Sabahın ilk ışıkları ile başladığımız Sevilla şehir turumuzda ilk durağımız İspanya Meydanı. Burası, yarım ay şeklinde tasarlanmış iki katlı ve saraya benzeyen bir bina ve onun önünde yer alan ortasında büyükçe bir havuzun bulunduğu meydandan oluşuyor. 2 katlı bina günümüzde kamu binası olarak kullanılmakta. Meydanın en ilgi çekici yanı ise İspanya’nın hemen tüm şehirlerinin kendilerine ait tarihi olaylarla betimlendiği seramik resimlerle kaplı olması.
Ardından yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüşle Şehrin en tarihi bölgesi olan Santa Cruz’a ulaşıyoruz. Santa Cruz, şehrin en eski Yahudi mahallesi olarak bilinir. Bölgenin görülmeye değer iki noktası; La Giralda ya da Sevilla Katedrali ve Real Alcazar (Alcazar Sarayı).
Sevilla Katedrali, 12 yy sonlarında Muvahhidlerin (Kuzey Afrika Müslümanları) inşa ettikleri bir caminin yerine kurulmuştur. Avrupa’nın en büyük katedrali durumundaki La Giralda’ya ismini veren bronz rüzgar gülü, çan kulesinin tepesinde bulunur ve inancı simgeler. Günümüzde La Giralda’nın biraz daha küçültülmüş hali katedralin hemen giriş kapısında özellikle ziyaretçilerin fotoğraf çekmesi amacıyla yerleştirilmiştir. Kayıtlara göre burasının inşası bir yüzyıldan fazla sürmüştür.
Katedral içerisindeki en önemli bölüm Kristof Kolomb’un mezarının yer aldığı bölümdür. Bu bölümde ayrıca Kolomb’un naşının; Kastilya, Leon, Aragon ve Navara gibi dönemin önemli krallıklarının kralları tarafından taşınmasının betimlendiği heykel de yer alır.
La Giralda’nın yer aldığı kule yaklaşık 74mt yüksekliğe sahip ve katedral içinden yürüyerek çıkılabiliyor. Kesinlikle tavsiye edilir çünkü şehri en tepeden görme şansına sahip olacaksınız.
Katedral’den çıkıp Palaza Del Triunfo (Zafer Meydanı) ’dan geçerek bölgenin bir diğer önemli yapısı olan Alcazar Sarayının girişine ulaşıyoruz. Saray iki yıllık bir çalışmanın ardından 1366 yılında hizmete girmiştir. Kraliçe I. İsabel, yeni Dünyayı keşfedecek olan Kolomb ve denizcilerini buradan uğurlamıştır. Yaklaşık yedi yüzyıl boyunca İspanyol kralları burada yaşamışlardır. Sarayın üst katı günümüzde hala kraliyet ailesi tarafından seyrek de olsa kullanılmaktadır. Granada da gezdiğimiz El Hambra sarayına benzerlik gösterse de benşm şahsi düşüncem bizim Topkapı Sarayımızla da benzerlikleri bulunmaktadır. Sarayın bahçeleri günümüzde bile hala Sevillanın sıcağından kaçmak isteyenlere doyumsuz ve serin güzellikler sunar.
Saray çıkışında Santa Cruz bölgesinin hediyelik eşya dükkanları, restaurantlar, barlar ve sokak sanatçıları ile kaplı dar sokaklarında ilerleyerek Santa Cruz Meydanına ulaşıyoruz. Burada Los Gallos adında bir Flemenko barı bulunmakta. Akşam saat 22:00 gösterisi için biletlerimizi alıp ayrılıyoruz.
