Sabah erken saatlerde ayrılıyoruz Guatemala City’den. Aslında yaşadığımız hırsızlık olayının da etkisi ile kendimi hiç güvende hissetmedim bu şehirde. Guatemala’da 400 civarında gecekondu mahallesi varmış. Bırakın gecekondu mahallelerini şehrin merkezinde bile kolaylıkla kapkaça uğrayabiliyorsunuz.
Sabah şoförümüz yaklaşık bir saat gecikmeli geldi. Normalde çok dakikler. Ancak sabah yolda kaza olmuş ve dolayısı ile bizim araç da trafiğe takılmış. Bu nedenle saba saat 8 civarı Atitlan’a doğru hareket ettik. Doğrusu Atitlan gölü ve çevresi beni Guatemala’da en fazla heyecanlandıran yerlerden.
Yola çıkmamızın üzerinden çok geçmeden bir kahve molası verdik. Ne de olsa kahve cennetindeyiz. Durduğumuz yer Katok isimli şirin bir restorandı.
Burada iki kadın ocak başında sacın üzerinde siyah mısırdan tortilla yapıyorlardı. Tabii biz de hemen tadına bakmak için birer tane kahve yanına satın aldık.
Tortilla yapan kadınlar çok sıcaktı. Biz teklif etmeden kendileri fotoğraf çektirmek istediler. Halk genelde fotoğraf çektirmekten kaçınıyor, yüzünü kapatıyor ama bu bayanlar çok sıcak yaklaştı.
Yola devam edip Solola’da pazar yerine uğradık. Burada yerel kıyafetleri içindeki kadınlar çok renkli idi.
Bu pazardan Türkiye’de yetiştirmek üzere 3 çeşit mısır tohumu aldık. Daha önce Meksika’dan aldığımız mısır tohumlarını ekmiştik. 4-5 metreyi bulan boylarına rağmen meyve vermemişti. Yerel rehberimiz buradan aldığımız mısır tohumlarını yetiştirebileceğimizi hibrit olmadıklarını söyledi. Umarım netice alırız. Çünkü burada yediğimiz mısırlar çok lezzetli.
Solola’da dikkat çeken diğer noktalar ana meydanda yer alan yarasa vitraylı kilise ve belediye binası idi.
Burada hem yerel halkın hem de idari kademenin yönetim binası var ve bunlar tamamen birbiri ile uyumlu çalışıyorlarmış. Bu meydanda fotoğraflarımızı çektikten sonra Atitlan gölü kenarındaki Panajachel kasabasına geldik. Burada öncelikle eşyalarımızı konaklayacağımız otele bıraktık ve yerel rehberimiz Domingo ile buluştuk.
Mestizo olan rehberimiz Domingo oldukça sempatik ve sevecen bir çocuk. Domingo ile birlikte ufak bir motora binerek Atitlan gölünde tekne turuna çıktık.
Gölde 4 çeşit balık yaşıyormuş. Göl üzerindeki motor yolculuğumuz yaklaşık 1 saat sürdü. Yolculuk sonunda Santiago de Atitlan kasabasına geldik. Sahilden 30-40 metre yüksekte kurulmuş Posada de Santiago restoranında göl manzaralı yemeğimizi yedik.
Burası hem bir otel hem de bir restoran. Kesinlikle tavsiye ederim. Çok otantik bir havası vardı.
Yemekte kimimiz biftekli peynirli tortilla yerken kimimiz ise fajita sipariş ettik. Yanında da yerel biralarından söyledik. Ama herkes farklı şeyler söylemiş olsa da herkes sipariş ettiğinden çok memnun kaldı. Yemek sonrası gelen tatlılar, özellikle de vanilyalı dondurma enfesti.
Yemek sonrası tuktuklara binerek kasaba merkezine gelip Katolik kilisesini ziyaret ettik.
Kilisenin içi Mayalara şirin görünmek için Maya figür ve kıyafetleri ile dolu idi. İspanyollar Mayalara kendi dinlerini empoze etmek için kilise içindeki figür ve heykellere, özellikle de bu bölgede halk için çok önemli olan sigara içen tanrı Moshimon’un da figürlerini yerleştirmişlerdi.
Kilisenin dış çaprazında ise Moshimon’un sarı renkteki evi vardı.
