Carnival Victory Gemisi ile Batı Karayipler

Yazı dizilerimin bu bölümünde yeni bir gemi ve yeni bir rota ile sizlerle birlikteyim… 
Miami’ye gelişimizin ertesi günü Türkiye’den rezervasyonunu yaptığımız, 4 günlük Batı Karayipler gemi turumuz ile Florida’nın Key West kasabasını ve Meksika’nın Cozumel limanı ile en eski Maya şehri olan Tulum’u ziyaret edeceğiz.
 
Öncelikle sizlere bu rezervasyon ve gemi hakkında bilgiler vermek istiyorum. MSC Divina gemisi ile İzmir’den Miami’ye gideceğimiz bir sene öncesinden belli olduktan sonra, Amerika’yı gezme planlarını yapmaya başladım. Key West de listemdeki görülmesi gereken yerler arasındaydı. Gezi programınızı oluştururken, “fiyat” ve “değecek mi” dengesini yapmak zorundasınız. Gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki; dev gemilerde yaşadığımız lüks ve rahatlığa burada kendi başımıza yapacağımız gezilerde o uygun fiyatla ulaşmak mümkün değil. Hangi bir rahatlıktan bahsedeyim ki; yemeklerin ve servisin kalitesinden mi, yoksa eğlenceden mi, yatağınız ve odanızdaki rahatlık veya temizlikten mi! Bütün bunları göz önünde bulundurarak, Miami’den Key West’e yapılacak 2 günlük bir gezi bize kişi başı en aşağı 200-300$’a mal olacaktır. Bu sefer de Miami’ye geldiğimiz zaman “acaba Key West’e bir gemi turu daha alabilir miyim?” diye araştırma yaparken, ertesi güne denk gelen bir gemi seferi buldum. “Miami - Key West - Cozumel - denizde eğlence ve dönüş Miami” güzergâhı olan bu seferin fiyatını görünce gözlerime inanamadım. Kişi başı 240$ vergi ve her şey dâhil, hem de dış kabin, aman Tanrım, biz Key West için bu parayı zaten ayırmıştık. Meksika da bu işin bonusu olacaktı. Acentem Arkas’ı aradığımda onlar da bu fiyata şaşırdılar ve hemen 1 gün içerisinde rezervasyonumu yaptılar. Yuppiii planda olmayan Meksika’ya da gidiyordum! Bana bir gemi seyahati yetmez; hemen arkasından da ikincisi, benim gibi bir cruise yazarına yakışırdı. Tabii gitmişken Maya şehirlerini de görmeden olmaz. Onun için seyahatlerimi planlarken daima araştırıyorum ve tetikte duruyorum. Bilhassa cruise seyahatlerinde, sizlere daha önce de bahsettiğim gibi son dakika rezervasyonlarında % 85’e varan indirimlere rastlayabiliyorsunuz. İşte bu da onlardan bir tanesi ama bu erken rezervasyondu. Ben cruise yolculuklarıma, ya 1 sene önceden erken rezervasyon yaptırırım ya da gemi kalkışına 10 gün kala son dakika rezervasyonu… Tabii ki “pasaport, vize, para, zaman” hazır olmalı!

Dün indiğimiz Miami limanının, bugün tekrar başka bir terminalinden Carnival Victory gemisine bineceğiz. Giriş işlemleri için gerekli olan rezervasyon formu ve pasaportlarımızı hazırladık ve saat 11 civarında geminin kalkacağı terminalde görevli hosteslerin eşliğinde check-in işlemimizi yaptırdık. Üzerinde ismimiz yazan yeni gemi kartımızı (Sail & Sign Card) aldık. Bu gemi kartı, bizim gemide her şeyimiz; gemiye giriş ve çıkışta pasaport, alışverişlerde cüzdan sayılıyor.

