Sintra, Lizbon’a yarım saat mesafede 377 bin nüfuslu bir şehir (aslında sonradan nüfusu öğrendiğimizde çok şaşırdık çünkü eski şehir kısmında nüfus oldukça az). Lizbon merkezde bulunan tren garından Sintra’ya yarım saatte bir tren var, yani buraya ulaşımınız çok kolay. Sintra tren istasyonunda indiğinizde zaten eski kent kısmına yürüyerek 15 dakikalık bir mesafede inmişoluyorsunuz. Tren istasyonunun hemen karşısında şirin ufak belediye binasıbulunuyor. Belediye binasının önünden eski kente yürürken heykellerle dolu yeşiller içinde bir yolda sanki galeride gezer gibi gidiyorsunuz.
Şimdi bazılarına gidebildiğimiz bazılarına ise kısıtlı zaman nedeniyle gidemediğimiz Sintra’nın görülmesi gereken yerlerine değinelim ama öncesinde Sintra’da yeşilin her tonunu göreceğinizi belirtmeden geçemeyeceğim. Daha fazla fotoğraf için: http://port-pass.blogspot.com.tr/2016/02/sintra.html
Sintra Ulusal Sarayı
Hemen eski kentin kalbinde, tarihi 8.YY’a kadar dayanan bu kalenin alametifarikası çok büyük iki bacası. Çok kalabalık olmayan bir turist kafilesiyle kaleye bilet alarak girdik. Mozaik ve fayansları kalenin içinin dışından daha ihtişamlı olmasını sağlıyor. Yine de saray ona tepeden bakan Pena Sarayı’nın gölgesinde kalıyor.
Ulusal Saray’dan sonra ikinci istikametimiz Quinta da Regaleira oluyor. Merkezden 15-20 dakikalık zevkli bir yürüyüşten sonra buraya ulaşıyoruz.
Quinta da Regaleira
Aslında burası devasa bir bahçeye sahip romantik tarzda bir saray ama asla sarayla anılmıyor çünkü sarayı dahi gölgede bırakan göllerle, kulelerle, mağaralarla dolu mükemmel bir bahçesi var. Bahçelere girerken dağıtılan haritadan almayı unutmayın yoksa gerçekten görülmesi gereken çok şeyi kaçırabilirsiniz.
Convento Dos Capuchos
Sintra’ya 7 km mesafede, ortaçağda (1560 yılında) buraya yerleşen 8 keşiş tarafından kurulmuş bir manastır. Tamamen dış dünyadan uzak, ormanın içinde, herkesten soyutlanma hissinin bugün dahi hissedildiği çok farklı bir yer. Buralara yolunuz düşerse mutlaka gidin. Manastıra ulaşım olmadığından biz taksiyi tercih ettik ama bisikletle gidiliyormuş. Manastır, tüm dünyadan kaçılan bir çilehaneye de dönüştürülmüş zamanında. Odalara girmek için bir metrelik kapılardan eğilip girmek gerekiyor. Bu arada belirtelim 20.YY’a kadar manastıra rahipler arınmak için gelmeye devam etmişler. Bu arada belirtelim burası da Sintra’daki pek çok bina gibi Unesco mirasları arasında.
Pena Sarayı
Sintra’nın tepesinde, bölgenin en etkileyici binası. O kadar yüksekte ki, tepenin dibindeki bilet gişesinden sonra bir otobüsle yukarı çıkıyorsunuz (isteyen yürüyerek de gidebiliyor tabi). 1493 yılında bir ibadethane olarak başlayan inşaat, 1836 yılında rengarenk bir saray olarak tamamlanmış. Portekiz’in en önemli yapılarından birisi, mutlaka görülmeli.
Monserrate Sarayı
Sintra’da kısıtlı zaman nedeniyle göremediğimiz yerlerden birisi burası. Sintra merkezin biraz dışında kalıyormuşve ring hatlarıyla saraya ulaşabiliyorsunuz. Aslında villa tarzında yapılan bina 1858 yılında yapılmış. Aşağıda resimlerini görebilirsiniz.
Mağribi Kalesi (Castelo Dos Mouros)
8.YY’da inşa edilen kale, İber Yarım Adası Müslüman’ların eline geçtiğinde kurulmuş. Sintra’nın en önemli turist çekim merkezlerinden birisi ve Pena Sarayı’nın tam karşısındaki tepede yer alıyor. Pena Sarayına giden otobüsler aynı zamanda kaleye de uğruyor. Gitmişken mutlaka görün.
Cabo da Roca
Kıta Avrupası’nın en batı ucuJ öyle ki gittiğinizde Avrupa’nın en batısına geldiğiniz için sertifika bile veriyorlar. Sintra’dan yaklaşık 45 dakikalık bir yolculukla sadece birkaç bina ve deniz feneri olan bu güzel yere ulaşıyorsunuz. Atlas Okyanusu’nun köpüren dalgaları kayalıklarının sürekli dövdüğü kayalıklar ve rüzgar… Otobüs durağının yakınında bulunan kafede mutlaka dalgaları izleyip bir bira için.
Yazının daha fazla fotoğraflısı için: http://port-pass.blogspot.com.tr/2016/02/sintra.html