Benim gibi azılı bir etseverin hayallerini süsleyen şehirlerden biriydi Gaziantep... Bir bahane bulmak, bir şekilde yolu düşürmek gerekti.
2013 yaz sonunda futbol fikstürleri çekilirken Gaziantep deplasmanını gördüğümde dedim: "fırsat bu fırsat".
Her sezon topluca kombine aldığımız Galatasaraylı "Fedakar" grubumuza mesajı attım. Hemen 10 - 12 kişilik bir ekip organize ettik.
Pegasus'un ve Anadolu Jet'in aylar önce yaptığı klasik kampanyalarla biletlerimizi aldık. Gaziantepli iri cüsseli dostum Mali'den de gözüme kestirdiğim otelin konumunun gayet iyi olduğuna dair bilgi alınca hazırlıklar başladı.
Biz cumartesi sabah gidip pazartesi sabah erken dönemli bir gezi ayarladık kendimize. Açıkçası GS Cuma'dan da oynasa Pazartesi'den de oynasa gam yemezdik. Kutsal topraklara doğru yol alıyorduk (:
Ne var ki yolculuk tarihi yaklaşınca ekipten silkelenmeler oldu (ailesel sıkıntılar, iş güç vb.) benim iş yerinden arkadaşım Sevan'la birlikte toplam 4 kişi olarak cumartesi sabahı Antep'e hareket ettik.
1. Gün Cumartesi
Anadolu Jet'in yaklaşık 90 dakikalık uçuşundan sonra Gaziantep'e vardık. Havaş'lar uçakların inişini takip ederek sizi alıp yarım saatte merkeze götürüyor(10 TL).
Eğer 4 kişiyseniz taksiyle gitmeyi de tercih edebilirsiniz. Bizim varış noktamız olan Atatürk Bulvarı'nın İstasyon Caddesi'ni kestiği meydana gidiş 50 TL. Gaziantep'in taksicilerinden yana hiç yamuk görmediğimizi de belirtmek isterim. Zaten yamuk görmemek genel olarak şehre hakim bir duygu. İnsan gibi insanlarda, misafirperverlerden oluşuyor Gaziantep şehri.
Meydanda indiğinizde hemen yanı başınızda kalan daracık sokaklarıyla Bey Mahallesi'nin içindeki Zeynep Hanım Konağı'nda kalıyoruz. Gezlong'dan yaptırdığımız rezervasyonumuzda bir sorun yok. Bu sokağa arabayla girilemediğini hatırlatmak isterim. Eğer Havaş'la geldiyseniz Öğretmen Evi durağında inince ararsanız sizi alıyorlar. Arabayla gelmişseniz de yakındaki bir otoparka yönlendiriyorlar. Biz bulmakta bir problem yaşamadık, o ayrı.
İnanılmaz sıcak ve alakalı bir karşılamadan sonra 12'de hazır olacak odalarımızı beklemek yerine bavullarımızı resepsiyona emanet edip ilk durağımız Metanet'e doğru yola çıkıyoruz. Gitmeden önce otel çalışanlarından Salih beyran üzerine katmer çakacağımızı duyunca "Abi gün boyu başka şey yiyemezsiniz fena tıkar." diyor. Biz gülümseyip devam ediyoruz ama bir yandan içimize bir kurt da düşmedi değil.
Otelden 15 dakikalık bir yürüyüşten sonra Gaziantep'te herkesin beyranını methettiği Metanet Lokantası'na varıyoruz.
***
Metanet Lokantası
Burası esnaf lokantası görünümünde, iki katlı ve oldukça geniş bir yer. İstanbul'da pek anlam veremediğimiz "aile salonu" hadisesinin neden var olduğunu burada anlıyoruz.
İlk katta genel olarak Gaziantepli "ağır abiler" çorbasını içiyor. Aile ekibinin yukarıya alınmasının sebebi "kadınlar - çocuklar rahatsız olur" diye değil daha çok bu ağır abiler rahatsız olur diye oluşturulmuş gibi... (:
Abim Tolay ve eşi Tuğçe sayesinde aile kontenjanından biz de üst kata terfi ediyoruz.
