Bir Sırt Çantalının Galapagos Gezisi

Hadi amigo son durak! Muavinin bu sözleriyle uyandım, Cuenca’dan başlayan 4 saatlik yolculuğum bitmiş, Guayaquil’deyim. Hangi ülkede miyim? Ekvador. Neden mi Ekvador’un en büyük şehri Guayaquil’deyim? Çünkü çook uzun zamandır hayalini kurduğum Galapagos Adaları’na olan uçağım buradan kalkacak.

Saat gece 2.00, uçağımın kalkmasına daha 9 saat var! Bir gecelik yatak parasından yırtmak için böyle alakasız bir saatte buradayım, ne yaparsın sırt çantalı gezgin halleri. Garlar kışlamız, sırt çantamız süngümüz. Hah şurası güzel gözüküyor kıvrılayım bari. Oleyy yarım saat sınırı da olsa internet de var, büfeden de bi kahve ohh mis. Kitap okumak sarmadı, biraz blog yazayım bari. Yarım saattir ne güzel yazıyordum ama yanıma oturan biri yaşlı, biri orta yaşlı, biri genç 3 adam ve minik sarışın bir kız çocuğu dikkatimi dağıtıyor. Bu birbirinden alakasız gözüken, değişik tarzlardaki 3 adam ve en fazla 3 yaşındaki minik kız çocuğu, Guayaquil Otobüs Terminali’nde, saat sabah 4.00 itibariyle ne yapıyor acaba? Adeta bir filmin içindeyim sanki ve ben de figüranım yanlarında.

Baba olduğu belli olan, vücudunun çoğunda harika dövmeler bulunan, saçları mohak ortancayla muhabbete başlamamız ikimizin aynı anda tütün sarmaya başlayıp, sarma sigara üzerine güzellemeler vesilesiyle oluyor. Tayfa Litvanyalı imiş. Tanıştığım eleman Vilnius’un hatrı sayılır dövme artistlerinden. Yılın bir kısmı Vilnius’ta, geri kalan kısmında ise diğer dükkanının bulunduğu Ekvador’un en popüler sörf beldelerinden Montanite’da yaşıyor. Havalı gözüken en genç eleman kardeşiymiş, ihtiyar ise çeşitli spiritüel güçleri olan, beraber iş yaptıkları arkadaşı. Vilnius’taki işleri bitirip Ekvador’a gelmişler saat 5.00’teki otobüslerini bekliyorlar.

Bu tayfayla keyifli muhabbetten sonra uyumaya çalışıyorum ama nafile. Havaalanına gitmeden önce ucuza gelsin diye pilav, yumurta ve etten oluşan kahvaltımı yapıyorum. Benim için pek şaşırtıcı olmayan bir kahvaltı menüsü. 20 aydır süren dünya seyahatimde o kadar değişik kahvaltı kültürleriyle karşılaştım ki herhangi bir kahvaltı standardım yok artık. İstediğin şeyi istediğin zaman bulmak da genelde pek mümkün olmuyor zaten, elde ne varsa onu yemece.

Arkamda büyüğü, önümde küçüğü sırt çantalarımla havaalanını sora sora 20 dakikalık bir yürüyüşten sonra buluyorum, otobüs garıyla havaalanının bu kadar yakın olması ne kadar harika değil mi? Havaalanına girer girmez medeniyet değişiyor kokulu, gürültülü terminal ortamından sonra. Ha bu arada Ekvador’un hakkını yemeyeyim. Bu ülkede şu ana kadar bulunduğum otobüs terminalleri çevredeki bölge ülkelerin kesinlikle en temizlerinden, en düzenlilerinden.

Havaalanının kapısından girer girmez yetkili olduğu her halinden belli bir hanım soruyor, Galapagos mu? Büyük bir heyecan, coşku yükseliyor içimden. Sanki evlilik yemini edercesine abartılı bir şekilde, ağzım kulaklarımda evet diyorum. O da çok güzel bir enerjiyle beni sadece Galapagos Adaları’na gideceklere özel bir bölümde çanta kontrolüne götürüyor. Bunu duymuştum çantalarda organik bir şeyler, yiyecek, bitki vs. var mı diye bakıyorlar. Bir de 10 dolarlık bir vergi veriyorum devlete. Adalara girerken para vereceğimi biliyorum tüm adalar milli park kapsamında olduğu için de bunu pek çözemedim, neyse. Sorunsuz bir check-in, son güvenlik kontrolleri, son çağrı, son bir şey derken uçak havalanıyor, heyecan dorukta!