Haydi bakalım şimdi de Carnival Victory gemimiz ile tanışalım… Tabii ki sizlere gemiler arasında ve hatta şirketler arasında da seyahat ve eğlence yönünden farklılıklar olduğunu belirtmem lazım. Mesela bugün bineceğimiz Carnival gemilerinin konsepti eğlence üzerine kuruludur. Gemilerinde her an eğlence ve şamata vardır. Eğer dinlenmek ve sakin bir gezi istiyorsanız bu gemilere binmeyeceksiniz. MSC’nin gemilerinde ise şıklık, İtalyan zarafeti ve yemeklerin sunumu ön plana çıkmıştır. Princess şirketinin gemileri ise fiyatlar diğer şirketlere göre daha pahalı olduğundan yolcu yaş ve kalite yönünden daha oturaklıdır. Carnival gemilerinde eğlence ön planda olduğundan, gençler ve eğlenceyi seven Afro-Amerikalılar da daha çoğunluktadır. Hele Karayip ve Bahamalara gidecekler bu ayrıntılara dikkat ederlerse sükûtu hayale uğramazlar!
 
Carnival Victory gemisi, Carnival filosunun 24 gemisinden biri ve 14 yaşında…

Yaşına bakın ama esas ne zaman elden geçirilip, dekorasyonunun da yenilendiği önemli… Gemiye ilk girdiğimizde MSC gemilerinin o kendine has zarafet ve nefis parfüm kokusu yok. Daha çok Amerikan tarzını yansıtan abartılı renkler, ışıklar, geniş oturma gurupları ve iki şişman insanın yan yana geçebileceği genişlikte koridorlara sahip… Tabii odalar da ona göre geniş ve ferah… Yemekler bol ve lezzetli… Günün her saati yiyebileceğimiz bir açık büfe bulabiliyoruz.

Hele o hamburgerleri! Aman ya rabbim! Kocaman, yağlı ve içine istediğiniz her şeyi doldurabilirsiniz; ama bir o kadar da lezzetli oluyor kerata… Her dakika bir anons ve şamata ve havuz başı müzikli şovları, partileri ile bu gemi çok eğlenceli… Havuzlar dolu ve güvertede şezlong bulmakta zorlanıyorsunuz. Niye, çünkü burada sezon dışı diye bir şey yok ki… Her daim gemiler kalabalık… Ama sakin zamanı yok mu? Tabii ki var. Mesela herkes içeride eğlenirken sakin sakin güvertede açık hava sinemasında o günün filmini seyredebilirsiniz. İçkinizi veya çayınızı alıp mehtaba veya ufka doğru hayaller kurabilir ve bu gemide olmakla ne kadar şanslı olduğunuz konusunda düşünüp Allah’a şükredebilirsiniz. Amerikalı yolcular gündüz dışarıda, gece ise içerideki barlarda canlı müzik olduğundan çoğu eğleniyor ve içiyorlar… Ama etrafa zarar verenini hiç görmedim. Bir de Amerikalılar bence gayet nazik insanlar… En ufak bir yan bakış yahut dokunmada hemen özür diliyorlar ve birbirlerine yol vermede veya sıra vermede gayet medeniler… Biz Türklerin buralarda öğreneceği çok şey var.
 
Gelelim odamıza, dediğim gibi İtalyan gemilerinden daha büyük ve daha ışıklı ama ne de olsa geminin 14 senelik bir eskiliği yine de var. Ama rahatsız etmiyor.

Gemi 2000 yılında hizmete girmiş ve 2007 yılında da gemide kısmi yenileme yapılmış. Gemimiz 3400 yolcuya kadar, 1100 kişilik personel ile hizmet verebiliyor. İlk izlenimlerim şimdilik bunlar… Bakalım gezimizin ilerleyen zamanlarında sizler için neler gözlemleyeceğim.
 
Gemimiz saat 17.00 gibi hareket edecek ve yine o muhteşem Miami manzarasını geminin güvertesinden bir daha seyretme mutluluğuna ereceğiz.

Key West

Carnival Victory gemisi ile Miami limanından saat 17.00’de ayrıldık. Muhteşem Southbeach ve adalar manzarasını seyrederek rotamızı Key West’e çevirdik. Ertesi sabah saat 7.30’da Key West limanına yanaşmış olacağız. Sabah 8.00 gibi kahvaltımızı yaptıktan sonra hemen kıyıya çıkıyoruz.

