Salihli'de köftemizi yedik, artık Birgi'ye doğru ilerliyoruz. Köyün Ödemiş'e gelmeden 10 km önce olduğunu biliyorum ama karayollarının yol mesafe levhalarında sadece Bozdağ ve Ödemiş var. Unesco Dünya Mirası adayı Birgi'ye dair hiçbir işaret, tabela vs. yok. Oysa tarihi yerleri gösteren kahverengi tabela olması gerekirdi diye düşünüyorum.
Bir önceki yazımda anlattığım gibi Karadeniz’i, İsviçre’yi andıran virajlı dağ yolunda ilerlerken gördüğüm yeşil rengin ve ormanın sarhoşluğu içinde ne iyi ettim de doğrudan Bodrum’a gitmek yerine yolumu buralara düşürdüm diye mutlu mutlu yorgunluğumu umursamadan ilerliyorum.
Arada gördüğüm güzel manzara, dağ kahveleri, şipşirin köyler, gelincikler, baharın kokusu da yol arkadaşımız oluyor. Nihayet bir kavşağa geldiğimizde "Birgi 1 km." yazan bir tabela görüyoruz. Birgi, daha girişinde “ben çok çok sevimliyim” diyor. "Yollarda ismim yok ama ben, Lidya Krallığı, Pers egemenliği, Bergama Krallığı, Roma İmparatorluğu Doğu Bizans İmparatorluğu dönemlerinde önemli bir kenttim, Aydınoğulları Beyliği'ne başkentlik yaptım ve sonuçta 1426'da Osmanlı imparatorluğuna dâhil oldum, işgal yıllarında Kuvayi-Milliye örgütü kurarak düşmana karşı direnç gösterdim, bu nedenle de 1990 yılında kentsel sit alanı, 2012 yılında ise UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne eklenerek koruma altına alındım, yani önemli bir tarihi kentim" der gibi büyükçe bir taş üzerine adını yazdırmış.
Parke taşlı yoldan ilerliyoruz, Bozdağ'ın yamaçlarında, Birgi Çayı’nın sağında ve solunda kurulmuş olan köy, bir masal şehri gibi, biraz Trilye, biraz Cumalıkızık’ı andıran ama daha değişik, anlatması zor, Anadolu'nun bu köşesine gizlenmiş bu köyü görmek lazım. Asırlık çınar, çam ve meyve ağaçları, köyün tam ortasından geçen Birgi Çayı ve üzerindeki köprüler, tarihe meydan okuyan, dokusu korunmuş tarih kokan eski, pencereleri çiçekli, tahta kapıların her biri birer antika evleri ile saklı bir cennet. Parke taşlı sokaklarda dolaşırken dev bir açık hava müzesinde dolaşıyor gibiydim.
Değeri keşfedilmiş, restorasyon yapılmış, korunmuş ve turizme kazandırılmış olması hoş ancak, bu güzelim, istikbali parlak köyün insanları ile biraz sohbet edince oldukça derli olmalarına üzüldüm. Ödemiş'e bağlı bir köy iken, son belediyeler kanunu ile yine Ödemiş'e bağlı bir mahalle olduktan sonra ne yazık ki bakımsızlık ve ilgisizlikten oldukça şikâyetçiler, ilgisizlikten şikâyetçiler, çöpler toplanmıyor, çevredeki arı kovanları nedeniyle gelen turistler değil bal reçel, yemek bile yiyemiyorlar ki bunu yaşadık biz de.
Çınaraltı Pansiyon’da kaldık, eski bir evi 7 odalı otele çevirmişler, yerler tahta, ayakkabı ile girmek yok, yanınızda yoksa terlik veriyorlar, odalar geniş, yatak örtüleri, perdeler yöresel kumaştan. Bahçesi ise bir cennet, derenin kenarında gerçekten de adı gibi Çınaraltı’nda. Sahipleri Burçin Hanım, bey, iki tane birbirinden sevimli çocukları, anneleri kendileri hizmet veriyorlar. Köyde kalacak yer az, bunun bilincindeler, buraya 30 metre ileride yeni bir otel yapıyorlar, arsa içindeki tarihi taş bir yapıyı aynen koruyarak oteli de bu binaya uygun inşa ediyorlar, gidip gezdim, çok da hoş olacak, seneye sezona hazır.