1. Gün

Gözümü bile kırpmadığım iki saat sonunda ana karaya 1000 km uzaklıktaki San Cristobal’e inmiş bulunuyoruz. Yine çanta kontrolü ve 100 dolarlık giriş parasını verdikten sonra şansıma Kolombiya’da beraber futbol maçına gittiğimiz Kanadalı çiftle karşılaşıyorum. Adaya adımımızı beraberce atıyoruz. Oldukça sıcak, kuru bir hava, çölü andıran bir bitki örtüsü. En fazla 10 dakika süren bir yürüyüşten sonra yönümüzü sahile çeviriyoruz ve dünya tamamen değişiyor. Deniz aslanları ortalıkta cirit atıyor, bebeler bağırmalarıyla ortalığı birbirine katıyor.

Biraz ilerledikçe iguanalar boy gösteriyor. Denizden kayalıklara bakınca ise tür tür koca yengeçler kayaları kaplıyor. Galapagos’ta şenlikli, harika bir başlangıç!

Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle daha önce tavsiyesini duyduğum hostele giriyorum, arkadaşlar da arkadan. Hostelin sahibi süper çılgın teyze bana odayı gösteriyor, bende ne uykusuzluk ne de yorgunluk hissi var. Çantaları odaya atar atmaz dışarı çıkıyorum ve arkadaşlarımın önerisiyle ilk olarak La Loberia Plajı’na doğru yola çıkıyoruz. Güneşin altında yakıcı bir yürüyüşten sonra sahile attığımız ilk adımlarla beraber etrafımızı saran deniz aslanlarıyla nerdeyse kucaklaşmamız bir oluyor.

Sadece bu adalara özgü hem yüzebilen, hem de karada yaşayan iguanalar da deniz ayılarından rol kapma peşinde.

Gözlükleri takıp denize atlamaca, off su buz. Fakat deniz altının rengarenkliği ve deniz ayılarının bizle adeta şakalaşması suyun soğukluğunu unutturuyor. Karada oldukça miskin ve tembel olan bu hayvanları bir de suyun altında gör, öyle bir kıvraklık, öyle bir hız! Sahildeki harika saatlerin ardından güneş batmadan tekrar merkezdeyiz. Gün batımını soğuk bir bira eşliğinde yapıp, yarın için pek meşhur Leon Dormido (Kickers Rock) dalışına yerimi ayırtıyorum.

2. Gün

Dalış teknemiz sabah 8.00’de kalkıyor. Yol üstündeki Lobos Adası’nda yine sadece buraya özgü mavi ayaklı sümsük kuşlarına selam verip kocaman ve etkileyici Leon Dormido yani Uyuyan Aslan Kayası’na varıyoruz.

Suya atlar atlamaz şenlik başlıyor. Devasa kaplumbağalar mı dersin, kanatlarını büyük bir estetikle çırpan vatozlar mı dersin, üstüne üstüne gelen köpekbalıkları mı dersin, ortam National Geographic adeta, hem de gerçek çözünürlükte ve keskinlikte.

Herkesin mest olduğu ilk dalışın ardından 2. dalışımızda kendimizi on binlerce balığın içinde buluyoruz.

Sonlara doğru gördüğümüz çekiç baş köpekbalıkları ise muhteşem bir final oluyor. Dalışların ardından bembeyaz bir sahile yanaşıp, sahile herhangi bir yiyecek çıkartmak yasak olduğundan, yemeğimizi teknede yiyip akşama doğru adaya dönüyoruz.

Bu harika günün batımını sahilde deniz aslanlarıyla beraber yapıyorum.