Güzergâhımız önce Guadalquivir nehri ve nehir kıyısından şehrin bir diğer önemli bölgesi El Arenal. Cadde üzerindeki irili ufaklı hediyelik eşya satan dükkânlara girip çıkarak El Arenal bölgesinin en önemli noktası olan “Plaza de Torres de la Maestranza” ya ulaşıyoruz. Burası Sevilla’nın ve hatta İspanya’nın en eski boğa güreşi alanlarından birisi. Binanın dış cephesi bir hayli ilgi çekici şekilde Barok tarzında yapılmıştır. İçerisinde bir Boğa güreşi müzesi var kankalarımız Filiz ve Mesut müzeye girerlerken biz onlardan ayrılıp soluğu biraz daha şehrin iç bölgelerinde alıyoruz.
“Plaza del Duque de la Victoria” ile “Plaza Nueva” arasında uzanan Sierpes caddesi üzerinde binlerce çeşitte yelpazeler, hediyelik eşyalar bulabileceğimizi okumuştuk. Soluğu Sierpes’te alıyoruz. Burası birbirine bağlanan dar sokaklardan kurulu, evler çoğunlukla ikişer katlı ve hakikaten her yerde hediyelik eşya ve yelpaze satan dükkânlar mevcut. İtiraf etmeliyiz ki Barselona’da, Madrid’de gördüklerimiz çoğunlukla turistik idi ve daha yüksek fiyatlardaydı. Buradakiler hem daha çok çeşitli ve hem daha makul. Sierpes üzerinde Campos Sokağı tarafından girişte ismi “La Campana” olan vitrini inanılmaz güzel bir pastane dikkatimizi çekiyor. Kendimizi içeri girmekten alıkoyamıyoruz. İçerdeki sunum ve koku iç açıcı. Çikolatalı ve Muhallebi, kremalı iki tatlı sipariş ediyoruz; masa ve sandalye yok, ayakta hemen altı vitrinli buzdolabı olan tezgâhın üzerinde hemen tatlılarımızı yiyoruz. Tatlılarımız ağzımızda tarifi imkânsız bir tat bırakıyor.
Sevillanın bir diğer önemli bölgesi nehrin karşı kıyısında yer alan Triana’dır. Bölge bir zamanlar, Sevilla’nın çingene mahallesi idi. Günümüzde ise çiçeklerle dolu sokakları ve bağımsız havasıyla geleneksek bir işçi mahallesi konumundadır. Bölge aynı zamanda Sevilla’nın gece hayatının merkesi durumundaki Betis Caddesini de içinde barındırır.
Hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Katedralin merdivenlerinde oturarak şehrin akşam kalabalığını ve koşuşturmasını hemen önümüzde güzel şarkılar çalan bir gitaristin melodileri eşliğinde izliyoruz. Kankalarımızla buluşmamızı müteakip güzel bir akşam yemeği yiyerek Flemenko gösterisi için tekrar Santa Cruz meydanında doğru yürümeye başlıyoruz. “Los Gallos”’ un önündeyiz. Burası görevlilerin söylemine göre şehrin en eski Flemenko barı, dolayısıyla sanatçılarına ve gösterilerine çok güveniyorlar. Saat 22.00’da başlayıp 23.30 gibi sona eren muhteşem bir Flemenko gösterisi izliyoruz. Sanatçıların ayak hareketleri başımızı döndürüyor bazen yavaş müzik sebebiyle sıkılsak da çoğunlukla çok ama çok eğleniyoruz. Eğer yolunuz İspanya’ya düşerse Flemenko’yu mutlaka ama mutlaka Endülüs’te izleyin. Çünkü Flemenko, Endülüs’ün ruhudur ve geleneksel olarak çingeneler tarafından icra edilen bir Endülüs sanatıdır. Flemenko, sadece bir dans olmasının yanı sıra, hüznü ve sevinci ifade etmenin tutkulu bir yoludur aynı zamanda. İspanyanın Diğer şehirlerde düzenlenen gösteriler çoğunlukla turistik amaçlı ve yetersiz.
Artık yorgunluk had safhada. Doğruca otele gidiyoruz ve hemen uyuyoruz çünkü yarın sabah hızlı tren ile başkent Madrid’e geçeceğiz.