Kilise çıkışındaki duvarda asılı rahip resmi ilgimizi çekti. Bu kilisenin rahibi İspanyolların yerel halka çok fazla baskı yapmasına tepki göstermiş. İspanyollar da halkı kışkırttığı gerekçesiyle rahibe suikast düzenlemişler. Rahibi 20 çiftçi koruyormuş. İspanyollar önce 20 çiftçiyi sonra da rahibi öldürmüşler. Rahibin öldürüldüğü yer olan kilisenin ön tarafındaki yere büyük bir haç dikilmiş. Rahibin vasiyeti üzerine de rahip kiliseye gömülmüş.
Kilise çıkışı Mayalar için çok kutsal olan Moshimon’nun kaldığı eve gittik. Moshimon Maya inancına göre sigara ve alkol tüketen tanrılaştırdıkları bir çeşit put. Hikayeye göre Moshimon çok sigara ve içki içiyormuş. İspanyollar gelmeden bu çok sigara ve alkol tüketen Moshimon yabancıların geleceğini ve bu topraklarda çok büyük kıyım olacağını söylemiş. Maya halkı da kötü yorumlar yaptığı için Moshimon’un ayaklarını kesip öldürmüşler. Ancak sonraki yıllarda İspanyollar gelip yerel halkı kıyıma uğratınca Moshimon kıymete binmiş, maketini yapıp kendisini tanrılaştırmışlar.
Moshimon’un evi kilisenin tam çaprazında küçük sarı kubbeli bir ev. Ancak Moshimon evinde kalmıyormuş. Yerel halktan seçilen bir aile bir yıl boyunca Moshimon’a ev sahipliği yapıyor, onu misafir ediyor ve bakımını üstleniyormuş.
Moshimon’un maketi evin en güzel bölümüne getiriliyor, odası düzenleniyor, ortada bir yere yerleştiriliyor. İki yanına ev sahiplerinden 2 erkek oturtuluyor. Bu 2 erkek Moshimon’a hizmet etmekle görevli. Devamlı sigara ve purosunu yakıyor. Külleri için kül tablasını tutuyor ve maketin ağzına içki döküyorlar. Maket içindeki bir boru ile akıtılan içki içerde birikiyor.
Çok garip geldi bize ama halk öyle inanmış ki biz gittiğimizde odada bir çift vardı. Belki ki ya çocuk istiyor ya da kaynana meselesi. İstek ve dileklerini rahibe söylüyorlar. Rahip de büyük bir zevkle Moshimon maketine doğru konuşarak, Moshimon’u deva bulmak için gelen çifte yardım etmeye iknaya çalışıyor.
Oda sigara dumanı içinde oldukça loş. Tam bir komedi. Ancak Moshimon’un iki yanındaki baylar, rahip ve genç çift öyle huşu içindeler ki şaşırmamak olanaksız. Moshimon’a dilek için gelenler ev sahibine belli bir ücret ve Moshimon’a hediye olarak sigara ve alkollü içki getiriyorlar.
Biz turistlerden ise kişi başı 25 quetzal yani yaklaşık 4$ fotoğraf ve kamera çekimi alıyorlar. Ancak 4 dolar ile en fazla 3 fotoğrafa izin veriyorlar. Tabii fotoğraf ve kamera çekimi için ödenen paranın yanında ayrıca giriş ücreti de ödeniyor. Yani güzel bir ticaret.
Moshimon her yıl Belediye meclis kararı ile ihtiyacı olan ailelere bir yıllığına veriliyormuş. Moshimon kendisine gelen ve yardım dileyen kişilerin rüyasına girip onlara yol gösteriyormuş.
Moshimon kutsal perşembe günleri -ki bu yaklaşık 2 haftada 1 oluyormuş- konuk kaldığı evden alınıp kilise çaprazındaki kendi evine getiriliyormuş. Bu evde beden temizliği yapılarak giysileri değiştiriliyormuş. Vücut temizliğini yapan rahip vücudunun canlı olduğunu söylüyormuş.
Oldukça ilginç bu ziyaretimiz sonrası yerel ürünlerin satıldığı caddeden bazı hediyelikler ve de özellikle bu bölgedeki yerel sanatçıların yaptığı yağlıboya tablolardan alıp teknemize döndük.
Yerel kıyafetler ile fotoğraflar çektirdik. Hatta satın aldık.