Bugün erkenden yatağa girmeli, hem çok yorgunum hem de beni Santa Cruz Adası’na götürecek tekne sabahın 7sinde. Ama o kadar erken yatamıyorum çünkü odamda sürpriz bir misafirim var. Yer yokmuş, teyze de benim samimiyetime güvenip bana sordu odadaki diğer yatakta arkadaş yatsa olur mu diye, dedim neden olmasın. Ekvadorlu abimiz Santa Cruz Adası’nda yaşıyor, hayatını ise aşçılık yaparak idame ettiriyormuş. San Cristobal’e balık almaya gelmiş, aslında Quitolu olup, 20 senedir Santa Cruz Adası’nda yaşıyormuş.

Abiyle ilgili bunun gibi genel bilgiler dışında buralı olmayan bir Ekvadorlunun Galapagos Adaları’nda yaşamak için devleti ikna etmesi gerekiyormuş bilgisini edindim. Anlattığına göre adeta başka bir ülkeye göçmenlik başvurusu yapmak gibi bir prosedürü varmış, enteresan.

3. Gün

3. günümde dönüş uçağım da San Cristobal’den olduğu için büyük çantamı hostelde bırakıp, küçük çantamla beraber Santa Cruz Adası’nın yolunu tutuyoruz. İskelede çantamı yine arıyorlar. Adalar arası toplu ulaşım güçlü motorlara sahip 25-30 kişilik hızlı teknelerle sağlanıyor, ama bugün olduğu gibi deniz dalgalıysa vay haline! Hoplaya zıplaya, bazı kişilerin midelerini kontrol edemediği 2 saatlik bir yolculuk sonunda adaya sersemlemiş bir vaziyette varıyorum. Buranın en popüler, 20.000 nüfusuyla en kalabalık olan adasına hoş geldim.

Ana caddedeki otellere hiç bulaşmayıp arka sokaklarda bir otelle 15 dolara anlaşıyorum. Sıcak su, wi-fi hem de merkezde daha ne olsun. Yine büyük bir heyecan var soluğu hemen sokaklarda alıyorum.

Burası hakikaten turistik, esas havaalanı da burada zaten. Meşhur Galapagos kaplumbağalarını görmek üzere Darwin Araştırma Merkezi'ne gidene kadar birçok hediyelik eşyacının, şık restoranların, butik otellerin arasından geçip araştırma merkezine iguanalar eşliğinde varıyorum. Ha tabi balık tezgahının etrafındaki yine hayal gibi bir olayı da es geçmedim, oturup yarım saat insanlarla bu güzel hayvanların diyaloglarını gözlemledim.

Gayet sıraya girmiş siparişlerini bekliyor keratalar : )

Bir süre sonra kaplumbağalarla göz kırpışıyoruz.

Aman Allahım ne kadar da büyükler öyle!

Burada ayrıca sarı renkli pek karizmatik iguanaları da görebiliyorum.

Sıcak havada dönüş yolu üzerinde Playa De La Estacion plajına uğruyorum ama burası küçücük kumluk alanı ile hayal kırıklığı oluyor açıkçası. Bir kahve molası verip, soğuk bir duş alıp herkesin dilinden düşürmediği Tortuga Plajı yollarına düşüyorum. Türlü türlü kuş seslerinin, buraya özgü ağaç görünümlü kaktüslerin arasından geçip, önüme çıkan minik kertenkelelerin üstünden zıplıyorum.

Nasıl geçtiğini anlamadığım 1 saat sonunda Tortuga Plajı’ndayım. Gördüğüm ilk manzara karşısında kocaman bir kahkaha patlatıp manzarayı içime sindirmeye çalışıyorum.

Upuzun, bembeyaz, köpüklü dalgaların iguanaları ıslattığı, pelikanların ve diğer kuşların denizde balık peşinde koştuğu gerçek üstü bir manzara.

Yavaş yavaş, çevremdeki vahşi hayatı gözleye gözleye, birkaç kişi dışında kimsenin olmadığı bu koyda çok ağır adımlarla ilerliyorum, şaşkınlığım ve mutluluğum tarif edilemez. Plajın sonunda devamı olduğunu görüyorum. Bir bakıyorum ki çok sakin bir suya sahip fakat onlarca insanın olduğu çevresi yemyeşil bir koy burası.

Burada ufaktan soluklanırken, adını bilemediğim bir kuş dibime konuyor, biraz bakıştıktan sonra fotoğraf makineme davranıyorum.

