Estetiğin ve Melankolinin Şehri Viyana

Bratislava’dan yaklaşık 1 saatlik bir tren yolcuğu ile Wien Hauptbahnhof istasyonuna vardık. İstasyon kompleksinin içerisindeki metroya geçerek Viyana seyahatimizin başlangıcını böylelikle vermiş olduk. Viyana’da ulaşımda taksi kullanmak gerçekten lüzumsuz ve lüks bir tercih olur. Metro ağı çok geniş ve turist olarak görmek isteyeceğiniz tüm güzergâhlardan geçiyor.

Otelimiz Stephansplatz’a  sadece 3 metro istasyonu uzaklıkta olduğundan Stephansplatz’a yürüyerek ve Viyana ile ilgili ilk izlenimlerimizi biriktirerek ulaşmaya karar verdik. Prater civarlarında bir bara girerek karnımızı doyurduk. Tabii ki tercihimiz şnitzel oldu ve diyebilirim ki hayatımda yediğim en iyi şnitzeldi. Yolumuza devam ederken Stephansplatz’a vardığımızı anlamayıp, önümüzdeki binaları geçince devasa Stephansdom ile yüz yüze geldiğimde yaşadığım  kısa süreli şaşkınlığı unutamam. Böylesine devasa, vakur, ürkütücü bir yapıya daha önce rastlamamıştım. 14. yüzyılda gotik tarzda inşa edilen katedral, tüm ihtişamı ve heybeti ile bu denli kuvvetli manalar içeren sıfatları sonuna kadar hak ediyor. İlk işim katedrali her cephesinden izlemek ve fotoğraflamak oldu.

Stephansdom civarını dolaştıktan sonra oraya oldukça yakın olan Viyana Operası’nı ziyaret ettik. Görülmeye değer bir bina… Viyana’nın turizm faaliyeti içerisindeki insanlara sağladığı bir kolaylık var ki o da tüm tarihi-kültürel binaların, müzelerin, meydanların hepsinin neredeyse bir yürüme mesafesi kadar birbirlerine yakın oluşlarıdır. Şehri seyrederek devam ettiğimiz yürüyüşümüzün ikinci rotasını Karlsplatz olarak belirledik. Meydana ulaştığınızda sizi üzerinde Karlsplatz yazısıyla bir Otto Wagner eseri olan Stadtbahn Pavillon karşılıyor (Otto Wagner Viyana mimarisindeki başat adam, şehirde onun adını sık sık duyarsınız ). Parkın içine doğru yürüdüğünüzde Karlskirche’yi göreceksiniz. Barok tarzdaki bu kilise 18 yüzyılda inşa edilmiş.

Kiliseyi dolaştıktan sonra görevli kadına yakınlarda olduğunu bildiğim “Viyana Şehir Tarihi Müzesi”ni sordum. Kadın gayet nüktedan bir şekilde benden civarda gördüğüm en çirkin binaya yürümemi istedi. Dediğini yaptım ve Viyana Şehir Tarihi Müzesi’ni bulmuş oldum. Bu müzeyi bilhassa gezmek istememin sebebi II. Viyana kuşatmasında Osmanlı ordusundan arda kalanları görebilmekti. Dört katlı müzenin her katında belli yüzyıllara ait eserler sergileniyor. 1683 yılında ikinci kez olmak üzere Viyana’yı kuşatan ama muvaffak olamayan ordumuzun geride bıraktıkları; mızraklar, kılıçlar, kalkanlar, tuğlar ve diğer muhtelif malzemeler bu müzede sergileniyor. Yine aynı dönemde Avrupa’da neşredilen gazetelerden kuşatmaya ilişkin haber  kupürlerini ya da kuşatmayı canlandıran yağlı boya tabloları görmek mümkün. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Belgrad’da boğduruluşunu temsil eden karikatür dikkatimi bilhassa celp edip, tarihsel sürecin akışı hakkında kısa süreli olarak tefekkür etmeme vesile oldu. Kanaatim şu ki Viyana’daki bozgunu toparlayabilecek tek adam yine paşanın kendisiydi. Neyse konumuza dönelim… Lafın kısası bu müzenin materyal anlamında oldukça zengin olduğunu rahatça söyleyebilirim. Ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye  ederim.

Viyana’ya gidip de mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de Belvedere Sarayı’dır. Barok tarzdaki saray, Osmanlı kuşatmasında büyük fayda gösteren Fransız asıllı bir prens olan Prens Eugene’e taltif anlamında verilen bir ödeneğin neticesinde prens tarafından inşa ettirilmiş. Harika bahçesi, gölleri, heykelleri ve şelaleleri ile bu saray mutlaka görülmeli.

