Ortaçağ’dan kalma bir yerleşim olan Sintra’ya doğru ilerlerken önce Sintra Parkı’nı görüyoruz. Bu parkın yer aldığı bölgede park boyunca yol kenarına belli aralıklarla heykeller yerleştirilmiş. Şehre bu şekilde bir giriş yapılmış olması, kesinlikle etkileyici bir yere ulaşıyor olduğumuzun bir göstergesi.
800x600
Normal 0
21
false
false
false
TR
X-NONE
X-NONE
MicrosoftInternetExplorer4
/* Style Definitions */
table.MsoNormalTable
{mso-style-name:"Normal Tablo";
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
mso-style-parent:"";
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin:0cm;
mso-para-margin-bottom:.0001pt;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman","serif";}
Sintra’nın merkezi Cumhuriyet Meydanı olarak biliniyor. Bu meydan çevresinde park yeri bulmak çok zor bu nedenle arabamızı meydandan bir hayli uzak bir yere bırakmak durumunda kaldık. Cumhuriyet meydanına tekrar geri yürürken çok güzel, şatoya benzer yapıların süslediği sokaklardan geçiyoruz. Bu sokaklar da zaten yürüyerek dolaşılmalı.
Ardından Cumhuriyet meydanına ulaşıyoruz. Meydandaki en önemli yapı eski saray binası. Şu an içi müze olarak hizmet veriyor. Meydanın çevresinde oldukça büyük bir turizm ofisi, pek çok restoran, cafe ve hediyelik eşya satan şık dükkanlar yer alıyor.
Buradaki hediyelik eşyaların çoğu porselen ve seramik. O kadar güzel objeler var ki, kırılma riskini göze alarak birkaç parça satın alıyoruz.
Biraz alışveriş sonrası meydanda Eski Saray’a bakan bir restorana oturup, Portekiz şarabı eşliğinde bu bölgeye has cod balığından yapılan balık köftesi yiyoruz. Tadı fena değil, ancak olmasa da aramam. Şekli bizim içli köfteye benziyor.
Bu meydan oldukça keyifli, bir hayli de kalabalık. Çünkü Portekiz’in en fazla turist çeken bölgelerinden biri. Yemek sonrasında Cumhuriyet meydanından turist treni dedikleri, ancak bir traktörün çektiği vagonlardan oluşan araça biniyoruz. Bu araç Sintra içinde şehir turu yaptırıyor. Kişi başı 5 Euro vererek bu turu alıyoruz. Yaklaşık 45 dakika süren bu turu asla önermiyorum. Çünkü hiç konforlu değil. Çok sarsıntılı, tangır tungur gidiyoruz. Ne doğru dürüst fotoğraf, ne de kamera çekimi yapabiliyorsunuz. Bu araca binmek yerine şehri yürüyerek dolaşmanızı öneririm. Daracık ara sokaklar, küçük sevimli hediyelik eşya dükkanları ile özellikle eski kent bölgesi görülmeye değer.
Biz de zaten araçtan indikten sonra bir de çevreyi yürüyerek dolaştık. Bu bölgede seramik işçiliği öyle gelişmiş ki, kapı ve sokak levhaları, numaraları, isimler hep seramikten.
Buradan sonra Sintra’da görülmesi şart olan yere Pena Parkı içinde yer alan Pena Sarayı’na gidiyoruz. Sintra’dan yürüyerek 50 dakika süren bu yolu biz arabamızla 10 dakikada alıyoruz. Yol oldukça virajlı, ama yemyeşil ve çok keyifli.
Pena Sarayı şehre hakim en yüksek tepede kurulmuş olduğundan, yürümeyi ailenin yaşlısı olarak tercih etmedim. Sintra’da parklar çok önemliymiş. Zaten Portekiz genelinde parklar çok geniş alanları kaplıyor. Pena Sarayı da çok çok geniş bir alana yayılmış parkların içinde bulunuyor. Park kapısından saraya giriş biletlerimizi aldıktan sonra isteyen saraya yürüyerek çıkıyor, isteyen kişi başı 2 Euro vererek gidiş ve dönüşü otobüsle yapıyor. Eğer park girişinden saraya yürünmek istenirse en fazla 20 dakika sürer ancak yine ailenin yaşlısı olan ben, yol bir hayli dik olduğundan oyumu otobüsten yana kullandım.
Neticede tramvaya benzeyen bu otobüse binerek saraya ulaşıyoruz. Saray, dış kalenin içine yapılmış sur duvarları ile çevrili, renkli, çok kuleli muhteşem ötesi bir yapı. Arap-Endülüs mimarisine benziyor. Taş işçiliği ve seramik sanatı birlikte kullanılmış. Burası mutlaka ve mutlaka görülmeli. Saraya yaklaşır yaklaşmaz insanda Disneyland’a gelmişlik hissi uyandırıyor.