Denize gire çıka tekrar dönüş yolunu tutuyorum, öbür tarafı sörfçü çocuklar doldurmuş, oturup biraz da onları izliyorum.

Aynı yolu tekrar geri yürüdükten sonra bu güzel günü dingin mi dingin, sakin mi sakin bir atmosfere sahip Las Ninfas gölünde noktalıyorum.

Akşam deniz ürünü yemeye niyetlensem de fiyatların beni aştığını kabul edip, merkezin uzağındaki stadyumun oradaki esnaf lokantalarından birinde ekonomik menü yiyorum. Keyfim o kadar yerinde ki!

4. Gün

Her gün bir aksiyon, her gün erken kalkma derken bugünü biraz ağırdan alıyorum. Adanın pazarına gidip kahvaltılık malzeme almaca, yerel bir kahvede kahve içmece derken öğlen saatlerinde adanın bir diğer meşhur oluşumu Las Grietas’a gitmeye karar veriyorum.

1 dakikalık tekne yolculuğu sonunda adanın karşı kıyısındayım. Sağında solunda yüksek sosyete mekanları olduğu belli restoranları barındıran sokaktan yürümeye başlıyorum. Fondaki sessizliği bozan her daim kuş seslerinin mevcut olduğu bu yol beni ilk önce hafta sonu olmasının da etkisiyle tamamen buralıların oluşturduğu, hiçbir turistin gözüme çarpmadığı bir plaja çıkarıyor. Burada oyalanmayıp adanın tuz gölüne varıyorum.

Adanın bitki örtüsü ve doğal oluşumları o kadar çeşitli ki biraz daha yürüdüğümde kendimi kayaların arasında vadilerin oluşturduğu sularda Las Grietas’ta buluyorum. Burası tatlı su ve okyanus suyunun karıştığı doğal havuzlardan oluşuyor.

Geldiğimde burada olan kalabalık turist kafilesinin gitmesiyle koca alan bana kalıyor ve bunun tadını doyasıya çıkartıyorum.

Dönüş yolunda yine muhteşem bir doğa bana eşlik ediyor.

Sakin geçen bugün bünyeye iyi geldi, yarın hedefimiz en çok methini duyduğum, beni en çok heyecanlandıran ada Isabela.

5. Gün

5. günümde rutin çanta kontrollerinin ardından Isabela Adası’na, yine 2 saat süren bir tekne yolculuğu. Karaya vardığımızda insanların görüntüsü bu sefer bir öncekine oranla daha iyi. İskeleden merkeze gelen 1 kilometrelik yolu yürüyorum, ne de olsa büyük çantam yok her şey daha kolay.

Buranın diğer adalara oranla daha pahalı olduğunu duymuştum. Çünkü burası en izole, en kişinin yaşadığı ve turistin ziyaret ettiği ada. Bu durum otel fiyatlarına da yansımış fakat arayıp, tarayıp allem kullem yine 15 dolara bir otel buldum. Adanın uzun, upuzun bir sahili var, merkez de bu sahilin küçük bir kısmında yer alıyor.

Adadaki iguana yoğunluğu dikkat çekici ama deniz aslanı bir elin parmakları kadar sadece. Hatta “Dikkat! Hızı azaltınız” levhalı iguana geçidi de var ve görüldüğü gibi iguanalar tarafından aktif olarak kullanılıyor : )

Madem sahil var, sahilde çıplak ayak yürümeye başlıyorum. Ada hakikaten boş. Bembeyaz kumdan oluşan bu sahil boyunca bana eşlik edenler sadece hayvanlar. Sahilin dibine kurulu mezarlığın yanından geçip plaj bitince Muro De Las Lagrimas adlı kayaya giden yürüyüş parkurunun girişine varıyorum. Buradan itibaren zemin tamamen volkanik taşlardan oluşuyor.

Ben biraz zorlayıp yol üstündeki gölü ve birkaç plajı görüyorum ama sıcak ve keskin taşlardan iyice yanan ayak tabanlarım bana geri dönüş yolunu gösteriyor. Sahilde sık sık yüzme molası verip şehir merkezine yiyecek bir şeyler almak için geri dönüyorum.  

