Uzun zamandır gerçekleştirmek istediğimiz geziyi işte nihayet gerçekleştiriyoruz. Birkaç gün öncesinden hazırlıklar tamamlandı ve artık yola çıkılacak zamanı beklemeye başladık. Evet kutsal an geldi yola çıkıyoruz ve nihayet Paris'teyiz. Otele tam 12'de yerleşmemiz gerekiyordu ama biz 10:30 gibi gelmiştik daha vaktimiz vardı ve karnımız acıkmıştı. Nisa ile yolculuk çok zor oluyor, bazen çok kapris yapıyor bizi baya bir yoruyor. Paris'te hoşgeldin sürprizi olarak park yerleri kartlı, normalde çoğu Avrupa ülkesinde para ile çalışıyor ama burası maalesef kartlı. Biz de mecbur park kartı Mairie de Paris'e 20 Euro verip kart alıyoruz.
Nil ile Nisa'ya arabadan inip az önce kahvaltı etmek için gördüğümüz pastaneye gitmelerini, arabayı uygun bir yere park edip geleceğimi söyledim. Döndüğümde her yere baktım pastane dahil ama sanki kuş olup uçmuşlardı.Yağmurda şiddetlenmişti ama hala onları bulamamıştım. Biraz uğraştan sonra bir de ne göreyim bizimki şimdiden Fransa'nın etkisi altına girmiş, kendini kaybetmiş halde bir vitrinin önünde duruyor. Sonuçta kimsenin İngilizce konuşmak istemediği bir gariplikler ülkesindeydik ve bir de onları bulmakla bir sürü vakit kaybetmiştik.Biz pastanede kahvaltımızı ederken polisler içeride tanıştığımız Mevlüt'ün arabasına ceza yazmakla meşguldüler...Yanındaki arkadaşı da Mevlüt'e demez mi "Üzülme biz aramızda para toplar sana veririz" diye...Türk arkadaşların dediğine göre Paris dışarıdan güzel ama içi çok karmaşık ve yaşaması çok zormuş... Neyse biz gelelim Paris'e...
Az önce Nil'in oyalandığı mağazaya gidip beğendiği elbiseyi alıyoruz ve ondan sonra da otelimize yerleşiyoruz. Otelimiz Paris Central'e yakın ama arabayla gideceğimizden trafikten dolayı yaklaşık 10 dakika mesafede. Otelden çıkıp ilk durağımız Paris'in sembolü ve iftiharı Eifel Kulesi. Ama sanıldığı gibi Eifel tüm Paris'ten rahatlıkla gözükmüyor çünkü binaların geneli çok yüksek sadece Seine Nehri tarafından rahatlıkla gözüküyor.
İlk önce Eifel Plaza yakınlarındaki ismini şu an hatırlayamadığım müzenin altındaki otaparka arabamızı park ediyoruz. Eifel çevresi civarında özellikle Afrikalı satıcıların hediyelik eşya satma tacizlerine maruz kalıyoruz. Eifel maketleri 5 ile 25 Euro arası anahtarlıklar ise 1 Euro'dan başlıyordu. Dönemeçli kalabalık barikatta ilerleyip nihayet gişeye geldik ve 17 Euro'dan Eifel'e giriş biletlerimizi aldık. Dört asansörü bulunan kulenin birinci katındaki terasa çıkıp manzarada kendimizi kaybediyoruz. Nehirden geçen tekneler, şehrin son derece düzenli mimarisi, tarih kokan binaları; müzeleri hepsi tam karşımızdaydı. İkinci katında bulunan Jules Verre'de resturantında akşam yemeğimizi yedikten sonra bir üst kata çıkıp kendimize Paris legolu fincanlar alıp altına o günün tarihini yazdırdık tabii hepsi Nil'in isteğiyle... En üst katta videolu Paris bilgileri ve tarihini anlatan yazı ve tablolar var bilginize.
Dikkatimizi çeken şeylerden biri de Paris ve çevresinde eli silahlı askerlerin dolaşmasıydı belki terör yüzünden ama Avrupa'nın göbeğinde turistik olarak hoş görünütüler değildi. Günün son rotası olarak dünyaca ünlü Şanzelize Caddesi yani (Champs-Elysee )'ye gidiyoruz... 1950 metre uzunluğundaki bu cadde en ünlü moda evleri, kaliteli mağaza, restorant ve kafelerle dolu.