Dolu dolu sarımsak kokan ortamda Tuğçe boğulmasın diye cam kenarı bir yer seçiyoruz. Sarımsakla vb. hadiselerle arası süper olmayan Tuğçe'yi koruyarak 3 beyran söylüyoruz kendimize. Bir tabak kütür kütür yeşil biberle birlikte beyranlarımız servis ediliyor.
Beyran Nedir?
Koyun gerdanı eti yüksek ateşte kaynatılır. Bir başka tencerede pirinç haşlanır, Servis edilmeden önce içine iç yağı ile et suyu doldurulur, pirinç eklenir ve üzerine karabiber, yaprak biber, sarımsak ilave edilip oldukça yüksek ateşte harlandırılır. Afiyet şeker olsun.
---
İlk kaşığı alınca "bu neymiş yahu" demekten kendimizi alamadık. Üçüncü, dördüncü kaşıktan sonra geniz yollarımız tamamen açıldı. "Bir tadayım ya ben de" diyen Tuğçe de içine düşünce ona da bir porsiyon söyledik. Katır kutur yeşil biberlerimizi de yanında götürüp afiyetle kalkıyoruz masadan. Bir beyran çorbası 10 TL ve bu para böyle bir lezzet için az bile diyorsunuz.
Unutmadan söyleyeyim, Metanet sabah 5.00'te açılıyor; saat 11.00'den sonra giderseniz çorba bulma şansınız muhtemelen kalmaz.
***
Metanet sonrası katmer götürmek için Gaziantep Çarşısı'nın içine doğru yürüyoruz. Adresimiz şöhreti Türkiye sınırlarını zorlayan Zekeriya Usta...
Katmerci Zekeriya Usta
İki gözden oluşan ufak bir dükkan. Bir gözde servis veriliyor, diğer gözde katmerler hazırlanıyor. Zekeriya Usta'nın oğlu sanırım; işinin başında etrafa gülücük dağıtıyor.
Yan masadaki dört kişinin gerçekten de dört kişilik bir katmere yumulduğunu görünce biz de "4 kişilik bir katmer" istiyoruz acemice.
Meğer 4 kişilik katmer vb. bir durum yokmuş. Neticede 4 kişi için 2 porsiyon katmer söylüyoruz. Biz yandakilerin yarısı kadar beklerken iki katı geliyor. Meğer yandaki koca katmer tek kişilikmiş.
Biz de nefis katmeri zar zor bitiriyoruz. İçinden fıstık taşan, kaymağı, çıtır çıtır gevrekliğiyle İstanbul'da yediğimiz katmer benzeri yapış yapış tatlılara rahmet okutan cinsten.
Abim "ben normalde katmer sevmezdim diye biliyordum, meğer bizim yediğimiz katmer değilmiş." derken bir yandan götürüyor.
"Çayınız var mı?" sorusuna nazik ama düşündürücü bir cevap alıyoruz. "Biz çay yapmıyoruz, yalnızca katmer yapmasını biliyoruz. Çay isterseniz yandaki çay ocağından getirtebiliriz."
4 çay gelir yandan... Bir tek İtalyanlarda gördüğüm "yemeği, yemek yapmayı ciddiye alma" hadisesi Gaziantep'te yeniden karşımıza çıkmış durumda. Hastasıyım bu tutumun. Hemen her şeyi menüye koyup yapmaya çalışan bir zihniyete yer yok. Çay bile ustasından içilmeli.
Zekeriya Usta'dan sevgiyle ve muhabbetle ayrılıyoruz.