Saat 16.00 civarı ama ne pazar açık ne de bakkallar. Sor soruştur bir tane açık büyükçe bir bakkal buldum ama ne ekmek var, ne sebze meyve. Meydandaki gayet sıradan görünümlü restoranlarda ise yemeğe 7 dolar veresim hiç gelmedi. Meğerse burada siesta gayet sıkı uygulanıyormuş ve de uzun, 13.00-17.00 arası! Neyse ben dükkanların açılmasını bekleyip kendime güzelce bir sandviç yapıp gün batımı için sahile kuruldum, seyahatimdeki en harika gün batımlarından biri!

6. Gün

Kaldığım hostelde kendime güzel bir kahvaltı hazırladıktan sonra Arnaldo Tupiza Kaplumbağa Araştırma ve Yetiştirme Merkezi’ne doğru yola çıkıyorum. Çok güzel organize edilmiş yol nefis, güne başlamak için bundan daha güzel bir yer olamaz.

Sırıta sırıta dar patikalardan yürürken bir göle çıkıyorum ve o da nesi! Gölün içinde flamingolar var, hayatımda ilk kez flamingo görüyorum.

Bir süre onların narin avlanma hareketlerini izleyip kaplumbağa merkezine varıyorum. Burası Santa Cruz’daki Darwin merkezine göre çok daha kalabalık, yani kaplumbağa nüfusu açısından. Yaşlarına göre ayrılmış yüzlerce kaplumbağa var. Sakin sakin duran kaplumbağalar görevlinin getirdiği yaprakları görünce çılgına dönüp hepsi kendine pay kapmak için birbirini eziyor.

Suratımdaki sırıtık ifademle aynı yolu geri dönüp merkezden saati 2 dolara bisiklet kiralayıp dün gidemediğim Muro De Las Lagrimas’a pedalları basıyorum.


Plajdaki bisiklet yolu

Fakat Muro De Las Lagrimas bahane, yol ve etrafındakiler şahane...

Göller, plajlar, kuru çöl toprağından, sık ağaçlara değişen bitki örtüsü ve tabi ki fonda devamlı kuş sesleri…

5 kilometrelik kısa ama sıcakta yorucu olan parkuru oyalana oyalana 2 saatte bitiriyorum. Kayanın tepesi yorgunluk atmak için harika bir manzara sunuyor, tüm adaya hakim bir nokta.

Bugün hava kapalı ama bundan şikayet edecek halim yok bu muhteşem manzaralar karşısında.

Burada Japon bir gezginle laflıyoruz. O da dünya turunda, 1 senedir yollardaymış. Orta Amerika’dan itibaren Japon gezginlere çok nadir denk geliyorum. Hele dünya turu yapanına ilk defa rastladım. Laflıyoruz yol hallerinden, uzun süreli seyahatin artık bir süre sonra bir hayat biçimi hali aldığından, geçtiğin sınırların çok da önemi kalmadığından, fakat Galapagos adalarının eşsizliğinden, benim Japonya’daki, onun Türkiye’deki günlerinden, Konya’dan Hindistan’dan laflıyoruz.

Bu güzel muhabbetin ardından tekrar pedallara basıp merkeze geliyorum fakat bu sefer hazırlıklıyım, dün bugün için de yiyecek malzemesi almıştım. Sahilde mütevazi yemeğimi yiyip günü yine muhteşem bir şekilde batırıyorum. Hostelime gitmeden önce yarın için Los Tunneles bölgesi için şnorkel turu ayarlıyorum. Yatağa girdiğimde içimde sonsuz bir huzur var, buradaki günlerimi karşılaştırmak kolay değil ama bugün geçirdiğim galiba en güzel gündü.

7. Gün

Sabahın erken saatinde küçük bir motorlu tekneyle adadan ayrılıyoruz. Hava tamamen açık, rüzgar yok, herkes halinden memnun.

Nefis ada manzaraları eşliğinde geçen 1 saatin ardından malzemelerimizi takıp suya atlıyoruz. Dışarıdaki havaya tezat su bir o kadar soğuk, yapacak bir şey yok. Rehberimiz bizi yönlendirip adeta nokta atışı yerlere götürüyor. Kayalıkların içinde birçok köpek balığı, vatoz, rengarenk sayısız balık görüyoruz. Bundan bir sonraki yüzme bölgesine vardığımızda ise bizi yine sadece bu adaya özel, grili, siyahlı penguenler karşılıyor.