Zaten kahvaltımızı yaparken bir taraftan da şehrin meydanını ve marinasını seyredebiliyorduk. Geminin bağlandığı iskele; kasabanın meydanına, turistik alışveriş mağazalarına ve yat limanına 5 dakikalık yürüyüş mesafesinde yer alıyor. Limanın bu derece şehir içerisinde olmasının bir nedeni de Key West’in bu kıyısının derin olması, bu yüzden de buraların tarih boyunca kıymetli olmasının nedenlerinin başıdır. Limandan ayrılınca hemen karşımıza çıkan kırmızı 4 katlı bir bina dikkatimizi çekiyor. Burası gümrük, posta ve yerel mahkemelerin de içinde olduğu bir resmi daire… 1891 yılından beri hizmet veren bu binanın önünde bulunan heykellerin fotoğraflarını çekmeden yapamadım.

Biraz yürüdükten sonra Mallory Square’e varıyoruz. Burada eski batık gemi müzesini, sünger ve çeşitli enteresan deniz kabuklarının satıldığı turistik eşya mağazalarını görüyoruz. Çeşitli deniz canlılarının bulunduğu akvaryum da burada…

1976 yılından beri Key West’in eski tarihi bölgesini dolaştıran 11 duraklı Hop On-Hop Off troleybüsleri de buradan turlarına başlıyorlar. Bu turları geminizden de 30$ karşılığında alabilirsiniz. Buradaki fiyatı ise 20$.

Biz ayaklarımıza güvendiğimiz için buraları yürüyerek keşfetmeye karar verdik. Zaten 3-4 saatlik bir gezi ile görülecek yerlerin çoğunu görmüş olacaksınız. Haydi bakalım yola çıkalım, nereleri gördük sizlere tek tek aktarayım… 
Elimizde haritamız var ve Front Street üzerindeki Little White House’dan gezmeye başlıyoruz. 1890 yılında deniz personeli üssü olarak inşa edilen ve Truman’ın 1946-1952 yılları arasında yaşadığı bu küçük beyaz saray binasını ve bakımlı bahçesini geziyoruz. Daha sonraki Amerikan başkanlarından Eisenhower 1956’da kalp krizi geçirdiğinde; John Kennedy, Jimmy Carter ve Bill Clinton ise belli sürelerle bu evi kullanmışlardır. 1974’de bu bina Ulusal Tarihi Yerler Listesi’ne alınmıştır. Giriş ücreti 14$.

Daha sonra bu geniş bahçeli evlerin bulunduğu sitede tarihi kapok ağaçları dikkatimi çekiyor. Önündeki tabeladan okuduğum kadarı ile bu ağaç 60-70 metre uzunluğa ulaştığı için, gövdesi de epey geniş oluyormuş.  Mayalarca kutsal kabul edilen bu kapok ağaçlarının, yeraltı dünyasına inen geniş kökleri, geniş ve heybetli dallarıyla da gökyüzündeki cennete uzanan bir ağaç olduğuna inanılıyor ve seyrek de olsa kesimi özel ayinlerle yapılıyormuş. Yumuşak, su geçirmez ve şekillendirmesi kolay bir ağaç olduğundan; genellikle adalar arasındaki ulaşımda kullanılan kano ve el aletleri yapımında kullanılırmış.

Bu bilgiden sonra Hemingway’in 10 yıl oturduğu ve birçok kitabını yazdığı Whitehead Street’deki evine geliyoruz. Giriş ücreti 13$    

O kadar ticari olarak bakıyorlar ki her şeye, para kazanmak için şu tabelayı da asmışlar ya, (Hemingway buraya işedi!) artık diyecek bir şey bulamıyorum. Pes yani!

