Endülüs'te Raks: Sevilla

Endülüs bölgesinin başkenti, İspanya'nın 4. büyük şehri Sevilla'ya Malaga'dan kalkan bir otobüsle gidiyoruz. Eski adı İşbiliye olan bu şehre flamenkonun başkenti de diyebiliriz (Cadizle beraber). Ünlü Carmen operası da burada geçiyor. Şehrin turistik bölgesinin biraz dışında olduğunu düşündüğümüz (zannettiğimiz) otelimize otobüs terminalinden yürüyerek gidilebiliyor. Beyaz iki katlı evleri ilk gördüğümde o kadar etkilendim ki burası sanırım gördüğümüz en güzel şehir diye geçirdik içimizden.

Otele ulaştığımızda check in saatimize daha vardı. Resepsiyon görevlisine bize yemek yememiz için bir yer önermesini rica ettik ve bavullarımızı emanet edip yola çıktık. Görevli bize Alameda de Hercules Meydanı'nda kafe ve restoranların bol olduğunu söyledi. Daha önce notlarımızda yer almayan farklı bir yere gitmekten duyduğumuz mutlulukla bir kafeye girdik. Buradaki hizmetten ve garsonun güler yüzlü oluşundan oldukça memnun bir şekilde otele döndük.

Eşyalarımızı yerleştirip biraz soluklandıktan sonra Guadalqivir nehrinin kenarından yürüyoruz, hedefimiz "Altın Kule" de denilen "Torre del Oro".

Kuleye ulaştıktan sonra tepesine çıkıp çıkmamakta tereddüt ediyoruz ve çıkmamaya karar veriyoruz. İyi ki çıkmamışız çünkü aradığımız manzarayı Giralda'nın tepesinden görmek mümkün. Bu kule Muvahhid Hanedanlığı tarafından askeri gözetleme kulesi olarak yaptırılıyor, daha sonra da bir dönem cezaevi olarak kullanılıyor. Altın kule denmesinin sebebi ise harcına saman karıştırılmasından dolayı aldığı renk. Altın kulenin yanından nehir turu tekneleri kalkıyor.

Kişi başı 15 € veriyoruz. Nehir turu belki de Endülüs'ün en sıcak şehri olan Sevilla'nın siesta zamanında yapılacak en iyi aktivitelerden biri ama değer mi derseniz her gün İstanbul gibi bir şehirde karşıdan karşıya geçen birileri için o kadar da ilgi çekici olmayabilir.

Torre del Oro ve Triana köprüsü

Nehir turundan sonra Alcazar Sarayı'na (Royal Alcazar of  Seville) gidiyoruz. Bu sarayın temellerini Mağribiler atmış fakat Hristiyan krallar tarafından tamamlanmış. Sarayın yapımında Müslüman ustalar çalıştırılmış ve El-Hamra'ya benzetilmeye uğraşılmış.

Saray, Hristiyan ve Müslüman mimarisinin karışımı gibi. Bir Generalife kadar olmasa da oldukça güzel ve insana huzur veren bahçeleri var. Günümüz İspanya kraliyet ailesi Endülüs bölgesine geldiğinde halen bu sarayda kalmaktadır. Ayrıca Game of Thrones dizisinin bazı bölümlerinin burada çekildiğini de dipnot olarak düşelim.

Royal Alcasar de Seville

Saraydan çıktıktan sonra civardaki tarihi sokaklara göz atalım diyoruz. Buralarda plansız programsız gönlünce dolaşmak en güzeli ama yine de bir iki bölge ismi verecek olursak: Juderia, Calle Susona...

Susona sokağına ölüm sokağı da deniliyor, onun paralelindeki sokağa ise hayat sokağı. Hikayesi ise şöyle: Susona, Hristiyan bir gence aşık olan Yahudi bir kızdır. Babası ve arkadaşlarının Hristiyanlara isyan planladığını öğrenir ve ölmesinden korktuğu için bunu sevdiği gence söyler. Sevdiği genç ise bunu derhal otoritelere bildirir. Hristiyanların baskınından hayat sokağında surda gedik bulan Yahudiler kaçıp kurtulur ama ölüm sokağında bulunan Yahudiler kurtulamaz ve idama mahkum edilir. Susona'nın babası da bunlardan biridir. Yaptığından çok pişman olan Susona ölünce kellesinin evin balkonuna asılmasını vasiyet eder. Şu an kelle yok ama onu temsil eden bir kuru kafa resmi onun evinde bulunuyor. Bu güzel ve renkli sokaklardan geçtikten sonra akşam yemeğimizi yiyoruz, akabinde otelimize dönüyoruz.