Bu sıcak karşılamanın ardından gözlüklerimizi takıp yine oldukça soğuk olan suyun altında bir öncekinden farklı olarak deniz atlarını da görüyoruz. Tekneye çıkıp kısa bir yolculuktan sonra esas hedefimiz Los Tuneles bölgesine adım atıyoruz. Burası oyuk oyuk kayaların iç içe geçip birbirleri arasında tüneller, geçitler oluşturduğu, üst kısımları genelde kaktüs ağaçlarıyla kaplı daha önce benzerine hiç bir yerde tanık olmadığım bir manzara sunuyor.

Burada mavi ayaklı sümsük kuşlarıyla neredeyse muhabbet edecek kadar yakınlaşıyoruz, o kadar evciller ki…


Bu kadar güzellik yetmiyor önümüzdeki berrak sulardan bir de kaplumbağalar geçiyor : )

Denizde geçen bu nefis günü ardından adaya dönüp güneşi batırmak için adadaki 2 bardan daha az piyasa ama duruşu olan Beto’s Bar’a oturup buz gibi biramla Isabela Adası'ndaki son günümü adeta kutsuyorum.

8. Gün

8. günümde saat sabah 5.00’te çalıyor! Uff hava daha aydınlanmamış bile ama yollara düşme zamanı. Çantamı sırtlayıp iki kilometrelik iskele yolunu ayazda yürüyorum ve yolculuk vakti. Teknenin ipleri çözmesiyle beraber bu eşsiz ve benim için de hep özel olacak olan bu adaya tüm güzel hislerimi yollayıp el sallıyorum.

İki etaptan oluşan San Cristobal adasına varma sürecimin ilk ayağını Santa Cruz adasına vararak tamamlıyorum. Burada geçirmem gereken 6 saat var. İlk hedefim tadı hala damağımda olan, buraların balık çorbası encebollado’dan içmek. Arkadaşlar balık çorbası seviyorsanız burada mutlaka deneyin derim. Ama öyle restoranda falan değil, pazarda, esnaf lokantasında. İlk hedef tamam karnım tok, kahvemi de içtim.

Şimdiki hedefim adalardaki en büyük kaplumbağa merkezi kabul edilen, kaplumbağaların doğada özgürce cirit attığı Rancho adlı çiftlik. Merkezin 20 kilometre dışındaki bu yere nasıl gideceğimi öğrenmek için resmi turist bilgi merkezine gidiyorum ama diyorlar ki taksiyle gitmen lazım o da 20 dolardan aşağı tutmaz tek yön, yok artık. Tecrübeyle sabit olduğu için ben bu bilgiye güvenmeyip 3 kuruşluk muhteşem İspanyolcamla sora soruştura o bölgeye yakın bir halk otobüsü buluyorum, yarım saatlik yolculuk sonunda 1 dolar verip otobüsten iniyorum. Şoför inerken şu yolu takip et demeyi de ihmal etmiyor. Çamurlu, yer yer bataklıklı, boğucu bir nemin olduğu yolda terliklerimle yürüyorum.

Yürüyorum kuşlar, böcekler iyi güzel de git git bitmiyor kardeşim. Talihsiz bir şekilde suyum da yok yanımda, uzaklardan pek arkadaşça olmayan köpek havlamaları da eksik olmuyor. Hayatımda ilk defa tanık olduğum böğürtü, kükreme olarak tanımlayacağım bir sesle irkiliyorum. O da nesi kocaman bir kaplumbağanın yanından geçiyormuşum meğer. Yahu siz ama çok tatlıydınız, sakindiniz hani ne o öyle kükremeler falan? E o da haklı, it ürümez kervan geçmez bu yolda insan görünce şaşırdı tabi.

Ayaklarım çamurlara bata çıka bir kaplumbağa tısladı, iki kaplumbağa kükredi, 5 köpek havladı derken ve işin biraz tadı kaçmak üzereyken “Rancho” tabelasını görmem beni oldukça rahatlatıyor. Fakat bir yandan San Cristobal teknemi yakalama kaygısına düştüm. Bu yüzden rehberli turu yapmayıp, birkaç foto çekip tekrar yollara düştüm ama bu sefer doğru yola. Meğerse gelirken yanlış yolu yürümüşüm. Bu yol da uzun fakat arabalar geçiyor allahtan. Bir araba otostopuma durup beni ana caddeye kadar attı sağ olsun.