İşte bahçe duvarına asılan tabelanın fotoğrafı…
 
Şimdi siz bu tabelanın yanında gelin de bir kutlama yapın bakalım. Ne kutlaması diyeceksiniz; düğün nişan, kokteyl vs. için burayı kiralayabiliyorsunuz. Saati 500$ efendim…
 
Yolumuza devam ediyoruz ve deniz fenerine geliyoruz. Her yere giriş ücretli ve burası 10$ ama kapının önündeki heykellerin (Avrupa’dakiler kadar sanatsal değeri olmasa da) görseli güzel ve hoş… Biz yukarıya çıkamadık, kapalıydı. 10$’a değer mi acaba?

Şimdi yürümeye devam ediyoruz ve yanımızdan turistleri gezdiren troleybüsler geçiyor. Herkes birbirine el sallıyor. Ama ben sokak aralarına dahi girip o güzelim evleri, hatta bir diş hekiminin muayenehanesini bile sizin için fotoğraflıyorum.

Truman Avenue’dan ilerleyerek, White Street’ten dönüşe geçiyoruz. Bu arada Roosevelt Bulvarı’nı yarım saat daha yürüseydik, US1 yoluna gelecektik. Burası neresi biliyor musunuz? Amerika’nın en güneyindeki 1 numaralı, dünyanın en uzun yolunun başlangıç noktası… Bu yol (US1) Kanada’ya kadar gidiyor. Bilgilerinize!
 
Yolumuz marinaya çıktı bu sefer, tabii aylardan Kasım ve daha sezon başlamamış olduğundan genel bir sakinlik var. Ama en güzeli böylesi… Hem her şey daha ucuz hem de kalabalık ve sıcak yok.

Truman Avenue’dan ilerleyerek, White Street’ten dönüşe geçiyoruz. Bu arada Roosevelt Bulvarı’nı yarım saat daha yürüseydik, US1 yoluna gelecektik. Burası neresi biliyor musunuz? Amerika’nın en güneyindeki 1 numaralı, dünyanın en uzun yolunun başlangıç noktası… Bu yol (US1) Kanada’ya kadar gidiyor. Bilgilerinize!
 
Yolumuz marinaya çıktı bu sefer, tabii aylardan Kasım ve daha sezon başlamamış olduğundan genel bir sakinlik var. Ama en güzeli böylesi… Hem her şey daha ucuz hem de kalabalık ve sıcak yok.

Sevgili dostlar, biz 1 günlük Key West turumuzda buraları tanıyabildik. Keyifliydi ve görmeye değdi. Fotoğraflarla bu anıları sizlere de aktarmaya çalıştım. İkinci bir gün daha olsa, gezilecek yeni yerler yine buluruz ama belli başlı olanları sizlere tanıttığımı sanıyorum. Tabii ki Türkiye’mizdeki turistik aktiviteleri düşündükçe kahroluyorum. Bizde ne tarihi ve gerçek gezilecek yerler var ama bizim onları korumak ve tanıtmak için daha çok fırın ekmek yememiz lazım.
 
Artık gemiye dönme zamanımız geldi. Yorulduk ama değdi. Şimdi odamıza gideceğiz, şöyle sele serpe yatağımıza uzanıp azıcık dinlendikten sonra gemimiz Meksika’ya doğru yol alırken biz de gemi içi aktivitelerimize devam edeceğiz.

Cozumel Adası

Key West’ten hareket ettikten sonra rotamız bu sefer; Meksika’nın Cozumel Adası… Burası Meksika’nın, Karayip Denizi’ndeki; ana karadan 10 km uzaklıktaki en büyük adası… Tek yerleşim merkezi olan San Miguel de Cozumel, adanın batı kıyısında bulunmaktadır.

Ada platform şeklinde düz olup, en yüksek yeri 15 metreyi geçmiyor. Topografik yapısı kireçtaşından olduğundan ve bu taşın yumuşaklığından dolayı yağmur ve sel sularının aşındırmaları neticesinde yeraltı mağaraları ve nehirleri çok sayıda bulunuyor. Hatta 1990’lı yıllarda dünyanın en büyük yeraltı mağarası burada bulunmuş olup, profesyonel mağaracıların içeriye girmesine müsaade edilmektedir. Adanın bitki örtüsü ise ormanlardan oluşmaktadır. Dolayısı ile de endemik bakımından zengin bir adadır.

