Dünyada görülmesi gereken 100 yerden biri. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde ve Avrupa’nın bilinen en eski yerleşim yerlerinden... Dünyanın en eski tuz madeni burada. Tam 7.000 yıllık. Burası ‘’Hallstatt’’. Adeta cennetten bir köşe.
Hallstatt bir Avusturya köyü ve ulaşım biraz meşakkatli. Viyana’dan ya da Salzburg’dan ulaşabilirsiniz. Ancak direkt ulaşım yok, biz Viyana’dan Salzburg’a geçerken aktarmalı tren seferi ile buraya ulaştık. Attnang Pucheim’de aktarma yapıyorsunuz ve aktarma süresi kısıtlı ve indiğiniz yerden hemen başka bir istasyona geçmeniz gerekli, trenler bu istasyonda çok bekleme yapmadığı için kaçırma ihtimaliniz var. Ayrıca gidiş dönüş biletinizi mutlaka alın çünkü Hallstatt'ta ineceğiniz tren istasyonu küçük bir odadan oluşuyor bilet alabileceğiniz bir gişe yok :) Trenle gelirken harika dağ ve göl manzaraları görmek yolculuğumuzu zevkli kılıyor.
Trenden inince, köy gölün karşısında kaldığı için her tren saatinin gelişine yakın küçük bir tekne sizi istasyona almaya geliyor. Küçük miktarda bir ücretle köye göl üzerinden geçiyorsunuz. Dönüşte de merkezden kalkan tekneler tren saatine yakın sizi tekrardan istasyona götürüyor. Bileti köye giderken tekneden alabilirsiniz, dönüşte ise bilet satış yerinden. Saatleri mutlaka not alın inince.
Tekneden gördüğümüz görüntü enfes. Kıyı şeridine yerleşmiş birbirinden şeker evler, çiçekli bahçeler gözümüzü okşuyor. Burada huzur ve sükûnet var. Eminim burada oturanlar epey uzun yaşıyordur.
Tekneden inip köye ilk geldiğimizde bavullarımızı tren istasyonundaki o küçük odada bırakmadığımıza pişman oluyoruz orada ben tereddütte kalıp kilidi bile olmayan odada bırakmaktan vazgeçtim, bagajlarımız kaybolur diye. Halbuki vardığımızda turist infoyu bulmamız çok zor oldu. Çünkü kimse İngilizce bilmiyor ve bavullarla sıcakta bayağı yürümek zorunda kaldık. Sonunda turist danışma merkezini bularak 2-3 Euro gibi bir ücret karşılığından bavullarımızı burada yer alan bagaj bölümüne bıraktık. Kapanış saati 18:00 civarı olduğundan sizi bavullarınızı gecikmeden almanız konusunda uyarıyorlar.
Dünyanın en eski tuz mağarası
Zaman kaybını dengelemek için görünüşü bizi büyüleyen sokak ve evleri dolaşmayı sonraya bırakıp önce 7000 yıllık tuz mağarasına gitmeye karar veriyoruz. Burası dünyanın en eski tuz mağarası. 7000 yıllık olması sanırım herkesi etkiler. Daha da etkileyen bir şey varsa insanların bu kadar yüksekte olan bir yere binlerce yıl öncesi ulaşması ve tuz çıkartabilmesi. İnsan hayretler içinde kalıyor, yukarı füniküler veya merdivenle çıkabilirsiniz ancak merdivenle çıkılması çok güç. Çünkü çok dik ve gerçekten epey mesafe var.
Biz aşağıdaki gişeden füniküler ve içeri giriş biletimizi alıyoruz. Giriş bileti füniküler dahil bir kişi 26 Euro. Ucuz değil ancak buna değeceğini düşünüyoruz. İyi ki de gitmişiz. Teleferikle çıktığımız yer meğerse tırmanışımızdan bir önceki aşamaymış. Daha da yürüyerek biraz daha tırmanacağız. Görüntü şahane!
Patika gibi bir yoldan çıkıp nihayet geliyoruz. İngilizce tur olan saati bekleyip hediyelik eşya satan küçük bir girişin olduğu yerde bekledikten sonra rehberimiz geliyor ve içeri giriyoruz. Dışarıda 30 derece sıcaklık var ancak mağaraya girdiğimizde üşümememiz için bize madenci kıyafetlerinden beden ölçülerimize göre dağıtıyorlar ve içerisi gerçekten çok serin. Kıyafetlerimiz hepimizi eğlendiriyor. Kimine kırmızı, kimine yeşil, kimine yamalı olanlar denk düşüyor. Bütün eşyalarınızı kilitli numara verilen dolaplara bırakıyorsunuz.
Mağaranın girişine geliyoruz ve dar bir tünelden içeri yürümeye başlıyoruz. Bu kadar başarılı bir anlatım olacağını tahmin etmezdim. Gerçekten çok iyi hazırlanmış slaytlarla dünyanın oluşumundan tuz mağarasının oluşumuna kadar, gelen işçilerin çalışmasını herşeyi mağaranın o karanlık ortamında harika ışıklı ve hareketli bir gösteri şeklinde sundular.
