Bir Yudum Huzur Tadında Burgazada

İstanbul’a bir saatlik bir mesafede bulunan deniz üstünde doğal bir cennet gibi görünen Burgazada; martıları, vapurları, faytonları, kedileri ve köpekleri ile sizleri kalabalık şehir cenderesinden uzaklaşmak için kulaklarınıza güzelliğini fısıldıyor… Bir yudum almaya var mısınız?

Ada Hayatı

Adalar… Çamlıkların, ölümsüz yazarlarının, Yeşilçam filmlerinin, mutlu kedilerin, çığlık çığlığa martıların, faytonların, yandan çarklı vapurların, yaz melteminin, bisikletlerin, tül şapkalı Rum kadınlarının, bastonlu yaşlı amcaların, plaja gidenlerin, Rum balıkçıların ve barbaların, mehtabın, taş plak çalan gramofonların, açık havada yenen yaz gecesi yemeklerinin kadim mekânı.

Şehir denilen kavramın ne menem bir fenalık olduğunu tekrar hatırlatan yerdir Burgazada.

Burada yaşam sürmek ilkelliktir, belli bir saatten sonra ulaşamazsınız ya da uzaklaşamazsınız. Fazla ışık yoktur kimi zaman, ama yıldızları doyasıya seyredebilirsiniz. Yüksek sesli onlarca insanın ter ve ten uyumları ile eğlendiği, tepindiği, kendinden geçtiği barları yoktur ama akşam denize düşen yakamozla elinde likör ya da şarapla oturup dalarsın manzaranın götürdüğü derinliklere. Kendinden geçmek sadece manzara ve atmosferle olur burada. Yanaşan vapurlardan kışın yüz kişi değil de on kişi iner, her birini de isim isim sayarsın. Bir bakmışsın şehre gitmek istemiyorsun bir süre, sonrada mutlu bir kölesi olursun adanın.

Burgazada’yı tanımlarken, adaların en doğalı, en ‘ada’ gibi olanı demek daha doğru olur herhalde. Tabii bir Sait Faik Abasıyanık adası olduğunu da eklemek gerek hemen. Üstadın öykülerinde balığından martısına, Rum balıkçısından, Laz bakkalın, ay ışığında yakamozlanan dalgalarına değin, çok ayrıntı bulabilirsiniz Burgazada hakkında. Emin olun, hepsi doğrudur ve pek çoğunu hala bulabilirsiniz burada.

Mesela Laz bakkal olmasa bile onun oğlunu ya da torununu bulabilirsiniz. Burgazada Bizans imparatorları zamanında meşhur insanların sürgün edildiği bir esaret yeri işlevi görmekteydi.

Şimdilerde ise tüm bu anları geride bırakarak bir arada yaşayan kültürlerin görüntülerine ev sahipliği yapıyor. Burgazada, halkın gözünde insan yaşamının en şiddetli karşıtlıkların simgesi, gururla küçük düşmenin, büyüklükle hiçliğin, mutlulukla sefaletin birbirine karıştığı bir yer. Aslında tüm adalar, insanların dostlukla kenetlendiği, mezhebine bakılmadan kabul edildiği, kişisel çatışmaların yaşanmadığı bambaşka bir diyardır.

Ada yaşantısından söz etmeye başlandığında kış ve yaz mevsimleri arasındaki büyük bir kültür farklılığı ortaya çıkıyor. Günübirlik ziyaretçilerle dolup taşan yaz ayları cıvıl cıvıl yaşanırken yerleşimin, anakaradan ve birbirinden ayrı durumda olan beş ada olması, yaz ve kış mevsiminde yaşayan insanların arasındaki kültürel, sosyal ve ekonomik farklılığın çarpıcı boyutta ortaya koyuyor aslında. Bir bakıma da etnik kökenlerin içtenlikle bir arada yaşaması hayatı daha da güzel kılıyor.

Ada sakinlerinin ve günübirlikçilerin en çok kullandığı taşıt ise bisiklet. Günübirlik geziler için adaya gelenlerin en büyük eğlencelerinden biri de ada turları. Çam ağaçları ile kaplı yollarda gerek faytonla gerekse bisikletle yapılan gezilerde kullanılan parkur muhteşem bir an yaşatıyor.

Sait Faik Abasıyanık ve Madam Marta

Gece gündüz, terkedilmiş izlenimi yaratan bir sessizliğe bürünen bu adanın ilk akla getirdiği şey malum yazar Sait Faik Abasıyanık’tır.

