Bir Çay Kaşığı Karabiber, İstanbul Dolusu Sonsuzluk

Bir Venedik tacirinin haylaz güvercinlerin arasından ciddiyetle yürüyüp limandan Makro Envalos Çarşısı'na doğru yürüdüğünü hayal edin. Mağrur yürüyor Venedik taciri, cebinde kese kese altın olsa da en az onun kadar değerli bir ürünle takas peşinde: karabiber.

Bizanslı tacir Mikhail eliyle tek tek sayıyor bugün bir parçası tabağın kenarına fazla dökülse dönüp bakmadığımız karabiber tanelerini... Elinden biri kayınca dikkatle arayıp yeniden avucunun içine alıyor karabiberi, belki de gümüş kadar değerli.

Venedikli tacir dünyanın merkezinden karabiberlerini alıp güvercinlerin arasından koşar adım yürüyerek gidiyor gemisine. Arkasından sandıklarla adamları geliyor kan ter içinde. Gemisi Akdeniz'e açılıp Avrupa'daki kontların, düklerin hatta kralların sofralarına karabiberi ve daha pek çok baharatı dikkatle taşıyacak, kuşkusuz.
Bugün o güvercinler Yeni Cami'nin önünde uçmaya devam ediyorlar. Makro Envalos Çarşısı'nın görevini 1664'ten beri Mısır Çarşısı üstlenmiş vaziyette ve Bizanslı Mikhail Efendi'nin mahareti bugün Mustafa Efendi'nin zihninde ve ellerinde yaşıyor.

O günün haylaz güvercinleriyle birlikte değişmeyen tek şey dünyanın merkezi olabilir. 1000 yıl önce lezzetin ve baharatın dünyadaki merkezi neresiyse bugün de hala öyle... Çeşit çeşit baharat, ardında bir renk cümbüşü bırakarak İstanbul'dan binlerce sofraya dağılmaya devam ediyor. İsimler, binalar, sokaklar yer değiştirse de Boğaz'ın mavi suları bugün de lezzete dair anlatılan yeni hikâyelerin tanığı olmayı sürdürüyor.

Bugün Mısır Çarşısı'nda Asya'dan, Afrika'dan ve Anadolu'nun bereketli topraklarından pek çok baharat çeşitini bulabilirsiniz. Üstelik bir sihri vardır İstanbul'da baharatın; siz ona gitmeseniz de o sizinle buluşmanın bir yolunu bulur. Çemberlitaş'ta özenle hazırlanan bir pilavın damağınızla ilk dansında karşınıza çıkar safran...

Kekik, Üsküdar'da el emeğiyle hazırlanan köftelere tat verirken uslanmaz bir aşık gibi her lokmada başka bir gülümseme kondurur dudaklarınıza... Karabiber ise Beyoğlu'nda içeceğiniz sıcacık bir çorbanın sürpriz konuğudur; yüzyıllardır İstanbul'un sofralarını güzelleştirmenin gururunu ve önemini dudağınıza değdirdiğiniz ilk kaşıkta hatırlatır sizlere. "Ben buradayım" der adeta, lezzetin, mutfağın ve yemek kültürünün başkenti İstanbul'u her kaşığınızda sizlere yeniden sevdirir.

İstanbul'da anne elinden çıkan böreğin içine katılmış biberin de köşedeki dükkânda dudaklarınıza taşıdığınız salepe renk ve tat katan tarçının da, "iyi geliyormuş" diye karıştırılan egzotik karışımların da içinde baharata ve damağınızdaki renklere dair bir hikâye var. Hem sokaklarda hem çarşılarda hem de baharatın kalbi Mısır Çarşısı'nda insanı bu şehrin rengine ve büyüsüne katan bir şeyler var.

Edmondo de Amicis, 1874'te yazdığı İstanbul Seyahatnamesi'nde bu büyüden şöyle bahseder: "İçeriye girer girmez, insanın burnuna öyle keskin bir nebat kokusu çarpar ki, neredeyse gerisin geri dönülür. Burası, Hindistan, Suriye, Mısır ve Arabistan’dan gelen her türlü baharatın dolanarak, odalıkların ellerini yüzlerini boyayan, evlere, hamamlara, ağızlara, sakallara ve yemeklere güzel kokular veren, asabi paşalara kuvvet kazandıran, muhteşem şehre hayal, sarhoşluk ve keyif dağıtan esans, hap, toz, merhem haline döndüğü Mısır Çarşısı’dır. Çarşıda biraz yürüyünce insan sersemlemeye başlar ve hemen uzaklaşır oradan; fakat bu sıcak ve ağır havayla, sarhoş edici kokuların tesiri, açık havaya çıkınca bile, bir müddet devam eder ve zihninizde şarkın en mahrem ve en manalı izlerinden biri olarak dipdiri kalır."

1000 yıl önce Venedikli taciri İstanbul'a çeken, 200 yıl önce Edmondo de Amicis'i de Mısır Çarşısı'na ve İstanbul'a aşık eden aynı büyüdür. Bugün kilometrelerce ötedeki bir sofrada tabağınıza ektiğiniz kekiğin kokusunda İstanbul'a dair tüm anılarınız saklanıyorsa bu büyü hala etkisini sürdürüyor demektir. Binlerce göz, farklı isimlerle, farklı sebeplerde baharatın ve lezzetin peşini bırakmıyorsa Mısır Çarşısı'nın, tarihi semtlerdeki aktarların ve her köşesinden başka bir lezzet sürprizi çıkarmayı başaran İstanbul'un büyüsü hala kuvvetli diye düşünmek gerekir.

Suriye'den gelen kakule de Asya'dan gelen biber de İstanbul'un çekimine girip tezgâhlarında alıcısını beklerken çıktığı yolculuk ya Avrupa'nın bir şehrinde ya da hemen birkaç sokak ötedeki bir sofrada son bulur.

Güvercinler uçmaya direnircesine ısrarla koştururken Eminönü'nde, sizler damağınızda belki bir parça kimyon, elinizde hiçbir yerde bulamayacağınız otlarla hazırlanan sıcacık bir çayla Boğaz'ın sizleri de hafızasına kaydetmesini dilersiniz. Bilirsiniz ki İstanbul sofraları, Mısır Çarşısı'nın onlarca çeşit baharatı ve bu büyüyü gerçek kılan o maharetli insanlar dünya durdukça bu şehrin sokaklarında yeniden ve defalarca yaşamaya devam edecekler.

İster Mısır Çarşısı'nın tarihi atmosferini koklamak için o etkileyici yapıya doğru hareket edin; isterseniz iki sokak ötede üç kuşaktır aktarlık yapan o şirin dükkâna uğrayın; İstanbul'u sonsuza dek yaşamak için bir çay kaşığı baharatı damağınızla buluşturmayı unutmayın.