Burası Mayaların ilk yerleştikleri bölgelerden biridir (erken M.S. 1. yüzyıl) ve Maya medeniyetine doğu giriş kapılarından birisi olmuştur. Cozumel Adası; Mayaların ay tanrıçası IX Chel’e adanmış ve özellikle buradaki tapınaklar, kadınların doğurganlıkları ile ilgili çeşitli tapınma ve adak törenlerine sahne olmuştur. İspanyollar 1518 yılında ilk defa bu adaya çıktıklarında Mayalar tarafından iyi karşılanmışlar ve ada uzun bir süre İspanyolların Orta ve Güney Amerika seferlerine erzak ve su temin yeri olmuştur. Ama ne yazık ki Mayaların birçok tapınağı ve köyü İspanyolların katli ve yıkımından kurtulamamıştır. Şu anda mevcut olan San Gervasio Harabeleri, adanın orta kısmında bulunmaktadır.

Bu kadar adanın tarihçesi ve tanıtımından sonra gelelim turistik aktivitelere… Burada görülecek ve gidilecek en önemli yerler nereleridir diye sorarsanız, size; sualtı dalış ve sualtı zenginliklerine meraklı iseniz, cennete hoş geldiniz derim. İster scuba dalışı ve rehberler eşliğinde sualtı keşfi yapın, isterseniz de ıslanmadan denizaltındaki mercan kayalıkları ve denizaltı güzelliklerini seyredin.

Nasıl, hangisine karar verdiniz? Birisi 100$, diğeri uzman dalış rehberleri eşliğinde tüplü veya tüpsüz dalış 50$. Ama hayır, ben Maya harabelerine meraklıyım diyorsanız, bu adadaki harabeleri boş verin. Ana karaya geçin. Ya Tulum’a gidin ya da Coba’ya… Benim favorim “Coba Mayan Ruins” idi ancak gemimizin Cozumel’e öğlen saatinde yanaşıp, akşam 21.00’de kalkacağını göz önüne alırsak; 3 saatlik bir yolculuk sonucu Coba’ya ulaşmak gerektiğini de varsayarsak, saat 17.00’de kapanan tapınak harabelerini göremeden geri dönmekten başka bir işe yaramazdı bu tur. Onun için biz 1 saatlik feribot ile ana karaya ulaşıp, hazırda bekleyen otobüsümüz ve rehberimiz eşliğinde 1 saatlik yol daha giderek Tulum’u görmek ve hatta orada denize dahi girme fikrine sıcak baktık. Ama ben bugün sizlere gemimizin yanaştığı adayı ve limana girdiğimiz andan itibaren gördüklerimi anlatacağım. Tulum gezisi ve anıları bir sonraki bölümde hizmetinizde olacak.

Gemimiz Carnival Victory, Cozumel limanına yanaştığında limanda başka bir Carnival gemisi “Carnival Conquest” daha demirlemiş duruyordu. 300 metre uzaktaki bir başka iskelede ise iki Carnival gemisi daha (Carnival Liberty ve Carnival Ecstasy) yine yolcularını indirmiş, beklemedeydi. Cozumel’e yaz sezonunda aynı anda 10 gemi birden geliyormuş. İnanabiliyor musunuz cruise turizminin ulaştığı boyutlara! Her gemide 3000 yolcu olsa, günde 30.000 turist eder. Başka bir şey diyemeyeceğim…

Meksika’ya ilk defa gelenler için şu notu vermemde fayda var… Eğer bu gemiler ile Amerika’dan veya Karayipler’den geliyorsanız hoş geldiniz; Türklerden vize istenmiyor. Gemi kartınız ve fotoğraflı bir kimlik belgeniz buraları gezmeniz için yeterli… Ama uçak ile yabancı bir ülkeden Meksika’ya giriyorsanız vize almanız gerekli… Bu da cruise yolcularına verdikleri değer ve turizmin incelikleri… Bu arada gemilerin limana verdikleri listede isminizin bulunması çok önemli bir garanti…