***
Katmerle tıka basa dolu olarak Gaziantep çarşı sokaklarına atıyoruz kendimizi. Bakırcılar çarşısı, Almacı Pazarı ve daha sonra daha geniş değineceğim Tahmis Kahvesi vb. derken ertesi gün bazı dükkanlar kapalı olur diye dalıyoruz salçasına, nar ekşisine...
bu üstteki resim, dükkan kapalı demek. kimse içeri girip bir şey kurcalamıyor.
Ardından taksiye atlayıp Gaziantep Efsanesi Halil Usta'ya doğru yola çıkıyoruz.
***
Halil Usta
Merkezden taksiyle gidilmesi daha doğru olan Karşıyaka'daki Halil Usta, ilk başladığı "kenar mahallesi"nden çıkmayarak takdire şayan bir duruş sergiliyor. Taksi aşağı yukarı 13 TL civarı tutuyor.
Aslında buraya gelmeden önce ya da geldikten sonra hemen yürüyüş mesafesindeki Zeugma Mozaik Müzesi'ne de uğrayabilirsiniz. Ancak biz müzeyi ertesi güne bırakmıştık.
Dışardan ufak bir yermiş gibi gözüken dükkan içeri girince uzadıkça uzuyor. Eskiden saat 2'de kepenkleri kapatan Halil Usta, ısrarlar sebebiyle 3-4'e kadar uzatmış açık kalma saatini. (evet akşamüzeri 3'ten 4'ten bahsediyorum)
İçerisi oldukça kalabalık ancak hemen masa buluyoruz. Biz daha masaya oturmaya yeltenirken nefis salataları ve kebaplar masaya gelmeye başlıyor bile. Anteplilerin masayı boş bırakmama konusunda ciddi bir gayreti var. Boş masada müşteri bekletmenin ayıp olduğunu düşünüyorlar. (böyle insanın canını yiyeyim)
Küşlemeci Halil Usta, önce sade kuşbaşı, ardından da 3'er şiş çekilmiş halde simir kebabı, kıyma kebabı ve sebzeli kebabı getiriyor. Hemen ardından soslu ve sossuz küşleme geliyor. "Yetmedi başkan daha getir" dediğiniz zaman tercihinize göre küşleme ya da kebap servisi devam ediyor. Bakır tasta servis edilen ayran da cabası...
Bir çırpıda anlattığıma bakmayın, hayatımda açık ara yediğim en güzel kebapları, İstanbulla alakası olmayan küşlemeyi, kuş başını burada yedim.
Nefis. Nefis. Nefis.
Kuyruk yağı, pişirilme süresi, sosundaki nane, sumak, her şey yerli yerinde, en güzel şekilde pişirilmiş ve ağızda dağılıyor. İnsan hiç doymamak istiyor açıkçası.
Salatası ise ayrı bir bağımlılık sebebi. Sevan salatanın içine düşmüş şekilde direkt kaşıklayarak giriyor "Kaşık Salata"nın hakkını vererek. Nar ekşisi, sumak, nane, her şey nefis.
Hesap geldiğinde ikinci şoku yaşıyoruz. Bu lezzet seviyesinde verilecek hesabın çok daha yukarıda seyretmesi gerekirken 4 kişi salataları, ayranları, kolaları, ortada 8-10 kap kebabı, şişiyle birlikte toplam 155 TL ödüyoruz.
Masada şaşkınlıkla karışık bir sessizlik oluyor. İstanbul'da kendimizi aptal yerine koydurduğumuzu tescil eden bir hesap.
Dükkandan çıkarken Halil Usta'nın arkasındaki fiyat tablosuna gözüm takılıyor. Kebap da 15 TL, küşleme de 15 TL gözüküyor (emsali bile olmayacak yerlerde 25-30 TL aralığında). Vedat Milor'a yaptığı programda "ikisi de aynı yerden geliyor niye biri diğerinden daha pahalı olsun ki" şeklinde açıklamış vaziyette olduğunu sonradan göreceğim.
Çıkarken kendisine övgüler yağdırırken fotoğraf çektirme isteğimizi kırmıyor. Kulağıma eğilip karşıdaki gazete küpürünü gösteriyor.