Ana caddeden de bir pikap arkasında merkeze ulaşıp tekneyi yakaladım, ohh be. Motoru buranın sakini bir iguanayla bekledim, hava çok sıcak ikimiz de mayışmışız.

Adalar arası son yolculuğum sonrası akşama doğru ilk göz ağrım San Cristobal adasındayım. İlk kaldığım hostelime çantamı atıp çılgın teyzeyle selamlaşıp sahildeki restoranlardan birine oturuyorum. Artık bu son gecem, bir balığı hak ettim di mi? Deniz aslanları, önümde buz gibi bir bira ve taze balığım güneşi batırıyoruz. İçimde yarın sabah bu eşsiz adalara veda edecek olmanın getirdiği ufak bir hüzün, fakat elbette daha çok içimdeki bir huzur, bir mutluluk hissi. Sen ne eşsiz, ne güzel yerdin be Galapagos!

Galapagos Adaları’na Seyahat Ne Kadara Mal Oldu?

Evet bu güzel seyahatin bir de maddi boyutu var tabi ki. Galapagos Adaları’na seyahatin pahalılığına dair bir çok efsane vardır. Evet turla giderseniz buralarda seyahat pahalı diyebiliriz. Gemilerin günlüğü 200 dolar civarlarından başlıyor.

Ben anlattığım gibi bu seyahati tursuz, bağımsız bir şekilde yaptım. Otellere gecelik pazarlıkla 15 dolar verdim. Yeme-içme maliyetim ise ekstra kahveler ve içkiler hariç günlük 11 doları geçmemiş. Ama yemek standartları pazarda, halk lokantasında ya da kendi ellerimle yapmaca. Dünyayı gezmeye niyetlenmiş birisi olarak benim zaten normal standardım bu şekilde. Adalararası ulaşım tek yön 30 dolar ama ben hep pazarlıkla 25 dolara gittim. Adalarda 100 dolar harici, İsabela adasında 5 dolar, bir de QuayaquilHavaalanı’nda 10 dolar vergi, giriş parası vs.. veriyorsunuz. Gelelim en önemli kalem uçak parasına. Galapagos adalarına iki varış noktası var. Bunlar San Cristobal ve Santa Cruz adası. Buralara ana karadan ulaşım ise Guayaquil ve Quito şehirlerinden. Her zaman en ucuz uçuşlar Guayaquil ve San Cristobal arası. Ben uçuşumu yaklaşık 1 ay öncesinden alıp, gidiş- dönüş her şey dahil 234 dolar ödedim. Dolayısyla bu gezinin bana temel maliyeti 657 Amerikan Doları olmuş.

Ekstralara gelirsek… Dalışlar çok pahalı, ben Leon Dormido dalışı için pazarlıkla 150 dolar verdim. Isabela Adası’ndaki Las Grietas turuna ise son dakika kontenjanından 60 dolarla ortalamanın 30 dolar aşağısına mal ettim. Dalgıçsanız burada bir kere dalmadan olmaz. Dalgıç değilseniz ise Las Grietas turu verilen paraya değiyor. Isabela’da saati 2 dolardan 5 saat bisiklet maliyeti 10 dolar, günlük kiralanırsa 15. Filtre kahve fiyatları 1-3 dolar arasında, bir büyük şişe bira ise 2,5-3 dolar arasında değişiyor. İçkiyle fazla haşır neşirseniz adalara gelmeden önce almakta fayda var. Ben uzun süreli seyahat halinde olduğumdan hediyelik eşya olayıyla pek muhattap değilim ama nedir bir tişört aldım 10 dolar, shot bardakları ise 3-5 dolar civarındaydı.

Bütün bu maliyet hesaplarının dışında Galapagos Adaları’nda yaşadığım her anın paha biçilemez, ayrı bir değeri vardı. İmkanlar dahilinde gidilip, hiç kimsenin pişman olmadan döneceği, dünyadaki çok özel bölgelerden biri Galapagos Adaları.