Viyana’nın saraylar dizisinin bir diğer mühim sarayı Schönbrunn Sarayı’dır. 18. yüzyılda yaşamış kraliçe Maria Theresa’nın sarayı olarak da bilinir. Yine imparatorluk tarihinin en önemli imparatoru olarak değerlendirilen ve halen Viyana halkının teveccühüne malik olan Franz Joseph de Hofburg yerine Schönbrunn’da ikamet etmeyi tercih edermiş. Nitekim vefatı da bu sarayda gerçekleşmiş. Schönbrunn’un bahçeleri en az saray kadar çekicidir. Masalsı güzellikteki bu bahçelerde dolaşırken  zaman mefhumunun yitip gittiğini ve her an bir dük, düşes ya da barones ile tesadüf edebileceğinizi duyumsuyorsunuz. Saraya sırtınızı verdiğinizde uzayıp giden yolun sonundaki tepede konuşlanmış Gloriette’yi göreceksiniz. Neo-klasik tarzda bir sütun dizisi olan Gloriette, kışkırtıcı görselliği ile sizi kendisine mutlaka çağıracaktır. Gloriette’ye giden yol üzerinde 18. yüzyıl yapımı antik-mitolojik temsillerle bezenmiş Neptün Çeşmesi ile karşılaşacak ve eminim ki bol bol fotoğraf çekeceksiniz. Gloriette’ye vardığınızda ise hoş bir Schönbrunn  ve Viyana manzarası ile ödüllendirileceksiniz.    Bir diğer ve hatta en önemli saray ise yüzyıllar boyunca Osmanoğulları’nın en büyük hasmı olan Habsburgların yerleşkesi Hofburg Sarayı’dır. Eklentileri ile birlikte oldukça büyük bir saray. Habsburglardan geriye kalanları izleyip, kadim bir tarihin hissine haiz olmak kesinlikle Hofburg’un marifeti. Yine sarayın çevresi adım adım gezilmesi gereken bir seyir zevki vaat ediyor. İspanyol Binicilik Okulu, her ne kadar nasıl ulaştığımı şuan hatırlayamasam da Avusturya Parlamentosu ve Viyana Tiyatrosu da görülmeye değer yürüme mesafesindeki yerler. Bir diğer naçizane tavsiyem var ki o da Sigmund Freud’un evini ziyaret etmeniz. Bugün müze olarak kullanılan ev saat 17.00 itibariyle ziyaretçilere kapanıyor. Kapanıştan 20 dakika önce varmamıza rağmen içeride geçirilen vakti de hesaplayan görevli bizleri içeri kabul etmedi. Bir mühim ikazım olacak ki o da Avusturyalı görevliler hayır diyorlarsa zinhar kanaatlerini değiştiremezsiniz haberiniz olsun. Dolayısıyla içerisine görebilme fırsatım olmadı.

Viyana hakikaten tam bir açık hava müzesi… Barok-neo barok mimariyle bezeli geniş caddeleri olan muntazam bir şehir. Şehri teneffüs ederken son imparator Franz Joseph ve eşi Kraliçe Elizabeth’in (Sisi) Viyana için taşıdığı mana mutlaka dikkatinizi çekecektir. Zira şehrin modern ve estetik imarı büyük oranda mevzu bahis monarkın döneminde gerçekleşmiş. Gördüğüm kadarıyla Viyanalılar Joseph ve Sisi’yi oldukça seviyor ve hayırla yâd ediyorlar. Öte yandan şehir oldukça statik bir şehir. Hayat çok yavaş akıyor gibi algılıyorsunuz ya da bu şehirde kimsenin acelesi yok gibi. Bu kadar güzel bir şehir olmasına rağmen yine de Viyana’ya ısındığımı söyleyemem. Şehir depresyon hali taşıyan çok güzel bir kadını andırıyor. Güzelliğine hayran oluyorsunuz ama sizi bir şekilde mutsuz etmesine de mani olamıyorsunuz gibi… Bir diğer menfi gözlem ise özelikle orta yaş Alman nüfusun soğuk ve kaba tutumları. Şehirlerinde misafir olan turistlerin müşkül durumları onları pek alakadar etmiyor (mevzu sadece adres sorma).

Viyana’da sokakta ya da toplu taşıma araçlarında sık sık Türkçe duyarsınız. Zira  Türkler bir toplumsal ve etnik unsur olarak Viyana’nın bir parçası… Lakin toplumun geri kalanı tarafından kabul gördükleri pek söylenemez. Mikro  örneklemim vakit geçirdiğim Viyanalı arkadaşlarımdır. Niçin ve nasıl gibi sorulara dair zinhar Türklerin gettolaştıklarından, suç oranlarını arttırdıklarından, toplumsal sükûneti bozduklarından  ya da buna benzer şeyler iddia etmiyorlar. Mütemadiyen Türklerin dini mensubiyetlerinden ve bilhassa Türk kadınlarının bu inanç aidiyeti  dolayısıyla tercih ettiği giyim biçimlerinden bahsediyorlar. Bu anlamda şehirde kaldığım süre içerisinde edindiğim bir kanaat olarak, farklı olmanın ötekileştirilmeye sebep olduğu bir toplumsal damarın varlığını rahatça ifade edebilirim. Meselenin ironik tarafı ise tüm bahsettiğim arkadaşlarımın da göçmen olması ve (Yunan, Polonyalı, Hırvat) Viyana’nın yerli-anadili Almanca olan başat  unsuru hakkında kendisinden olmayan kimlikleri  kabul etmedikleri şeklindeki ithamlarıydı.

Son olarak  önemli bir ikazım olacak. Viyana’da toplu taşıma araçlarına biniş ve inişlerde bilet kontrolü yapılmıyor. Ama siz siz olun buna güvenip biletsiz binmek gibi bir yola sapmayın. Bilet kontrolörleri aniden belirebiliyor ve biletiniz olmadığında sizi aşağı indirip cezai işlem uyguluyorlar. Bizzat yaşadığım için daha doğrusu bize şehri gezdiren Yunan arkadaşımın bileti olmadığı için nasıl aşağıya indirildiğini ve 2 Euro’luk bilet için 103 Euro cezayı nasıl  yediğini yakinen gördüm. Görevliden beklediğiniz müsamaha ise boş bir beklenti. Yazının başında da belirttiğim gibi Avusturyalı görevliler çok sert ve otoriterler.

Benim anlatacaklarım bu kadar… Herkese iyi seyahatler…

Oben Hüseyin Sazaner

Yazar Hakkında

Oben Hüseyin Sazaner

1984 Bursa doğumlu.Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu.Yıllık izinlerinde seyahat eder.