"Eti iyi bilirim, etle oynamasını severim."
"Sen oynamamışsın ki usta başka bir noktaya getirmişsin."
Karşılıklı gülüp bu lezzet mabedinden ayrılıyoruz. Siz bir yolunu bulun ayrılmayın (:
Unutmayın burası öğleden sonra kapandığı gibi pazar günleri de kapalı. Metro'da yeni bir şubesi açılmış o pazarları da açık ama Halil Usta orada olmadıktan sonra ne hep biraz eksik kalır.
Sen çok yaşa Halil Usta!
***
Taksiyle merkeze dönüp kebap üstüne ağız tadıyla baklava atmak için Gaziantep'in Koçak'la birlikte en çok sevilen baklavacılarından Zeki İnal'a doğru yola çıkıyoruz.
***
Zeki İnal
Vedat Milor'un "burada sakın şöbiyet yemeyin çünkü burada bir kez şöbiyet yerseniz bir daha başka yerde yiyemeyeceksiniz" dediği Zeki İnal, otelimize çok yakın bir konumda modern dükkanıyla dikkat çekiyor.
İçeri girer girmez tereyağı kokusu vuruyor burnunuza.
Kare baklava ve şöbiyet yiyoruz. Ağzıma baklavayı ters çevirip attığımda gelen gök gürültüsü gibi çıtırtı, tereyağı ve tazelik "biz baklava da yememişiz" cümlesini ağzımızdan döküveriyor ister istemez. Şöbiyet deseniz kaymağı damaktan kayıyor. En ufak bir ağırlık söz konusu değil... Yapış yapış bir durum da yok. Zaten günlerce dayansın diye glikoz da kullanılmıyor. Her şey doğal ve taze...
Zeki İnal'ın oğlu Levent İnal'la sohbet edip otele uğrayıp eşyaları yerleştiriyor; "katmerle beyranı arka arkaya nasıl götürdüğümüzü" şaşkınlıkla dinleyen Salih'in "abi ne olur bir çay ikram edelim ısrarını kibarca reddedip kafayı vurup yatıyoruz 1 saatliğine. Otele yakın ve son derece şık Bayazhan'ı gezdikten sonra, (içinde pub da var) akşam merkezde açık az sayıdaki kebapçıdan Gaziantep'in en ünlüsü ama aynı zamanda en turistik dükkanı İmam Çağdaş'ta alıyoruz soluğu.
***
İmam Çağdaş
Çok şık bir ahşap dükkanı var İmam Çağdaş'ın... İç dekorasyonu yine aynı derece. Fiyatlar Gaziantep ortalamasının üzerinde.
Ben soğan kebabı alıyorum, Sevan şişten Ali Nazik... Sevan önden, Tuğçe ise tek tabanca olarak lahmacun da götürüyorlar. Abim ne götürdü tam hatırlamıyorum şimdi ne yalan söyleyeyim, ben dalmışım direkt soğan kebabına...
Kesinlikle çok lezzetliler ama Halil Usta resitalinden sonra zor... Yalnız ardından söylediğimiz ve sıcak gelen, her biri kuş gözü kadar fıstıkla doldurulmuş baklavalara diyecek yok... Bana göre gene de Zeki İnal önde; ama son derece lezzetli.
Abimler patronlarının ve kendi siparişleri olan baklavaları bir önceki günden söylüyorlar. Ertesi gün maç olduğundan baklava bulmak son derece zor olacak. Ayırtmak önemli.
***
Akşama bir kez daha Tahmin Kahvesi'nde alıyoruz soluğu...
1635 yılında kurulmuş olan Tahmis Kahvesi, gündüz saatlerinde içinde fasıl ekibi, akşam saatlerinde 12'ye kadar açık servisiyle tam bir "geleneksel" kahve.
Özellikle hazıma ekstra iyi gelen menengiç kahvesi, zahter çayı, dibek kahvesi, her türlü nargile çeşiti ve çayıyla saatlerin geçtiği bir istasyon...
