Milano’ya geldiğimizde vakit oldukça geç olmuştu: Saat 22.50. Garda, İnfo arayarak boşuna dolandım durdum.
Pes edip otobüs durağına yöneldim. Bir taksici, gösterdiğim adrese 90 No.'lu otobüsle gidebileceğimi söyledi. Yine de duraktan otele telefon ettim. Telefonu açan adam doğru düzgün İngilizce bilmiyordu ve İtalyanca konuşmaya başladı. (Kıssadan hisse: birkaç günlük bir gezi için şehir merkezinde bir otel seç.) Birilerinin yardımıyla anlaştığımız otel görevlisinin tarifi ile indiğim durakta gecenin bir yarısı yine birilerine sorarak oteli buldum. Binanın dış kapısındaki zili ısrarlı çalmalarım üzerine görevli sinirli bir şekilde aşağı inip kapıyı açtı. Bir orta bahçeye bakan binalardan bir kısmı otel… Ama aynı kapıyı ve orta bahçeyi kullanıyorlar ve gece yarısı kilitleniyor bu kapı. Kapıyı açan görevli valizimi yukarı taşıdı. Sinirli birine benziyor. Kısa boylu ve zayıf. Yüksek sesle konuşuyor. Hostela giriş işlemlerini yaparken yine İtalyanca konuşuyor. Nihayet bana kalacağım odayı gösterdi. Odada 3 tane kız var. Biri uyuyor, biri karanlıkta mesaj yazıyor. Bir diğeri lavaboya girip çıkıyor. Uyumaya çalışan odanın ışığını açtırmadı. 1 gece kalacağım bu yerde valizimi dağıtmadan yatağa uzandım. Saat 1.30’u gösteriyordu. Tanımadığım 3 kızla aynı odada, İtalya’da…
Yol yorgunluğu nedeniyle geç kalktım. Kahvaltıdan sonra otel görevlisinin tarifi üzerine bu kez başka bir otobüse bindim. Ama durağı bulmak ve otobüs beklemek epey bir vakit kaybettirdi. Bu kez 4.5 euro ödeyerek günlük pas bilet aldım. Merkez İstasyonu'nda metroya aktarma yaptım. Metrodan çıkar çıkmaz Duomo Katedrali’ni görmek şaşırtıcı ve güzeldi.
Katedralin etrafında turlayıp güzel pasaja geçtim. Birkaç fotoğraf çekip Leonardo Da Vinci Meydanı'na çıktım.
Oradan Scala Tiyatrosu’na…
Tiyatro güzeldi. Müzesini de gezdim. Performans olmadığı için bazı balkonlar ziyaretçiler için açılmıştı. Tiyatroyu fotoğraflamak için güzel bir fırsat oldu bu.
Scala’dan sonra güzel bir salata iyi geldi. Güney Kore yiyecek fuarında bazı yiyeceklerin tadına bakmak ta…
Eğer herhangi bir planınız yoksa Duomo ve çevresinde yürüyüş mesafesinde gezilebilecek pek çok yer var. Mesela ben kale ve arkasındaki parkı çok sevdim.
Vakit olmadığı için kaledeki müzelere giremedim. Ama parkta müzik dinlemek (ki arpın küçük bir versiyonu gibi farklı bir müzik aleti idi) ve çimlere yayılmak da oldukça dinlendirici ve güzeldi. Köpek Papi’yi de unutmayacağım.
Oradan Akvaryum'a geçtim. Hoşuma gitti. Girişteki çeşme ve içerdeki suyla ilgili video vs. ilginçti.
Akvaryumdan sonraki durağım Ulusal Kütüphane idi. Mimari açıdan çok görkemliydi. Etraftaki heykeller de öyle…
Kütüphaneden hemen sonraki müzeye girmedim. Hem zaman yoktu hem de pahalı geldi. Ama o civarda dolaşmak yani sokaklarını arşınlamak fotoğraf için iyi bir fırsat aslında…
Sonraki arayışım küçük bir kiliseydi güya. Ama gördüğüm kilise hiç de küçük değildi. Dış duvarlarının kırmızı rengi nedeniyle oldukça dikkat çekiciydi. Beyoğlu’ndaki bir kiliseyi hatırlattı bana.
Oradan Breza Caddesi’ne dönüp Scala Tiyatrosu’na indim. Meydanda Leonardo Heykeli’nin fotoğrafını çekip Duomo’ya indim. Duomo Katedrali'ni akşam güneşinde fotoğraflamak istiyordum. Evet ışık sabahkine göre daha iyiydi ama kalabalık hiç değişmemişti. Yine de meydanda birkaç kare fotoğraf çekip ve katedralin dış cephesindeki ayrıntıları inceledim.
Katedralin içi çok kalabalıktı. Pazar ayini var diyeceğim ama günlerden pazar değil. Ama biri kürsüde konuşma yapıyor. Herkes pür dikkat konuşanı dinliyor. Konuşmanın ardından dini ileri gelenler yerlerinden kalkıp mahiyetleriyle birlikte katedrali dolaşmaya ve selamlamaya başladı.
5-10 dakika süren bu seramoniden sonra kalabalık yavaş yavaş dağıldı. Gayet nizami bir şekilde katedral boşaldı. Ben de kalabalığın dağılmasını fırsat bilerek fotoğraf çekimine daldım.