Onun yürüdüğü yollarda yürümek, onun baktığı manzaralara bakmak bambaşka sarsar insanı.

İskele meydanının hemen arkasında bulunan cami ve az ötesindeki kilise, ada hakkında küçük de olsa bir fikir verir. Burgazada iklimi, sahili, çamları, restore edilmiş zarif köşkleri ile İstanbul’un en sevilen mevkilerinden biridir. Adanın yalı ve köşkleri, güzelliği ve zarafetiyle tanınmıştır. Güzel ahşap köşkler genellikle sahilde Gezinti Caddesi'nde, Kaşıkadası ve Heybeli'ye bakan tepenin eteklerinde Gönüllü ve Mehtap sokaklarındadır.

Kıyıdan bu duvar gibi yükselen bu tepenin üzerinde Hristos Manastırı vardır. Aynı yönde devam edince adanın en güzel manzarasına sahip Esentepe Mahallesi ve hemen aynı yol üzerinde devam edildiğinde Marta Koyu (bir zamanların Halikya Koyu) ve Süt Koyu’nun bulunduğu sahil kesimine gelinir. Yazları gelirseniz açılan plajda enfes çaylar demleyen ve güler yüzü ile ağırlayan Mehmet Ali abi karşılar bu yerlerde.

Madam Marta Koyu'nun ilginç bir de öyküsü vardır. Madam Marta, alımlı, gösterişli bir balerin, hatta o yıllara göre fazla özgür ruhlu bir kadınmış.

Burgazada'nın Sivriada'ya ve batıya bakan, kuzey ve güneye kapalı koyunda mevsimin yaz veya kış olduğuna aldırmaksızın ibadet yaparcasına denize giren, günbatımıyla alev alan suları kulaçlayıp,  güneşe ulaşmak ister gibi yüzen bir kadın vardı. Madam Marta. Mısır asıllı bir Hıristiyan'dı Marta. Eşi Ermeni'ydi. 1920 yılında Mersin'de dünyaya gelen Marta, Osmanlı Bankası Müdürü babasının tayini üzerine çocuk yaşta İstanbul'a gelmişti. St. Benoit Lisesi’ni bitirdikten sonra 1921 yılında Sovyet Devrimi'nden kaçarak ilk bale okulunu açan Lydia Krassa Arzumanova’nın öğrencisi oldu. Türkiye'nin ilk balerinlerindendi.

Evlenip Burgazada'ya yerleştikten sonra kendisini doğaya ve denize adadı. Evi Aya Nikola meydanındaydı ama o zamanının çoğunu daha sonra kendi adıyla, Marta Koyu olarak anılacak koydaki eski soda üreticilerine ait kulübede ve denizde geçirirdi. Öyle ki, dost ve konuklarını bile kulübenin önündeki incir ağacının altına kurduğu sofrada ağırlardı. Koyun temizlik ve bakımını hiç gocunmadan kendisi yapardı. Doğum sancısı bile koyda yüzerken tuttu ve bir motorla hastaneye yetiştirildi.

Su perisi gibiydi Marta. Yaz kış soğuk suyla yıkanır, karda bile çorapsız gezerdi. Yağmur sularını biriktirir, her yağmurdan sonra, "Biraz Allah suyuyla yıkanayım" diyerek evine koşardı. Ortada henüz modası bile yokken; uzun saçlarına alından sıkma bandanalar bağlar, tahta bilezikler, kocaman halka küpeler takar, ayak bileğini halhallarla süslerdi. Her akşam rengarenk giysiler ve pareolarla iskeleye inip eşini karşılardı. Adalılarla çok iyi dostluklar geliştiren ve yardımsever kişiliğiyle hâlâ hatırlanan Marta, 1986 yılında vefat etti. Burgazadalılar onun çok sevdiği koyu bugün de Marta Koyu diye anmaya devam ediyor.

Yeme-İçme

Güzel anılar ve hikâyelerle dolu güzergâhlarda ilk durak Barba Yani’dir. Barba Yani doğallık, sadelik ve samimiyetin hakim olduğu bir ortama sahip. Barba, burada manzaranın güzelliğine hayran kalabilirsiniz. Çeşit çeşit meze, sayısız yemek ve salata çeşitleri ve tazecik balıkları ile karşılıyor.