Gün boyu uğrayıp girip çıktıktan sonra akşam bir yandan Sevan'ın şov yaptığı okey oyununu oynayıp sıcak içecekler eşliğinde kapanış saatini buluyoruz.
Otele doğru yürürken ise bizi bir sürpriz bekliyor: Nazım Usta.
***
Nazım Usta
Nazım Usta, Güllüoğlu Oteli'nin önünde saat 10, 11 civarı çıkıp sabah 5'e kadar duran bir seyyar kebapçı.
Uzun tezgahının üzerinde şiş, terbiyeli şiş, dalak, ciğer, kıyma kebabı, kaburga şiş, uykuluk şiş, tavuk kanat, tavuk şiş çeşitleri löp löp yatıyor.
Siz hangisinden istiyorsanız seçip Nazım Usta'nın yanına gidip ocağın üzerine atıyor. Piştikten sonra tırnak pideye çekip salatası, üzerine limonu sıkıp götürüyorsunuz. Şişi 5 lira.
Biz bu ilk akşam tıka basa dolu olmamıza rağmen Sevan'la dayanamayıp bir uykuluk şişi bölüşüyoruz.
Tek kelimeyle nefis. Geç saatte Gaziantep'teyseniz kesinlikle uğramanızı öneririm.
***
Otele dönüp sabah erkenden beyran içme hülyalarına dalıp kafayı vurup uyuyoruz.
Gaziantep'te Geçen 2. Günümüz - Pazar
Sabah gözümüzü açar açmaz kurulmuş saat gibi hep birlikte "Metanet" diye sayıklanarak kapının önüne üşüşüyoruz. Otelde kahvaltı var aslında ama burun kıvırır vaziyetteyiz.
Atomcu Celal
Yürüyüş sırasında Karagöz Caddesi'nden geçerken sağda methini çok duyduğumuz Atomcu Celal Usta'ya gözümüz takılınca Sevan'ın da kışkırtmasıyla dalıveriyoruz içeri.
Sevan ve ben atom taraftarıyız. Ama atom gerçekten atommuş burada: süt, muz, fındık, ceviz, bal, çilek, armut, elma, havuç karışımından oluşan bu arkadaşı çakıyosunuz; yanında bir de tabakta dilimlenmiş çilek, armut, kivi, bal ve üzerine hafif dökülen hindistan cevizi şeklindeki karmaya toplamda 3,5 TL ödüyorsunuz. Acayip bir şey, acayip hizmet, acayip fiyat.
----
Metanet'e bir 10 dakika sonra vardığımızda GS maçı sebebiyle tıka basa dolu olduğunu fark ediyoruz. Aile salonu dolu olduğundan alt salona alıyorlar herkesi. Dayılar rahatsız ama yapacak bir şey yok (:
Sevan bu sefer duble söylüyor beyranı... Yanımızda Antepli yaşlı bir amca ve eşi var.
"Biz de evde yapıyoruz ama böyle olmuyor; o yüzden buraya geliyoruz çok güzel" diyor Antep'in yabancısı olduğumuzu öğrenince.
Arkasından Tahmis yapıp bakırcılar çarşısı ve etrafında alışverişlere başlıyoruz. Annem için özel bakır sahan satın alıyorum. Tuğçe ile abim de eve salça, cevizli sucuk, Antep fıstığı gibi alışverişlere giriyorlar. Bu arada Tahmis Kahvesi'ne sırtınızı verdiğinizde hemen solda bir han, pasaj gibi bir yer var. Oradaki dükkandan istediğiniz şeyi alabilirsiniz oldukça iyiler.