Bu sokakta satılan yağlıboya tablolar, seramikler ve ahşap oymalar çok güzel, ancak kilo problemi sorun. Eğer kilo problemi olmasa idi sanırım burada çok alışveriş yapardık.
Yerel rehber acele etmemizi tekne ile dönüşte problem olabileceğini söylüyor. Tekneye dönüşümüz biraz gecikti. Biz bunu Moshimon’un gazabına bağladık gerçi ama dönüş yolu epey ürkütücüydü. Dönüş yolundaki 1,5 saatlik tekne seyahatimizde hem korktuk, hem de çok güldük. Pasifik okyanusundan gelen sıcak hava burada dağa çarpıyor ve yükseliyor, yukarıdaki soğuk hava ile karşılaşınca tekrar rüzgar olarak aşağıya iniyormuş, buna “şokamina?” diyorlarmış. Rehberimiz bu saatlerde bunu yaşayacağımızı bildiğinden acele ettiriyormuş ama ne bilelim çarşı da çok renkli idi. Artık bu tabiat olayından mı yoksa Moshimon’un hışmından mı bilemem ancak gerçekten çok dalgalı bir gölde korku dolu 1,5 saat yaşadık. Ben gölün bu denli dalgalı olacağını hiç düşünemezdim. Sanki okyanusta dalgalarla boğuştuk.
Bir de dönüş yolunda sevgili Tuğçe bize Moshimon’un gazabı ile ilgili bir bilgi verdi. Şöyle ki, buraya gelen sanırım bir Alman turist Moshimon’a inanmamış ertesi gün korkunç baş ağrıları olmuş ve gezideki çektiği tüm fotoğraf ve kayıtlarının silindiğini görmüş memleketine döndüğünde. Bunu da yine sanırım internette paylaşmış. Ama neyse ki bizim resim ve kayıtlarımız silinmedi. İşte Moshimon böyle bişey.
Bizim yerel rehbere Moshimon’ya inanıp inanmadığını sorduk. Yarı inanıp yarı inanmadığını söylüyor. Dönüş yolunda uçaktaki hostesimiz Guatemalalı idi. Ona sorduk asla inanmıyor. İnanç sorgulanmaz ama karşındaki bir maket.
Oldukça heyecanlı bir tekne yolculuğu sonrası sahilde bizi bekleyen arabamızla 4-5 dakika içinde otelimize geldik. Gece dışarı çıkıp pazar yerini dolaştık. Yerel işlemeler, tahta oymalar, boncuklar, oldukça renkliydi. Taa ki elektrikler kesilene kadar. Yine mi Moshimon’un gazabı? Ancak elektrikler kesildiğinde tüm sokaklar zifiri karanlık. Cep telefonu ile yolumuzu aydınlatarak otele vardık.
Otele geldik yattık ancak çok kuvvetli rüzgar vardı. Kasırga çıkacak diye korktum. Yine aklıma Moshimon geldi :) Yolculuk boyunca her aksilikte aklımıza Moshimon geldi :) Moshimon gezimize renk kattı.
Ertesi sabah otelde Atitlan Gölü manzaralı kahvaltımız sonrasında Antigua’ya hareket ettik.
Ancak göle tepeden bakacak noktada bir mola verip gölü son kez fotoğrafladık.
Atitlan gölü çevresinde 12 Maya köyü bulunmakta. Burada yaşayan Mayalar geleneklerine çok sıkı bağlı. Her köyün kıyafeti farklı. Aynı köyde yaşayan farklı ailelerin de kıyafeti arasında bazı nüans farkları var. Örneğin bir ailenin eteğinin arka kısmında bulunan hac pembe ise farklı ailenin mavi.
Yolumuz üzerindeki Atitlan gölü manzaralı Solola mezarlığına uğradık. Burası rengarenk bir mezarlık. Her mezar sahibinin mesleğine göre boyanmış. Örneğin çiftçi bir aile ise yeşil, dini işler ile uğraşıyorsa kırmızı gibi. Kimsesizlerin mezarları küçücük ve tek tek. Diğerleri ise aile kabristanı şeklinde. Bugüne kadar dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar renkli mezar görmemiştim. Buna en çok benzeyenlere Meksika’da rastlamıştım.
Evet mezarlık ziyaretimiz sonrası buraya veda ederek bir sonraki şehirde görüşmek üzere diyorum.