Ardından bir sürpriz bizi bekliyor. Aslında biz buraya gelmeden bunu denemek için özellikle geldik de diyebilirim. İşçiler aşağıya daha hızlı inebilsinler diye tahta kaydıraklar yapılmış. Biz de bunlardan kaymak harika olur diye düşündük. Faruk önde ben arkada oturduk tahta kaydırağa, kendimizi bırakıverdik, çok eğlenceli. O anımız kameraya yakalandı.
Tuz kütlelerinin olduğu kısma geliyoruz ve bir slayt gösterisi daha başlıyor. Dağ işçilerinin mağarayı bulmaları, buraya gelip çalışması müzik ve renkli çöp adamların çizimleriyle sunuluyor. Mağaranın duvarlarında tuzlara dokunabilirsiniz.
Ve bir sürpriz daha bekliyor bizi! Tuz mağarası gezimiz bitti ve tam geldiğimiz yoldan mı geri döneceğiz acaba diye düşünürken bizi tahtadan bir trene bindiriyorlar ve tren o kadar hızlanıp bir tünele giriyor ki gerçekten soğuğu yüzümde hissediyorum ve başımızı öne eğiyoruz çok dar bir tünel bu, ayaklarımızda spor ayakkabı olmasına rağmen soğuğu iyice hissetmeye başlamışken bir anda gün ışığında buluyoruz kendimizi dışarısının sıcaklığı içimizi ısıtıyor.
Hayatımda en eğlendiğim anlardan biriydi. Buraya o kadar çok gelmek istemiştim ki, herhalde içime doğmuş bu kadar mutlu olacağım.
Hallstatt'ın renkli sokakları
Füniküler ile aşağıya iniyoruz. Artık gidiş saatimize kadar bu sevimli kasaba Hallstatt'ı gezmek tüm amacımız. Çevremde nereye baktıysam süslü bahçeler, çiçek bahçesi olan camlar, tam hayalimdeki ev modelleri. Evler de dükkanlar da çok bakımlı.
Mağaradan merkeze gelirken geçtiğimiz yolun sağ tarafı tamamen göl manzaralı. Fotoğraf çekimi için insanlar tahtadan yapılan korkuluklarda birbirini bekliyor. Göle girdik su serin. Kuğular yanımıza geldi. Allah'ım gerçekten cennetteyim sanırım!
Kasabaya gölden gelirken dikkatimizi çeken Protestan bölge kilisesine (Evangelical Parish Church)’e giriyoruz. İçerisi sade. Dıştan narin. 18. yüzyılda inşa edilmiş ve yapımı 5 yıl sürmüş.
Çok acıktığımızın farkına varıyoruz. 1000 kişinin yaşadığı bu küçük köy-kasabada dönerci baba olmaz mı? Adı başka bir şeydi ama bir büfede Avusturyalı bir kadın dürüm yapıyor tavuk dönerden. İçinin malzemesi çok bol. Fakat çok susatıyor bizi, ama çok da lezzetliydi.
Kemikli Ev mutlaka görülmeli!
Sıradaki noktamız Kemikli Ev (Beinhaus)... Merdivenlerden çıkıp varıyoruz buraya. Kapıda biletimizi alıp içeri giriyoruz sonra geri toplanmak üzere orayı anlatan bir kağıt veriliyor. Sınırlı mezar alanı sebebiyle ölüler geçici olarak toprağa gömülür ve 10-15 yıl sonra kemikleri toplanıp güneşe beyazlamaları için bırakılırmış ve Beinhaus’ta dekoratif şekilde sergilenirmiş. Kafatasları üzerinde yer alan 4 değişik sembol bulunuyor ve aile adları yazıyor toplam 1200 adet kafatası var. 70’li yıllarda Katolik kilisesi ölülerin yakılmasını serbest bırakınca bu uygulama durdurulmuş.
Artık gitme vaktimiz yaklaşıyor botla istasyona geçeceğimiz için kaçırmak istemiyoruz, orada beklemeye karar verip banklara oturup etrafımızı izliyoruz. Yediğimiz yemek bizi çok susatınca kana kana gitmeden meydandaki çeşmeden su içelim bari dediğimizde, Türk bir çift ile karşılaşıyoruz.
Bu güzel kasaba adeta Avusturya’nın incisi. Giderken belki bir daha göremem diye üzüldüğüm yerlerden... Seni unutmayacağım Hallstatt. Bir daha gelirsem eğer kesinlikle göl manzaralı dağ evinde kalacağım.
Not: Yazı eşim Zeynep Eren Doğan tarafından yazılmıştır. Teşekkürler canım :)
Daha fazla fotoğraf için: http://port-pass.blogspot.com.tr/2014/02/hallstatt.html