Bir önceki akşam İmam Çağdaş'tan hazırlatılan siparişleri de alıp otele bırakmak için yola çıkıyoruz. Ancak Tuğçe'ye ek siparişler var; Zeki İnal'a uğranıp alınması gerekecek. Abim GS montunu giyerek maç hazırlığına başlıyor. Biz de beraber Zeki İnal'a doğru yola çıkıyoruz. 3-4 dakika sonra Gaziantep atkılı gençler gelip bizi uyarıyorlar: "Abi ileride kavga var çıkar istersen." önce durumu çok ciddiye almıyoruz ama yanımızda bir araba durup: "abi ne olur gitmeyin ileride it kopuk var" diyince önce Tuğcan Otel'e sığınıyoruz; ardından abimle ben üstünü değiştirmesi için otele geri gidiyoruz.
Gaziantep'te normalde böyle olaylar çıkmıyor fazla. Zaten Antep atkılı gençler ve insanların tutumundan da belli ama Ultraslan ve Gaziantep'in taraftar grubu birbirine girince ortalık karışmış.
Tedbili kıyafet sonrası Zeki İnal'lanıp Halil Usta'nın kapalı olmasının getirdiği üzüntüyle ortaklıktan ayrılan kardeşinin şehir merkezindeki mekanı Küşlemeci Mehmet Usta'ya kırıyoruz dümeni
Bu esnada Bayazhan'ın karşısında birbirine girmiş iki tarafın bıraktığı çöp ve kırık döküğe de şahit oluyoruz.
Küşlemeci Mehmet Usta
Kaşık salatası neredeyse Halil kadar iyi; küşlemede geride. Kebaplarda yakınlık söz konusu. Bize şef özel olarak "beyaz et" dediği; etin özel bir kısmını da getiriyor. Her damağa göre değil ama bana oldukça lezzeti geldi. Halil Baba kapalıysa ya da şehir merkezinden ayrılmak istemiyorsanız çok iyi bir alternatif. İstanbul'da bulabileceklerinizden kat be kat ileride bir lezzet var bu arada şansızlığı Halil Usta ile kıyaslanması...
Rica edip Zeki İnal'dan aldığımız şöbiyet ve baklavaları sonradan almak üzere oraya bırakıyoruz. İstikamet çok övülen Koçak Baklava... Denemesini yapıp arkadan taksiyle Erçelebi'de kömürde künefe ile altın vuruş yapma niyetindeyiz.
Koçak Baklava
Güzel mi? Evet. İstanbul'dakileri döver mi? Uzak ara.
Ancak Zeki İnal'dan aldığımız tadı burada alamadık. Hatta İmam'ın özel karesi bile kimimize daha iyi geldi. Yine tatma fırsatı bulduğum Akıncıoğlu'nun baklavası da hamuru ve tazeliğiyle bir adım önde Koçak'tan bana göre. Sözü açılmışken; devamlı turistlerin tavaf ettiği yerlere gitmeyin; AkıncıoğluBaklavaları (www.akincioglubaklavalari.com.tr) gibi şehirde bilinen markaların ulusal medyada fazlaca duyulan diğer baklavacılardan eksiği yok fazlası var.
Gazianteplilerin gözdesi ise Koçak ama bizim olamadı bir türlü. Zekici kaldık; Zekici gidiyoruz.
Havuç diliminden kare baklavaya, yaprak şöbiyetten dolamaya kadar geniş bir skalada tadım yaptığımızı belirtelim.
Sonraki adres ünlü Erçelebi...
Erçelebi Kadayıf ve Künefe
Burası çok sıkıntılı bir yer. Çünkü kocaman bir kömür ocağının üzerine boy boy ve çeşit çeşit künefe ve kadayıf dizmişler.
Porsiyon konusunda önceden dersimizi aldığımızdan dört kişi olmamızda rağmen "iki kişilik" diyoruz. Aslında çok tokuz ama gözümüz doymuş değil... Yanında içecek sadece shot bardağı kıvamında bir bardakla süt... (:
O kadar nefis bir künefe ki o tokluğa rağmen yarısını gömüyoruz. Pişmanlığımız "buraya aç gelelim yahu" cümleleriyle ayyuka çıkıyor.
