anki mimarisini oluşturan asıl yapıların 16. , 17.ve 18, yüzyıllarda Mallalar tarafından yapıldığı da aldığımız bilgiler arasındaydı. Bizim işimiz de paylaşmak. Ne de olsa biz sadece turist olsa da arada yazan gruba giriyoruz. Bu yüzden “tourist only“ ile başladığımız yazıyı “om mani padme hum” diyerek şair Asaf Halet Çelebi’nin “Sidharta” şiirinden
“nigrôdha
koskoca bir ağaç görüyorum
ufacık bir tohumda
o ne ağaç ne tohumom mani padme hum" mısralarıyla bitirelim ve “insanın gerçek özüne selam (om mani padme hum)” gönderelim.