Akşam bize kendi mutfaklarında kendilerine yaptıkları yemekleri ikram ettiler. Bu insanlar o kadar cana yakın, sevimli, aydın ve bilinçliler ki ben bayıldım onlara, Unesco'nun listesine girebilmek için kriterlerden biri olan "yöre halkının çevrelerinin bilincinde olmaları" kriterine kesinlikle uygunlar diye düşünüyorum.
Köyde görülmesi gerekli yerler ise; Çakırağa Konağı, Ulu Cami, Mehmet Efendi Medresesi, Sultan Şah Türbesi, Aydınoğlu Mehmet Bey Türbesi, Derviş Ağa Camii, Karaoğlu Camii ve Çeşmesi ile Bizans döneminden kalma kule.
KÖY MEYDANI ve AYDINOĞLU MEHMET BEY CAMİİ
Birgi küçük bir köy, her yer yürüme mesafesinde. Merkezde yemyeşil, gölgelik bir meydan, bir kahve var ve bu meydan “Türkiye’nin En Güzel 10 Küçük Meydanı” listesinde 3. sırada. Bu şirin meydanda kahvenin tam karşısında bir cami bulunuyor. Dışarıdan baktığınızda bu camiyi farklı kılacak, dikkatinizi çekecek 2 özelliği var. Birincisi minaresi -Pek çok caminin minaresi arka sağ köşedeyken burada minare ön sağ köşede (büyük ihtimalle batı cephesinin hemen yakınında bulunan Aydınoğlutürbesi olması nedeniyle). Minare, kesme taşlardan inşa edilmiş kare bir kaide üzerine oturtulmuş silindirik gövdeli ve üzeri de kırmızı ve firuze renkli sırlı tuğlalardan yapılmış zikzaklı örgü ve baklava deseni ile günümüze kadar dayanmış ve muhteşem görünüyor.
Dikkatinizi çekecek diğer özelliği ise, caminin güneydoğu köşesinde yerden yaklaşık 2,5 metre yükseklikte, mermerden yapılmış bir aslan heykeli (Muhtemelen M.Ö 1000-500 yıllarından Lidyalılardan kalma). İslam mimarisinde -özellikle ibadet yerlerine- heykel yapılmasına pek sıcak bakılmazken burada Arkaik dönemden kalma bir heykel bulunması dikkat çekici ve çok önemli. Aslan eski çağlarda gücü temsil ettiğinden, bu heykel muhtemelen Aydınoğlu Beyliği’nin ve hükümdarı Mehmet Bey’in gücünü sembolize ediyor. Zaten caminin halk arasındaki ismi de Aslanlı Cami yada Ulu Cami. Birgi’nin en önemli simgesi olan 1312 yılında yapılmış en eski camilerden olan bu cami Türk-İslam geleneğine uygun olarak hamam, medrese ve Mehmet Bey ile üç oğlunun kabirlerinin bulunduğu türbeden oluşan bir külliye şeklinde inşa edilmiş.
Üstünde sivri bir kemer bulunan kapısından içine girerken yine dikkatinizden kaçmayacak, dünyadaki pek çok caminin girişi düz veya merdiven çıkmanız gerekirken bu Camiye girerken 11 ahşap basamaktan inilerek giriliyor. Tavan ve çatının ahşap ve kemerli olması da yine çok camide olmayan bir özellik. Minberi ve pencere kapakları oymalar ile süslenmiş Selçuk ahşap sanatının en güzel örneklerinden.
Birgi Ulu Cami’nin içi çini süsleme açısından oldukça zengin. Mozaik çinili mihrabı Türk mavisi olarak bilinen turkuaz ve patlıcan moru renkli çinilerle, geometrik şekillerle ve yıldız figürleriyle bezenmiş muhteşem bir ahşap işçiliği. Yan tarafında dört hadis ile minberin yapılış tarihi, altta ise yapan sanatçının adı o kadar güzel yazılmış ki süslemeler arasında fark edilmiyor bile.