Limanda bizi çok güzel bir Duty Free Shop karşıladı. Şehre bu mağazanın içerisinden geçerek ulaşıyorsunuz. O parfüm kokuları, o içki çeşitleri ve fiyatları inanılmaz! Ama bizim hiçbir şey almaya niyetimiz yok. Çünkü Türkiye’ye dönüşte uçakta kilo sıkıntısı yaratmayalım…

Sonrasında Meksikalılar, turların yerlerini bildiren tabelalarla bizi toparlıyorlar. Çünkü Duty Free Shop’ta dağıldık!

Bu limanın hemen çıkışına küçük bir turistik köy kurulmuş. Daha San Miguel de Cozumel’e ulaşmadık bile! Çok çeşitli hediyelik eşyalar var burada… Bunları almak için şehre gitmenize gerek bile yok. Alışverişi dönüşe bırakıyoruz ve bizi bekleyen tekneye binip karşı sahile Playa del Carmen’e 45 dakikalık bir yolculuk yapıyoruz.

Playa del Carmen, yani Karmen Plajları Meksika’nın ana karadaki Yucatan Yarımadası’nın meşhur plajlardan bir tanesi…

Burası yüzmek, güneşlenmek ve su sporu aktiviteleri için ideal bir yer… İşte size 2 fotoğraf da buradan aktarıyorum; parasailing yapan turistler ve bizim ülkemize yabancı olmayan plaj manzaraları… Burasını şöyle bir dolaşıyoruz ama bize hitap eden bir şey bulamıyorum. Çünkü bizler Türkiye’mizde bunların daha güzellerine alışığız… Ama Maya tapınakları ve sualtı canlıları ile mercan kayalıkları, buraya gelmişken görülmeye değer yerler diyerek; bu bölüme de son veriyorum.

Tulum

Carnival Victory gemisi ile Cozumel Adası’na öğle saatlerinde yanaştık. Zamanımızın etrafı tanımak için kısıtlı olmasından dolayı, 2 gün evvelinden gemide programımı yapmıştım. Hem Maya tapınaklarını görmek ve medeniyetlerini şöyle azıcık ucundan tanımak hem de buralarda bir deniz sefası yapmak için Tulum turunun bize uygun olduğuna karar vermiş ve bu turu kişi başı 100$ vererek geminin tur ofisinden rezerve ettirmiştim. Bu turu kendi başıma daha ucuza yapabilirdim. Ancak Cozumel’den 45 dakikalık bir deniz yolculuğu sonrası ana karaya ulaşmak, oradan da 1,5 saatlik bir kara yolculuğu sonucu Tulum’a varıp gerekli bilgilerle gezmek, denize girmek ve akşam 21.30’da kalkacak olan gemimize zamanında yetişmek riskini taşımak ve bütün gün bunun stresi ile gezmeyi istemedim. Kendimi geminin tur rehberine teslim ettim. Ne de olsa geminin turunda herhangi bir aksilik olsa bile gemi sizi beklemek zorunda, ama kendi başınıza olunca böyle bir lüksünüz yok. İyi ki de böyle yaptık, rahat ve keyifli bir gün geçirdik. Ama yine de söylüyorum, eğer vaktiniz varsa Coba veya Chichen Itza (Çeçenitza) harabelerini de görmenizi tavsiye ederim. Coba’da ayrıca piramidin üstüne kadar çıkabiliyorsunuz ve etrafındaki yağmur ormanlarına tepeden bakabiliyorsunuz! 

Gemimizin hemen yanında bizi bekleyen Fenerbahçe renklerine boyanmış hızlı feribota, yarım saat içerisinde bindik ve ana karaya doğru yola koyulduk.