Piramit camdan yapılan Louvre Müzesi yer altına inşa edilmiş ve gerçekten çok büyük. Hemen hemen tüm medeniyetlerin eserleri mevcut. Burayı yılda 8 milyon kişi ziyaret ediyor yani bazen Eifel'i bile gölgede bırakıyor. Louvre Müzesi'nden sonra ikinci durağımız 130 metre uzunluğunda ve 850 kişilik kapasitesiyle Notre Dame Katedrali. Nil'in birden içi ürperdi burada belki hala Esmeralda ve Quasimodo'nun ruhları dolaşıyordur. Giriş ücretsiz ve çok büyük bir örgü bulunmakta. Kilisede Brun'un tabloları var ve eğer kulelere çıkmak isterseniz ücretli ve zahmetli olduğunu söyleyeyim, biz göze alamadık. Hz. İsa'nın dikenli tacının Aziz Lovis tarafından buraya getirilip saklandığı rivayet ediliyor. Sonra oradan da çıkıp Paris'in en ünlü kiliselerinden Sacre Coeur'a gidiyoruz.Yalnız buraya ulaşmak için dik yokuş ve merdivenleri aşmanız gerekiyor biz kızımızla çok yorulduk. Monmaerte'de bulunan bu yapı Ortaçağ'dan kalma vitraylarıyla bizi çok etkiledi.Beyaz ki,liseden yukarı çıkıldığında meşhur ressamlar sokağı Monmarte'ye girdik ve az bir ücret karşılığında portremizi yaptırdık belki de bu anıyı ömür boyu saklayacağız. Karnımız acıkıyor ve bir restoranta girip kendimize balık söylüyoruz, garsona Türk olduğumuzu söyleyince Galatasaray diyor seviniyoruz. İki kişilik hesaba 60 Euro ödùyoruz ve yola koyuluyoruz ama nafile 20 eyalete bölünen Paris'i gez gez bitmez.
Ülkemizdeki gibi cadde ve sokaklara ünlü şahsiyetlerinin isimlerini vermişler. Metro ağları çok gelişmiş, otopark ücretleri ateş pahası kısaca Paris pahalı bir şehir. Ertesi gün çok yorulduğumuzdan mıdır bilmem saat 9 gibi kalktık kahvaltıyı kaçırdık neyse otelden çıkıp günün ilk rotası Marais Mahallesi'ndeki Picasso Müzesi... Daracık bir sokakda bulunan bu mùze 500'e yakın tablo ve 2500'den fazla çizimi barındırıyor. Picasso'nun vergi borçlarından dolayı Fransa bu tablolara el koymuş ve ispanyaya geri vermemiş işte bir fransız zorbalığı daha.Oradan da Versay sarayına gidiyoruz ve 18 euro bayılıyoruz.13000 yakın odası olan sarayın bazıları ziyaret açık. Odalar tarihi eşyaları ve nostalji kokan edasıyla hala dipdiri duruyor, bir de içinde aynalı bir galeri var. Görülmesi gereken yerler işaretlenmiş ziyaretçiler için. Saray bahçesinde güller, heykel ve çiçek peyzajları bulunmakta.
Bir sonraki durağımız Pantheon. XV.Louis tarafından yapılan yapıt ùnlùlerin evsahipliği yapmasıylada tanınır. Voltaire, Victor Hugo ve görme engellilerin kullandığı alfabeyi bulan Louis Braille'nin de mezarı buradadır. Burada Foucault sarkacı dünyanın döndüğünü kanıtladığı en önemli unsurlardan biridir. Biz fazla sevemedik ve hemen çıktık. Nereden bakmak isterseniz Paris'e orada onu görürsünüz sokaklarda yaşayan evsizler, romantizim,lüks butikler ve moda, müze kuyrukları, agresif ve kaba Fransız halkı, göçmenler ya da turistler kısaca ne ararsanız var Paris'te... Hatta diyebilirim ki ben hayatımda bu kadar evsizi başka bir Avrupa ülkesinde daha görmedim. Neyse son olarak da entellektüellerin tercih ettiği dar sokaklarıyla bir labirenti andıran Saint German sokaklarındayız. Biraz gezindikden sonra bir kafede şömine basında yerimizi alıyoruz ve iki esspresso ve bir meyve suyuna 20 Euro ödüyoruz. Oradan da çıkıp bir Arap mahallesine gidiyoruz; çok pis kokuyor etraf pişman oluyoruz geldiğimize ama Paris mimarisi şahane bina yapıları ile çok düzenli...
Paris hakkında söyleyebileceğimiz çok güzel ve etkileyici bir şehir. Birçok önemli müze ,kilise, katedral, turistlere yönelik pek çok altarnatif var Paris güzel ama bir o kadar da pahalı bir şehir.
Paris için söyleyebileceğimiz tek şey AU REVOİR MON AMOUR...