Minber kapılarını çalmışlar… Gerçek bir sanat eseri, harika bir ustalık eseri olan bu minber 1993 yılında kapıları esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur ve yıllarca bulunamaz. Tabii burada da ilginç bir hikâye var. 1996 yılında ünlü bir İngiliz müzayedesinde bir açık arttırma sırasında satılmak üzereyken fark edilir ve Kültür Bakanlığı’nın girişimleriyle Türkiye’ye iadesi sağlanır. (Bir rivayet kapıların fark eden daha önce camiyi ziyaret etmiş ve çok beğenmiş bir İngiliz turist, diğeri de İngiltere’de çalışan bir Türk). Kim fark etti, kimler emek verip getirtti ise emeklerine sağlık, önemli olan geri gelmesi, darısı diğer çalınmış tarihi eserlerimize.
Meydanda caminin hemen yanında ise Şah Sultan Türbesi, onun yanında ise Umur Bey heykeli dikkat çekiyor.
TARİHİ BİRGİ EVLERİ
Caminin karşısındaki Umur Bey heykelinin yanındaki sokaktan aşağı inin, soldan ikinci sokağa dönün ve sağlı sollu tarihi Birgi evlerinin olduğu sokaktan fotoğraf çekerek, tarihi koklayarak yürüyün, sokağın sonuna geldiğinizde sonra yine köy meydanına caminin düğer tarafına çıkacaksınız.
İşte sadece bu konak için bile Birgi’ye gelinir. Kültür Bakanlığı tarafından 1977 yılında onarımına başlanmış, restore edilmiş, 1995 yılından beri de müze olarak halka açık. Müze kartınız geçerli veya 5 TL karşılığında gezebiliyorsunuz.
Batı Anadolu’nun en görkemli yapılarından biri olan Çakırağa Konağı, 18. yüzyılın sonlarında zengin bir tüccar tarafından yaptırılmış, Ege bölgesine özgü mimarisi ile günümüze kadar korunmuş ender konaklardan biri ve gerçek bir mimarlık şaheseri. Ahşap arası kerpiç dolgu adı verilen bir teknik ile inşa edilen inşaatta kullanılan ahşap malzemeler Venedik’ten getirtilmiş, duvar ve tavan süslemeleri, kalem işleri ve ahşap oymaları döneminin en güzel örneklerinden biri. Geniş bir saçakla çevrelenen bina kiremitle kaplı bir çatıyla örtülmüş.
Konağın alt katı taşlık, mutfak, ahır, misafir ve bekleme odası, tamamen ahşap olan ikinci katı kışlık, yine tamamı ahşap, yüksek tavanlı üçüncü kat ise yazlık olarak planlanmış ve kullanılmış, katlar arasındaki iç merdivenler de yine tamamen ahşap. Tavan ve duvar süsleri, kabartmalar görmelere değer, zengin bitki ve meyve motifleri ile muhteşem bir süsleme ve işçilik.
Üst kattaki salon “İstanbul Odası”, adını İstanbul’un şehir panoramasından almış, Sarayburnu, Üsküdar manzaraları olduğu anlaşılan çok daha zengin süslemeler ve tavan işçiliği ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden. Tek bir çivi dahi kullanılmadan yapılan, ağaç oyma ve geçme sanatının şahane örneği tavanlar, duvarlar, kolonlar, üst kısımları üçgen alınlıklarla tavana bağlanmış. Barok süslemelere sahip kapılar, çatı saçakları kısacası tüm evde inanılmaz bir süsleme var. Her katta bir eyvan, misafir bekleme odaları, meyve sebze kurutma odaları gibi ilginç odalar bulunuyor. Pencerelerin alt bölümleri ahşap kafesle kapatılmış, bazıları ise vitraylarla süslenmiş.
Konak mis kokulu özellikle güller ve çeşitli çiçeklerle bezenmiş büyük bir bahçe içinde, müştemilatların mimarisi bile muhteşem. Evet Birgi’ye gelmelisiniz, bu köşke gelmeli, gezmelisiniz.
Gezilecek daha çok yer var, benim Bodrum’a doğru epey yolum var. Yolcu yolunda gerek…
Bir sonraki yazım, “Moskova ve Nazım Hikmet’i ziyaret”e kadar sevgiyle…