Ana karadaki ilk durağımız Playa del Carmen oldu. Plajları ve yazlık mekânları ile meşhur olan bu tatil beldesi, bizim tatil beldelerimize benziyor. Etrafa şöyle bir göz gezdirdikten sonra bizi bekleyen tur otobüsümüze bindik. Rehberimiz tatlı bir Meksikalı bayandı; işini biliyor, durmadan konuşuyor ve Meksikalıların da bizler gibi sevecen ve turist dostu olduğunu anlatıyordu. Çevre ile ilgili bilgiler verirken bir taraftan da 1,5 saatlik yolculuğumuzun yarı yoluna gelmiştik ki turistik bir mağazada mola verdik. Burasının; Meksika’da çıkan ve güneşi görünce altın rengini alan, Mayalardan beri gündelik hayatta ve törenlerde kullanılan ve şimdi de süs eşyaları ve biblo yapımında kullanılan gerçek siyah Obsidian volkanik cam taşının üretim ve toptancı mağazası olduğunu anlattı. Bu taş güneş ışığını görünce altın rengini aldığından, hatta buraları fetheden İspanyollar tarafından içerisinde altın olduğu zannedilip çok kıymetli olarak değerlendirilmiştir.

Mayaların astronomi ve matematik gibi bilim dallarında ne denli ileri ve öncü olduklarını biliriz. İşte burada Maya takvimi ve Galileo Galilei’den 500 yıl önce uzay sisteminin merkezinin dünya değil de güneş olduğunu bildikleri konusunda aydınlatıcı görsel panolar ve rehberimiz vasıtasıyla bilgiler aldık. İşte bunların hepsinin belirtildiği ve kazındığı Maya takvim panolarını ellerimize aldık, inceledik. Tabii ki hediyelik eşya almadan olmaz, ben her yerde yaptığım gibi yine bir magnet aldım. Obsidian taşına elim çok gitti ama almak için biraz pahalı buldum. Bu mağaza da İspanyollar gibi her halde taşın içinde altın olduğuna inanıyor!

Evet, otobüsümüze bindik ve yarım saat sonra işte karşımızda; Tulum Arkeolojik Koruma Alanı… Otobüsün park ettiği yerden harabelere 10 dakikalık kısa bir yürüyüş ile varıyoruz. Şehrin dış duvarlarında bulunan tünel misali geçitten geçip yemyeşil bir alana ve harabelerin içine düşüyorum. Manzara muhteşem ve rehberimiz Pamela, bize bu medeniyetin neler yaptığını ve nerelerde tapınıp, yaşadıklarını anlatıyor. Size de kendisinin anlattıklarını burada yazmamı ister misiniz, yoksa “Google amcaya ben sorarım, sen gördüklerini anlat” mı diyorsunuz? Peki, çok uzun tutmadan kısaca anlatayım… Güneş ışınları ilk önce bu bölgeyi aydınlattığı için, bu şehre aynı zamanda Zama da denmiş. Orta Amerika, Pasifik ve Orta Meksika’dan gelen malların dağıtımı ve satışı açısından avantajlı bir bölgede bulunduğundan, zamanının önemli bir ticaret limanı olmuş. Halk burada politika, büyülü dini törenler ve sanat ile ayrıca sabah ve akşam yıldızı olarak adlandırdıkları Venüs yıldızı başta olmak üzere çeşitli astronomik gözlemlerle uğraşırmış. Şehri çevreleyen duvarlar; bu tip faaliyetlerin içeride kontrol altında tutulmasını, içeridekilerin güvenliğinin sağlanmasını ve içeride yaşayan zengin halk ile duvarların dışında yaşayan sıradan insanlar arasında sınır oluşmasını sağlamış. Sıradan insanlar ise avcılık, balıkçılık ve çiftçilikle uğraşırlarmış. Ayrıca ormanların da kıymetini bilirler, yaşam ve geçim için yiyecek ve odun veren bu cevheri korur ve düzenli olarak yenilerlermiş.