Mide dolu halde maça doğru yol almak adına Küşlemeci Mehmet Usta'ya doğru gidiyoruz.
----
Emanetleri aldıktan sonra Sevan'ı salıp GS ekibi olarak stada yollanıyoruz. Yine atkı ve bereyi göz önüne almayın diye uyarıyor polis.
Tuğçe ve Tolay
Maç sıkıcı bir şekilde 0-0 sona eriyor. Tuğçe GS kafilesiyle döneceğinden onunla maç sonu vedalaşıyoruz. Sevan'la Tahmis Kahvesi'nde buluşup mideleri gece Nazım'a hazırlama derdindeyiz.
Zaten zırt pırt girip çıktığımız Tahmis Kahvesi ekibinde tanınmış ve benimsenmiş vaziyetteyiz.
Akşam Gaziantep merkezde alkol alarak kebap yiyebileceğiniz bir yer olmaması çok kötü. Hatta kebap yenecek mekanlar da çok azalıyor akşam saatlerinde. Sahan, merkezde alkolle kebap yenecek Bayazhan ile birlikte az sayıda mekandan biri. Aklınızda bulunsun.
Mideyi kıvama getirdikten sonra Güllüoğlu Oteli'nin önünde şişleri yığmış Nazım Baba'ya yazılıyoruz.
Cartlak, uykuluk, kaburga, şiş ne varsa götürüyoruz bu sefer. Hatta abim tırnak pidesini tabak gibi kullanıyor. Fazla yiyebilmek adına üstüne et çektiriyor Nazım Baba'ya. (Son saydığımda 9 tane götürmüştü toplam) Özellikle kuzu şişi ve kaburgasına bitiliyor. Sevan'ın özel isteği dürümü kendisinin değil Nazım Baba'nın hazırlaması. O limonu sıkıp baharatlandırıp salatayı ayarlayınca daha da güzel oluyor diyor. Haksız da sayılmaz doğrusu...
Sabah 5'e kadar takılan Nazım Baba'nın müşteri portföyü en dipten en yukarı çeşitlilik gösteriyor. Özellikle gece geç gidiyorsanız yanınızda hanım arkadaşlarınız tedirgin olabilir. Ama sıkıntılı bir durum yok merak etmeyin; herkes etinin peşinde (:
Ertesi sabah 7'de uçağımız var. 5'te kalkıp Metanet'e gitsek mi fikri hemen ardından plana dönüşüyor (: Kafayı vurup yatıyoruz.
Gaziantep'te Geçen 3. Günümüz - Pazartesi
Bavulları toplayıp sabah 5'te Metanet'e doğru yola çıkıyoruz. Taksiyle de anlaşmış vaziyetteyiz. Bizi Metanet'in oradan alacak sabah.
Sevan dubleyi bizler tekleri gömdükten sonra taksiye atlıyoruz ama acaip bir sis de var. Havalimanında hacı kafileleri ve İstanbul uçakları için gelen yolcularla ciddi bir kalabalık var. Önce THY ardından Atlas uçuşlarını sisten iptal ediyorlar. Bileti aldığımız Pegasus da bir süre sonra iptali verince Gaziantep'te kalakalıyoruz.
Bu tabii bizimki gibi mide düşkünleri için hiç üzücü bir haber değil. Otelde check out yapmış vaziyetteyiz ama aslında 12:00'ye kadar kalma hakkımız var otelimiz Zeynep Hanım Konağı'nda... Halil telefonu açıyor ve cevabıyla yine niye dünyanın en güzel şehirlerinden birinde olduğumuzu hatırlıyoruz.
"Abi 12 ne demek; isterseniz akşama kadar misafirimiz olun."
Bu adamlara ne yapsak az.
Otele dönüp uykuyu aldıktan sonra 12 gibi odayı boşaltıyoruz. Otel sorumlularından Ali Abi "akşama kadar kalın acele etmeyin" dese de uçak saatimizi akşama değiştirip müsaade istiyoruz.