Bir süre sonra bir görevli beni uyardı. Baktım katedralde hiç kimse kalmamış.
Katedralin hemen dışında toplanmış olan son derece temiz ve şık giyinmiş kalabalığın arasından meydana çıktım.
Duomo Meydanı’nı bir daha turlayıp Torino Caddesi’nde yürümeye başladım. Fakat yemek yemek için uygun bir yer bulamadım. Çoğu yerler ya kapalı ya da menüleri bana göre değil. Nasıl olsa günlük pas kartım var, tramlar vızır vızır, rahat dönerim diyerek yürümeye devam ettim. Hava kararmıştı, ışıklandırılmış bir binanın önünde gençler yayılmış, ellerinde biraları, demleniyorlardı. Ben de kendime bir bankta yer buldum. Nasıl olsa Amsterdam Chips'ten külahta patatesimi de almış ve mideye indirmiştim. Orada biraz oturdum. Ama binanın ne olduğunu öğrenemedim. Yine de fotoğrafını çektim.
Yanımdaki gençler Arnavut çıktılar. Nerede bulunduğumuzu haritada işaretlediler. Onlarla kısa bir sohbetten sonra biraz daha oturup kalktım. Aynı yoldan geri yürürken Pino Gusto’yu gördüm. Adını bir yerden duymuştum sanki. Neyse burada geç akşam yemeği yedim. Yemekten sonra tramvaya atlayıp Duomo’ya oradan metroyla Merkez İstasyonu derken tekrar otobüsle otele gelebildim. Geç vakit kendimi yatağa attım. Yarın 16.25’te trenle Viyana yolcusuyuz.
İtalya’daki son günümü hiç yaşanmamış saysam da direk Viyana’ya ışınlansam istiyorum. Ama yazmam lazım.
Sabah göreli olarak geç kalktım. Ardından basit bir kahvaltı ve 11.30’da odayı boşalttım. Oteli de otel görevlisini de hiç sevmediğimden trenim 16.25’te kalkacak olmasına rağmen erkenden istasyonun yolunu tuttum.
O görkemli istasyona varınca yine İnfo aradım, bulamadım. İstasyonun dışındaki acenta elimdeki Rail Europe çıktısına bakıp beni istasyon yakınlarında bir yere yolladı. Onlar da Viyana trenleri başka istasyondan kalkıyor, dedi. Bulduğum bir internet kafede mail kutuma bakıp tüm yazışmalarımı kontrol ettim. Açık açık “Merkez İstasyon” yazıyordu. Ama elimde bilet yok. Tekrar Merkez İstasyon'a gidip Customer Assistance gişesinde kuyrukta bekledim. Uzun bir bekleyişin ardından sıram geldiğinde görevli parasını ödediğim bileti yazdıramayacaklarını “PNR” numarası gerektiğini söyledi. PNR numarasını öğrenip tekrar kuyruğa girdim. Ama biletim yine yazdırılamadı. Programları farklıymış ve bu kez başka bir şeyler istediler. Ama tren saati gelmiş ve bilet yanmıştı. Yapacak başka hiçbir şey yoktu. İstasyonun hemen dışındaki acentadan Viyana’ya uçak seferlerini ve bilet fiyatlarını sordum. Oldukça pahalıydı. Tren biletleri yine öyle. Bilet satış gişesindeki uzun kuyruğun sonuna geçtim. Ama sadece 3 kişi çalıştığından kuyruk çok yavaş ilerliyor. Uzun bir bekleyişin ardından 20.35’e Venedik aktarmalı bir bilet alabildim. Yanan bileti boş verip Viyana’ya gidiş bileti bulabildiğime yine de sevindim galiba. Aklımda buradan bir an evvel uzaklaşma isteği ile istasyonun dışına çıktım. Biraz nefes aldıktan sonra tekrar içeri girip beklemeye başladım. Erkenden güvenlikten geçip trenlerin olduğu bölümde beklemeyi uygun buldum. Fransa’dan farklı olarak İtalyanlarda perona güvenlik kontrolünden sonra girebiliyorsunuz. Peronda beklerken birtakım koşuşturan insanlar görüp yine şüphelendim. Bu İtalyanların işi gerçekten komik. İnsanlara böyle eziyet etmek hoşlarına gidiyor sanki.
Baktım koşturanların sayısı giderek artıyor. Ben de herkes gibi bir ekranın karşısına geçip bakmaya başladım. Ekranda bazı trenlerin kalkmasına 5-10 dakika kalmasına rağmen hala yanaşacakları peronların belli olmadığını görünce koşuşturmacanın nedenini anlamış oldum. Neyse ki, benim bineceğim trenin 20.15’te nerden kalkacağı ekranda belirdi. Yoksa ben de çantalarımı sıkı sıkı kavramış koşu için hazırdım.
Hemen gidip yerleştim ve derin bir nefes aldım. Ama Venedik’teki aktarmayı da düşünmeden edemiyorum. Bakalım Venedik’e bilette yazdığı gibi 22.58’de mi varacağız? Şayet belirtildiği saatte varabilirsek Viyana treni 01.20’de kalkacak.
Venedik’e vardık ve bir hayli Viyana trenini bekledim istasyonda. Toplamda neredeyse 2 saate yakın rötardan sonra öğleye doğru saat 11.00 gibi Viyana’ya ulaşabildik. Viyana’nın serin havası ile Milano çilemiz de sona ermiş oldu.