Burgazada atmosferinde, lezzet ve keyfi bir arada sunan Antigoni Restaurant, şehrin gürültüsünden uzak, hoşça vakit geçirmek isteyenler için eşsiz bir mekân. Ada balıkçılarının tuttuğu balıkların servis edildiği, manzarası ve konumuyla Burgazada’nın en güzel mekânları arasında yer alan Antigoni Restaurant, klasik Rum meyhanesi tarzında, hem lezzet hem de uygun fiyat anlayışıyla hizmet veriyor.

Deniz manzarası eşliğinde sabah kahvaltısı ile güne başlayıp gece mehtap eşliğinde buz gibi rakı ile zengin mezeler taze balıklarla günü bitirmenin keyfine varılacak bir diğer mekân ise Ada Keyf’tir. Sahil şeridinde bulunan, turuncunun hâkim olduğu şirin ev tadında bir mekândır.

Fincan Cafe, Burgazada'da denizin kıyısında iki büyük dükkânın arasına sıkışmış ufak şirin bir mekândır. Kahvaltı, öğle yemeği ve akşam servisi bulunmaktadır. Akşamları bir başkadır Burgazada ve Fincan Cafe. Cafenin sıcaklığı ve işletmecilerinin samimiyeti müşterilerine de yansır.

Bakkal Mustafa’sı, Adalar Marketi, Ergün Pastanesi, Tüpçüsü ve Burgaz Et Dünyası ve Bülent Eczanesi ise çekinmeden girip samimiyet yakalayabileceğiniz, ihtiyaçlarınızı alabileceğiniz sıcacık mekânlardır.

Bir de Kalpazan Kaya’ya varılır.  Özellikle hafta sonu buraya mutlaka rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Gelişi güzel biraz şans işi. Yemeklere gelince öncelikle mezelerin enfes olduğunu belirteyim, ahtapot salatası, levrek marine hepsi çok başarılı. Yeni seri rakıyla harika giden bu mezelerden sonra, ara sıcak olarak mutlaka kalamar tavayı öneririm, şimdiye kadar yediklerimin arasında en iyilerden biriydi desem abartmış olmam. Ayrıca kaya koruğu ve deniz börülcesi de ot severler için burada bulunuyor. Ana yemek olarak tandır-balık ikilisi vazgeçilmezdir.

Ada Vapurları ve Martılar

Şehir hayatının giderek keskinleşen cenderesinde sıkışan insanların kaçış noktası olan adalar içinde yaşattığı atmosfer ve duygu yoğunluğuyla bir gün bile ayırmanın hazzını yaşatabiliyor. Vapur keyfini sevenler için hoş bir yolculuğa dönüşebiliyor. Adaya, gidiş dönüşlerde vapurlar biraz kalabalık olsa da dışarıda güzel bir yer kapmayı başaranlar için müthiş bir duygu yoğunluğuna dönüşebilir.

Yanınızda martılara atacak simit, ekmek gibi birkaç kırıntı varsa mükemmel bir deniz yolculuğu yapabilirsiniz. En kalabalık dönemini yaşan yaz ayları adada bambaşka hissettiriyor kendini. Vapurlar, deniz otobüsleri, motorlarla sürekli taşınarak adaya ayak basanlar, ilk önce iskele çevresinde telaşlı kalabalıklar oluşturuyor. Hediyelik eşya dükkânları ve tezgâhlarından alışveriş yapanlar, ada restoran ve köftecilerinden etrafa yayılan iştah açıcı kokular, çeşitli alternatif davetkâr cafeler ile renklenen iskele çevresinde farklı bir atmosfer yaşamaya başlıyorlar.

Birde adanın tarihini yaşatan sokaklarında ev sahibesi kediler ve köpekler vardır. Onlar adaların baş konuklarıdır. Kimisi sahipleri tarafından terk edilen, kimisi de orayı vatanı bilen hayvanlardır. Hepsi de adanındır. Adalı insanlar onlar için ailedir, bir dost bir eldir. Ben adaya terk edilen hayvanların sahiplerini hep kendilerini özgürleştirdiklerine inandım. Umarım öyledir.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
AYŞE CEMRE TATLICI

Yazar Hakkında

AYŞE CEMRE TATLICI

Uzaklar yakın olsun gözlüğümle her şey bana daha yakın... 1983 yılında Karadeniz’in en uç noktası olan Sinop’ta dünyaya geldim.