İşe telefon açıp mahsur kaldığımızı Antep'ten devam ettireceğimizi söylüyoruz. Öğlen saatlerinde merkeze dönüş yapıp karnımızı doyurmak adına övgüyle bahsedilen Çulcuoğlu'na atıyoruz kendimizi.
Çulcuoğlu
Burası da "getir abi" denilen yerlerden. Halil Usta gibi değil; bolca meze de beraberinde geliyor burada. Etçiler için kötü bir durum sağa sola saldırmaktan sonra ete dalamıyorsunuz. Ama lezzet ve karın doyurma açısından 10 numara.
Ortaya 3 kişilik getirdiği karışık tabakta inanılmaz bir patlıcan kebabı da arz-ı endam ediyor. Tüm etlerin tadı yine damağımızda kalıyor. Finalde üstüne neredeyse yarım kilo fıstık attığı nefis kadayıfı da gömüp kişi başı 20 lira ödediğimiz hesaba uzun uzun şaşkınlıkla bakıyoruz.
Abim Tahmis'te işe gömülmeden önce "Zekeriya Usta'ya ne olur bir uğrayalım" deyince saatin geç olmasını göze alarak gidiyoruz Zekeriya Başkan'a...
Oğlu içerde hamur yoğuruyor.
"Usta var mı katmer?"
"Yok; yarına anca. Siz yiyemediniz mi yoksa?
"Yok yedik de yine yiyelim istedik dayanamadık."
"Neyse en azından yemişsiniz; insanlar gelip de yiyemedi mi çok üzülüyorum. Bir dahaki sefere artık. Bazı şeyleri tadında bırakmak lazım" diye şakalaşıyor bizimle.
Tahmis'te sis mevzuunu konuştuktan sonra akşama dek bilgisayar başında kalıyoruz. Abim bağımlısı olduğu menengiç kahvesinden satın alıyor eve götürmek üzere.
Çıkışta aklımızda Ciğerci Mustafa ve Gaziantepli arkadaşımız Mali'nin fıstık helvası ısmarladığı Bedir'e uğramak var.
Ciğerci Mustafa
Çarşının içinde varmış esas yeri ama biz yanılıp stadın oradakine gidiyoruz. Burası çarşıdakinden çok daha büyük. Genellikle maç öncesi ve sonrası dolup taşmasıyla ünlü.
Üstüne hafif kimyon atılmış, tek kelimeyle muhteşem ciğerleri mideye indiriyoruz. Diyarbakır'daki gibi minik minik değil dişe dokunur büyüklükte kesilen ciğerler nefis salatasıyla birlikte geliyor. Közlenmiş malzemeler de cabası...
Bedir
Ciğerci Mustafa'yı büyük zevkle geride bırakıp rotayı Bedir'e çeviriyoruz. Öğretmen Evi'nin tam karşısındaki sırada Bayazhan'a doğru yeri.
Burası fıstıklı dondurması ve helvası çok meşhur ufak bir dükkan...
Mali için helvayı sardırıyoruz ama gelmişken fıstıklı dondurmayı da gömüyoruz tabii.. Tek kelimeyle enfes ve doğal fıstık tadını en güzel haliyle yaşatan bir yer. Yaz kış demeden Gaziantep'e gelmişseniz ve yolunuz sonraki yolculuklarımızda tanıştığımız Doğan ile kesişmemişse; mutlaka mideye indirin buradaki dondurmaları.
Tahmis'e bir kez daha uğrayıp vakit öldürürken vakit yine gelip çatıyor. Otelden eşyalarımızı alıp İstanbul'a geri dönüş yapıyoruz.
Bu tarihten sonra Gaziantep'e bir kez daha gittim. Ömrümüz izin verirse her sene iki kere uğramak lazım Antep'e. Zaten vücut beyran istiyor, küşleme istiyor, katmer istiyor, şöbiyet yok mu diyor. Bu sese kulak vermemek imkansız!