Nepal'de birbirinden farklı şeyler görmeye alıştırmalısınız kendinizi. Önce Katmandu'da tapınaklar, sadular, hacılar, ayinler sonra ise Chitwan'da bir anda filler, timsahlar... Tam doğanın ortasına düşüyoruz. 150 km yol... Yakın gibi geliyor ancak yolların toprak ve virajlı olması ve otobüslerin eski zamanlardan kalmış olması ve kuralsızlıklardan dolayı 7 saat gibi bir sürede varıyoruz. İşte Chitwan'a böyle bir adrenalinle geliyoruz.
Nepal'e gelmeden önce yine Facebook'ta tanıştığımız rehberimiz Ravi, bizi otogardan alıyor ve otelimize geliyoruz. Geneli Taru halkı olan bu yerliler sanki milattan önceki yüzyıllardan kalmışlar hala...
Chitwan'da birçok aktivite var; ormanda safari, timsahlarla dolu nehirde kano, fil safari... Filler buranın ulaşım ve taşıma aracı resmen. Ravi'ye bu aktivitelerin hepsini yapmak istediğimizi söylüyoruz. Ertesi gün bizi uzun ve macera dolu bir gün bekliyor. Ravi yanımıza sadece 3 litre kadar içecek almamızı söylüyor.
Sabah daha güneş doğarken bizi otelimizden almaya geliyor ve ufak bir orman dersi veriyor bize. Eğer ormanda ayı, domuz ve kaplan görürsek panik olmamamızı ve bağırmamamızı sakin olmamızı istiyor ki bu hayvanlar genelde karşımıza çıkabiliyormuş. Meşhur Nepal kaplanı görmek bizim de hayalimiz... Kanolar bu ağacın gövdesinden tek parça yapılıyormuş ve hiçbir çivi görmüyoruz. Korkarak binip orman kısmına geçiyoruz.
Çevremizde timsahlar geziniyor. Ormanda, sık ağaçların içinden ve pek çok hayvanı görerek öğleye kadar yürüyoruz.
Ormanın belirli yerlerinde 3 katlı gözetleme kuleleri var ve bunlardan birine çıkarak Ravi'nin bizim için hazırladığı öğle yemeğini yiyoruz. Bu yemek hayatımda yediğim en lezzetli yemekti diyebilirim. Sonra tekrar yola çıkıyoruz. Yanımdaki arkadaşıma bu hayvanları zaten hayvanat bahçesinde de görebiliyoruz, sanırım bize biraz turist gözüyle baktıkları için aldatıldık dememe kalmadan biri önümüzde diğeri arkamızda, ellerinde baton gibi kullandıkları sopalarından destek alan rehberler duruyor aniden. Bize sessiz olun gibi işaret ediyorlar. Öndeki rehberin hemen arkasındayım. Ravi'nin sopasını önündeki çalıları eğmek için kullanınca birden karşımıza bir ayı çıkıyor.
Ayıyla aramada 5 metre var ve o ayının nerdeyse küçük dilini görüyorum. Panik mi olmayacaktık biz?? Mümkün mü?? Arkama dönmemle birbirimizin üstüne çıkarak var gücümüzle koşmaya başladık. Resmen hayatım film gibi geçti o 20 saniyede. Arkamıza bile bakmadık.
Rehberlerin sesini ve ayının bağırmasını duyuyoruz. Aklıma rehbersiz bu ormandan nasıl çıkarız geliyor. O kısacak anda yüzlerce senaryo geçiyor aklımdan. Yorulup duruyoruz. Çıtımız çıkmıyor nefesimizde başka. Bir süre sonra rehberler bizi buluyor ve çok şanslı olduğumuzu ayının bir anne olduğunu ve üstünde yavrusu olduğu için bizi sadece korkuttuğunu, eğer baba da olsaydı kurtulma şansımızın olmadığını ve buna benzer olayları hep yaşadıklarını anlatıyorlar. Dinlenmek ve ortamı kolaçan etmek için gözetleme kulelerinden birine çıkıyoruz ve dürbünle baktığımızda birkaç ayı ailesinin ortalıklarda olduğunu görüyoruz. Onlar dağılana kadar orada öylece sesimizi çıkarmadan bekliyoruz. Hava kararmaya başlıyor ve korkumuz artıyor. Bir süre sonra aşağı inip dönmek için kanomuza doğru gidiyoruz. Ravi bize duyduğu geyik seslerinden her an karşımıza bir kaplanın da çıkabileceğini söylüyor ama bir de kaplanı kaldıracak gücümüz yok, inşallah çıkmaz diye dua ederek kanolarımıza geliyoruz.
Bizi o gece sanırım Tanrı'nın da unuttuğu bir Taru köyüne getiriyor. Burada kalacağız ve burası program dışı sürpriz oluyor. Elektrik yok, telefon çekmiyor. Yaşadıklarımızı birileriyle paylaşamamanın verdiği üzüntü ile birbirimizle konuşuyoruz. Bu gibi durumlarda neden yanlarında bir silah olmadığını soruyoruz. Onlarla gerekirse adil şartlarda dövüştüklerini asla silahla öldürmediklerini söylüyorlar. Hep birlikte bizim için hazırlanmış bir odada kalıyoruz. Duvarlarda kertenkelelerle ve kapısı kapanmayan bir odada, tüm olanlar için "vay anasına" diye diye uykuya dalıyoruz.
Ertesi sabah Ravi bizi yeniden ilk geldiğimiz yere getiriyor. Bu sefer fillerle bir safari yapıyoruz. Akşam Ravi bizi evine davet ediyor. Damda yere oturup bizim için yapılmış yemekleri yiyoruz.