Şimdi gelelim gözlemlerime… Tulum çok iyi korunmuş ve bilhassa her taraf yemyeşil çim olduğu için, burayı gezmek keyif veriyor. Rehberimiz Pamela’nın 1 saatlik anlatımı esnasında, en iyi korunan yerin tapınak binası olduğunu gördük. Bütün yaşanmış binaların etrafı, ip bir çit ile çevrilmiş ve harabelerin üzerine çıkmak yasaklanmıştı. Tabii bazı işgüzar turistlerin bu harabelerden evlerine numune götürme çabası, yetkililerce fark edilince herkes için böyle bir önlem alınmış. Doğru tabii ki… Bizim ne değerlerimiz gitmiş de farkında değiliz. Mesela ilk aklıma gelen; Marmaris’teki Kleopatra Adası’nın meşhur kumu ne kadar da azaldı.

Tulum’un doğu tarafı deniz ve sahilinden, çok güzel bir okyanus manzarası var. Denize girmek için sabırsızlanıyorum. Batı tarafında, şehir uzayıp gidiyor ve ana yol ile Tulum kasabasına varıyor. Güney ve kuzey tarafları orman ile çevrili ve açılan patika yollardan yürüyorsunuz. Tabii ki yürürken insanların verdiği yiyeceklere gelen, bölgesel değişik hayvanlar da gördüm.

Denize; yarların altındaki küçük bir kumsaldan giriliyor ama buraya ahşap merdivenlerle ulaşılıyor, inip çıkmayı göze alanlar pişman olmazlar. Deniz, hem sıcakta yürüdüğümüz bunca yolun yorgunluğunu aldı hem de Karayip Denizi’nde bir defa daha yüzmenin keyfini yaşattı. Akşam güneşinde çok da güzel oldu… Gelenlere kesinlikle mayolarını yanlarında getirmelerini tavsiye ederim.

Akşam saat 17.00 olunca bekçi düdüğünü öttürmeye başladı. Haydi bakalım çıkın artık, dükkânı kapatıyoruz diye… E bu aynı zamanda bizim de otobüsümüze dönme vaktimizin yaklaştığının işareti… Meksika’da tarihi alanlar akşam saat 17.00’de ziyarete kapatılıyor, haberiniz olsun. Üzerimizde mayolarımız otobüsümüzün yakınına kadar gidiyoruz, çünkü soyunma kabinleri ve duşlar tabiatıyla harabelerin dışında yapılmış.

Bir güzel giyindikten sonra 10 dakikalık yürüyüş ile otobüsümüzün bulunduğu otoparka geliyoruz. Her turistik yerde olduğu gibi burada da hediyelik eşya satan dükkânlar ve restoranlar emrinize amade… Gelirken yolda uğradığımız Obsidian imalat mağazasında satılan taş ve benzeri hediyelikleri, Meksika’nın yerel kıyafetleri ve çok güzel t-shirt ve el örgüsü elbiselerini buradan alabilirsiniz. Hem de yolda uğradığımız mağaza fiyatlarından daha ucuza… Tabii hemen aklımıza rehber bu işten ne kadar kazandı sorusu geliyor ama boş verin, keyfimize bakalım diyoruz. Sanki bizimkiler Türkiye’de bunu yapmıyorlar mı?

Otobüse binerken gelen ikramlar ve soğutulmuş havlular pek bir hora geçiyor. Hava da kararmaya başladı ve dönüş yolumuzda yorgunluktan turumuzun tüm katılanları uyudu, böylece Pamela’nın çenesinden de kurtuluyoruz! İşte gemi turlarının rahatlığı da burada… Otobüsünüz hazır bekliyor ve geminize kadar sizi zamanında teslim ediyor. Evet, sevgili dostlarım yine feribotla adaya dönüş yolculuğunu yapıyoruz ve gemiye girerken bizi kışkırtan Duty Free Shop’tan bir defa daha geçiyoruz. Size limandan çektiğim gemimizin gece manzarası ile veda ediyorum. Hoşça kalın... Arrivederci!

H. Oğuz Esen

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
H. OĞUZ ESEN

Yazar Hakkında

H. OĞUZ ESEN

İş güç ve çoluk çocuk işlerini bitirdikten sonra emeklik günlerimi tadında geçirmek için, sıhhat ve akıl fikir yerinde iken gezmeyi seçenlerdenim.