Her bir seramik ayrı bir sanat eseri. Taş oymalar anlatılamaz. Burası 1995 yılında Unesco tarafından dünya mirasları listesine alınmış. 19. yy.’a tarihlenen bu saray çok eski değil, ancak farklı mimari özelliği ve çok tepede olması nedeni ile dünya mirasları listesine girmiş. Buradaki seramik işçiliğinin en büyük özelliği ise, dörtgen ve üçgen seramik parçaların yanyana getirilmesi ile oluşturulan yıldız şekilleri ile diğer geometrik motiflerin bir bütünlük oluşturması. Renk olarak mavi, mor ve sarı ağırlıklı. Bu tarza muriş stili deniliyormuş.
Sarayın ana giriş kapısı muhteşem bir taş işçiliği örneği. Kapı üzerinde Kral 2. Fernando’nun tacı ve Portekiz arması bulunuyor.
Biraz ilerleyince yine muhteşem bir kapı daha görüyoruz. Bu kapının üstünde istiridye kabuğu üzerine oturmuş üstü insan, bacakları balık olan bir heykel bulunuyor. Bu heykel Portekizli’lerin denizci bir millet olmasını simgeliyor. Kapının iki yan kolonu mercan parçaları ve istiridye kullanılarak yapılmış. Bu kapıdan geçerek sarayı dolaşıyoruz.
Sarayın içindeki şapel çok büyük değil ama etkileyici. Şapel’in içinde fotoğraf çekmek ise kesinlikle yasak. Ama bir iki tane çekebildik.
Bu saray kayalar bozulmadan kayaların devamı olarak yapılmış. Yer yer duvar ve kayalar birbirini tamamlıyor. Şehre tamamen hakim, çok yüksek bir tepe üzerine kurulu bu saray hepimizi cezbetti.
Saray içinde pek çok renkli kule, burç ve mükemmel taş işçiliği ile yapılmış gözetleme kuleleri var. Saray ve kale iç içe geçmiş gibi. Biz bu muhteşem güzelliğin tadını çıkarmaya çalışırken bir görevli 10 dakika sonra sarayın kapanacağını söylüyor. Acele acele fotoğraflarımızı çekip saraydan çıkıyoruz. Bizimle beraber bir başka aile de servis otobüsünü bekliyor. 10 dakika oldu yok, 15 dakika oldu yok. Bekçi yanımıza geliyor, telsiz vasıtası ile kapı ile konuşuyor. Belli bir terslik var. “Otobüs şoförü gitmiş, yürüyerek inin” diyor. Biz ve diğer aile itiraz ediyoruz. Madem bize transfer için bilet verdiniz bizi araçla indirmeniz gerek. Görevli tekrar kapı ile konuşuyor. En sonunda bir Toyota Yaris marka araç geldi. Ancak şoförün yanında sadece bir koltuk var, arka koltuklar ise çıkartılmış ve bagaj genişletilmiş. Diğer ailenin annesi ön koltuğa oturuyor. Eşi arka bagaj kapağı düşmesin diye tutuyor. Çok komik bir manzara idi. Biz de arkalarından hemen kameraya aldık. El sallayarak aileyi gönderdik.
Yaklaşık 10 dakika sonra aynı araba bizi almaya geldi. Bagajda kargo gibi giden aile çok komik geldiğinden, kızlar biz yürüyerek ineriz dediler ve yürüyerek indiler. Ben de araç gelince ön koltuğa eşimin kucağına oturdum. Arabayı süren şöfor de “eski günlerinizi yad edersiniz” diye espri yaptı, gülüştük.
Aşağı inince şoföre çektiğimiz kamera kaydını gösterince önce o da çok güldü. Hemen ardından “sakın bu görüntüyü internete vermeyin” diye rica etti. Eşim de ardından muzurluk olsun diye, “Internete verip, Pena Sarayı’nın transfer hizmeti diye yayınlayacağız” dedi. Şoför ciddiye alıp “böyle bir şey yaparsanız ben işimden olurum. Yarın otobüs şoförü gereken cezayı alacak. Sizleri de yarın isterseniz otelinizden alıp, ücretsiz sarayı tekrar gezdirelim” dedi. Bu tarz durumlar Avrupa’da çok yaşanmadığından, telafi etmek için gerçekten çok çaba gösteriyorlar. Şoför çok düzgün ve iyi niyetli biri idi, sonradan şaka yaptığımızı söyleyince o da çok rahatladı. Sonuçta 15 – 20 dakikalık yol. Ve biz zaten kendi ülkemizde bu tarz durumlara üstelik de telafisi önerilmeyen bu tarz durumlara bir hayli alışkınız. Şoföre yeterli zamanımız olmadığını ve Lizbon’a devam edeceğimizi söyleyerek vedalaştık.
Pena Sarayı bizi hem muhteşem güzelliği ile büyüledi hem de böyle hoş bir anısı oldu. Sintra'da konaklamak için manzarası ve yemekleriyle konuklarını memnun eden Quinta Do Arco Da Velha ve Sintra1012 Boutique Guesthouse tercih edilebilir.