Karşıdan sanki altından yapılmış bir müzik kutusu gibi görünür. Melodisi ise kimi zaman gurbet, kimi zaman hisseli harikalar kumpanyası müzikali… Özellikle trenlerin sırdaşı, dostudur sevgili Haydarpaşa Garı.
Sözü gelmişken; yolcuların da sevgilisidir gar. O yolcular ki çoğu zaman sevinçlerine, dertlerine ortak olmuştur. Ah!! Kim bilir ne aşklar, ne coşkular, ne hüzünler yaşamıştır Haydarpaşa Garı.
Gara her geldiğimde ben de aynı heyecanı yaşarım. İstanbul’un karşısına geçtiğimde, içimdeki kuşlar pır pır çırpınarak kurtulmak isterler adeta. Kadıköy’e adım atınca gözlerimi ona doğru çeviririm. “Bak! Geldim işte, buradayım” derim neşe içinde. Gara doğru ilerlerken, bir taraftan da özlemimi anlatmaya başlarım; ta ki yanına varıncaya kadar…
İşte yine güneşli bir pazar günü, bu sefer çok güzel bir etkinliğe de imzasını atan Haydarpaşa Garı’na doğru yola çıktım. Şu an yine belli yerlerinin restorasyon nedeniyle kapalı olduğunu öğrensem de bu etkinliğe gitmeye karar vermiştim. Olsun ben de bu sefer hiç işlemeyen tren seferlerinden bilet alıp da yola çıkmayayım; ya da Kemal Sunal filmlerindeki gibi Kayseri’den yola düşüp İstanbul’a ayak basarak merdivenlerinden gevrek gevrek gülerek inmeyeyim…
Haydarpaşa Garı Kitap Etkinliği Günleri
Kadıköy’ün işlek sahil kenarından hızlı hızlı, hatta koşar adım yürümeye başlıyorum. Gara giden yolda tıklım tıklım insan kalabalığı dolu. İnsanların ellerinde kitaplar var. Kimi alışverişini yapmış Kadıköy’e doğru gidiyor, kimi ise benim gibi acele ediyor. Anlatımımdan anlaşıldığı üzere bizim sevgili tarihi garda “Kitap Etkinliği Günleri” düzenleniyor.
Bu arada gardan içeri giriş-çıkışlar da hiç kolay değil. Görevliler, sanırım sıcağın ve kalabalığın etkisinden bunalmış oldukları için, sert hareketlerle “Girişler diğer tarafta!! Yanlış yerden giriyorsunuz! Dur! Diğer tarafa!” diye bağırıyorlar heyecan içinde gelmiş olan biz misafirlerine.
Neyse ki bu tarz davranışlar benim kavuşmamı engelleyemez. Onların yönlendirmeleri ile tarihe doğru keyifli bir giriş yapıyorum.
Yolcuların trenlere bindiği uzun bir koridorda, küçük kibrit kutucukları gibi dizilmiş kitap stantları karşılıyor beni. Tabii kitap almak için yarışan insan silsilesini de unutmamak lazım.
Önce kitapların olduğu bölümü dolaşıyorum. Kütüphanemde eksik olduğunu düşündüğüm, bazı kitapları satın alıyorum hemen. Kitap poşetleri elimde gezerken, birden trenlerin vagonlarının açık olduğunu görüyorum. Doğruca bir vagonuna girip oturuyorum. Başlıyorum kendi içsel yolculuklarıma. Bu tren yaklaşık yarım saat sonra hareket edecek… Benimse valizim yerine sadece elimdeki kitaplarım var… Önce Bilecik, Eskişehir üzerinden Ankara, Kayseri hatta daha da uzaklara, Malatya’ya, Diyarbakır’a doğru yola çıkıyorum… Tren son düdüğünü çalınca, yavaş yavaş hareket ediyor Güney Expresi, durgun bir gölde yüzen kuğular misali. “Çuff, çuff, çuff.”
El sallıyorum tüm sevdiklerime, gökyüzündeki kuşlara ve unutmadan sarı renkli Haydarpaşa Garı’na. Neşeli bir yolculuk benimkisi. Gülüyorum okuduğum kitaplara, sonra karnım acıkıyor. Az önce simit almıştım. Onu ısıra ısıra gidiyorum uzak diyarlara…
Neden sonra küçük bir kız çocuğunun aldığı, renkli boyama kitabını göstermesiyle doğruluyorum oturduğum yerden. Annesi kızıyor ona rahatsızlık verdiği için. Özür diliyor. Lakin ben de garın sahile bakan kısmına yürüyeceğimi söyleyerek iniyorum vagondan: “Ehh... Bu kadar yolculuk yeterli” diyorum…
Garın bilet satılan gişeleri kapatılmış, hatta neredeyse tamamı kapalı... Sadece trenlere binilen alan ve iç bölümündeki çay ve kahve içilen yer dışında…
Yürürken bir kapı görüyorum. Henüz girişi yasaklanmayan kapılarından birisi bu kapı. Başlıyorum fotoğraflamaya bir türlü sahip çıkamadığımız Haydarpaşa Garı'nı. Bir taraftan da o muhteşem işçiliği, sarı renkli duvarlara oyulan sanatı incelemeye başlıyorum. Sahilden çıkışa doğru ilerlerken kocaman büyük levhalarda garın önceki harap hali, şu anki hali ve tarihçesini okuyorum.
Haydarpaşa Garı'nın Tarihi
Gar, II. Abdulhamit döneminde 1906 yılında inşa edilmeye başlanmış, 1908 yılında faaliyete girmiş. Garın yapımında Alman ve İtalyan taş ustaları birlikte çalışmış. İsminin de rivayete göre, III. Selim’in paşalarından Haydarpaşa’dan aldığı belirtilmekte.
Defalarca yangınlara maruz kalsa da Haydarpaşa, her şeye, herkese inat dimdik ayakta durmak için zorlu mücadeleler vermiş. Belki de onun umudu da trenlerine, yolcularına kavuşmak olsa gerek. İşte bu yüzden direniyor her türlü olumsuzluğa, darbeye…
Ayrılık saati yaklaşınca onun tekrar tren seferlerine başlamasını diliyorum içimden. Yine binelim trenlerine. Saatlerce bekleyelim bilet sırasında. Sevgiyle, içimizdeki taşan seller gibi coşkuyla inelim merdivenlerinden. “Bir tren kalkar bu şehirden. İçi umut dolu, sevgi dolu bir tren”…