Ertesi gün ilk hedefimiz olan Plaza Mayor veya Metropol Parasol isimli ilginç yapıya gittik. Ne amaçla kullanıldığını anlamadık ama modern ve hoş bir mimarisi var. Ardından Sierpes Çarşısı'na geçtik. Buradan hediyelik eşya alabilirsiniz ama demedi demeyin bize biraz tuzlu geldi.

Bir sonraki hedefimiz olan Sevilla Katedrali'ne ulaştığımızda uzuunca bir sıra gördük ve bu sıraya girdik. Bir müddet ilerleyip kapıya yaklaştığımızda kapıdan sadece ibadet amaçlı gelenlerin girdiğini gördük :( Daha sonra diğer sırayı bulduk ve bir de ne görelim buradaki sıra diğerinin iki katından fazla :( Haliyle içeri girmemiz yarım saatten fazla sürdü. Bir de tepemizdeki yakıcı güneşi de ekleyip nasıl işkence çektiğimizi anlamışsınızdır. Önceden cami olan yapıdan geriye sadece çan kulesi olarak kullanılan minaresi kalmış (ki bence katedralin en görülmeye değer yeriydi). Bu katedral yapılıncaya kadar dünyanın en büyük katedrali Ayasofya imiş. Şu an ise bu katedral 3. sırada bulunuyor.

Katedralin içinde Kristof Colomb'un mezarı var. Ancak vücudunun sadece bir kısmı bulunduğu da söyleniyor. Katedralin içini gezdikten sonra La Giralda denilen çan kulesine çıkıyoruz. Burayı Müslümanlar yaptığında atla şerefesine çıkılacak şekilde inşa ettiklerinden bir minareye göre hayli geniş. Yalnız kulenin sadece üçte ikisini Müslümanlar, üst tarafını  Hristiyanlar yapmış. Kule resimlerde görüldüğünden bir hayli yüksek. Çıkarken epeyce yorulduğumuz için birkaç kez dinlendik. Bazı bölümlerde minare halinden kalma parçalar sergileniyor. Kulenin tepesinde kalabalıktan fırsat bulduğunuz kadarıyla müthiş bir Sevilla manzarasını görebilirsiniz. Açıkçası biz şehrin siluetinin yüzyıllardır değişmemesine hayran kalıyoruz, Türkiye'de böyle yerlerin çok az olmasına hayıflanıyoruz. Katedralin bahçesinde portakal ağaçları var. Biz yazın gittiğimiz için portakal yoktu ama fotoğraflardan görebildiğimiz kadarıyla portakallar dalındayken harika bir görünüm arz ediyor.

Katedralden çıktığımızda vakit öğle. Maria Luisa parkına gidip ağaç gölgesinde yakıcı güneşin gitmesini bekliyoruz. Buradan sonraki hedefimiz ise Plaza de Espana... Sevilla'da en beğendiğimiz yerlerden biri burası, çünkü Endülüs İspanyasıyla modern İspanya'nın karışımı bir mimariye sahip. Burası 1928 yılında Expo fuarı için yapılıyor. İsterseniz nündeki küçük yapay gölette kayık kiralayabiliyorsunuz.

Plaza de Espana

Vakit akşama yaklaşıyor, haliyle acıkıyoruz ve gözümüze kestirdiğimiz bir restorana dalıyoruz. Burada Tortilla ve PaellaVerduras sipariş ediyoruz (sebzeli paella). Hizmetten memnun bir şekilde buradan ayrılıyor ve yürüye yürüye otelimize giderken daha önce girmediğimiz sokaklara dalıp çıkıyoruz. Ertesi gün Cordoba yolculuğumuz için Santa Justa tren istasyonuna gidiyoruz. Tren Cordoba'ya ilerlerken biz de bu güzel şehre veda ediyoruz.

Muhammet - Hümeyra KARA[email protected]

Hümeyra Kara

Yazar Hakkında

Hümeyra Kara

Öğretmen/Yüksek Lisans öğrencisi.. Yeni yerler keşfetmekten haz duyuyorum ve bu keşiflerimi paylaşarak mutlu oluyorum