İstanbul'da Harika Bir Pazar Günü

O kadar güzel bir şehirde yaşıyoruz ki, her yer kültür, her yer café, her yer sanatla dolu. Ne zaman yurtdışına gitsem sokakları karış karış gezen birisi olarak konu İstanbul´a gelince nedense hep bir erteleme söz konusu olur, nasıl olsa İstanbul´da yaşıyorum ve elbet zaman bulabilirim sokakları arşınlamaya düşüncesiyle aslında önümüzdekini kaçırıyorum(z)dur.

Uzun zamandır Galata ve Karaköy güzergahında hem eskiden ziyaret ettiğim yerleri yeniden görmek, hem de yeniliklerden haberdar olmak için yaptığım plana benim tatlı bıdık yeğenim Esin’im de dahil oldu.

Pazar günü neler mi yaptık, kısaca anlatayım.

Her zaman erken kalkan Esin sayesinde güne 08:30´da başladık. Gözlerimiz şiş olarak kalksak da programa sadık kalabilmek için bu kadar erken kalkmamız zaten gerekliydi. Sabah kalktığınızda aşırı derecede açlığı nedeniyle sahanda sucuklu yumurtaya elleriyle yumulan birisini gördünüz mü hiç? Ben gördüm, kendisi yeğenim olur:)

İstanbul'un olmazsa olmazı: Vapur sefası

Asıl kahvaltı edeceğimiz yere kadar açlığımızı bastırması için bir ön kahvaltı yapmak zaruri olmuştu artık. Önce Kadıköy´ün en favori pastanesi Beyaz Fırın´dan poğaçalarımızı alıp vapura binmek üzere tabanları yağladık.

Güzel bir vapur yolculuğunun ardından, klasik Tünel yolculuğu, ve işte Taksim Tünel´deyiz.

Önce sağlam kahvaltı edeceğimiz ve aynı zamanda İstanbul´a 360 derece panoramik manzaraya sahip Konak Café´ye doğru yol aldık. Henüz açılmamış müzik dükkanlarının ve güne başlamak üzere hazırlıklarını yapan taze sıkılmış meyve suyu satan dükkanların arasından geçerek Galata Kulesi´nin arka sokağında kalan caféye vardık.

Menüsü zengin ve oldukça lezzetli. Manzarası ise tek kelime ile mükemmel. Ancak burada alkol yok, gittiğinizde bira ya da şarap sorarsanız, cevap olumlu olmayacaktır, şaşırmayın.

Leziz kahvaltının ardından Camekan sokağı´nın üzerinden geçerek yeniden Galata Kulesi´ne geldik.

Kentin sembolik yapısı: Galata Kulesi

Galata Kulesi´nin önünde oldukça uzun bir sıra olduğundan ve daha önce defalarca çıktığımızdan burayı listemizden elemiştik zaten, ama siz henüz yukarıya çıkmayanlardansanız, bir kez olsun görün derim:)

Tasarım ve alışveriş meraklıları için Camekan Sokağı

Neyse konuma geri dönüyorum. Camekan sokağı´nda neler mi var? Özellikle tasarım ve alışveriş meraklıları için kesinlikle keşfedilmesi gereken bir yer diyebilirim. Buranın ardından asıl meşhur Serdar-ı Ekrem sokağı´na geldik. 1950´lerde babam ve amcamlar bu semtte yaşadıkları için özellikle bu sokağın bendeki anlamı çok büyük.

Sokakta neler mi var? Arzu Kaprol ve Bahar Korçan marka mağazalar, Mısırlı Ahmed´in ritim atölyesi – Mısırlı Ahmed´in kardeşinden darbuka dersi alan birisi olarak yerinde keşif çok önemli-, Doğan Apartmanı – çoook çok yıllar evvel avlusuna girebilsem de bu sefer girme şansına sahip olamadık:( -, Anjel ve Mavra isimli şirin cafeler, nostalji severler için Giyçek fotoğraf stüdyosu – burada Osmanlı dönemine ait farklı konseptler altında birbirinden farklı kostümleri deneyip fotoğraf çektirebiliyorsunuz.

Ancak Pazar günleri kapalı. Buraya kesinlikle Pazar hariç bir gün gelip fotoğraf çektirmek şart oldu:) -, kapısında ismini çok fazla tanınmamak amacıyla belirtmeyen siyah kapılar ardında Georges otel ve terasında muhteşem manzaraya ev sahipliği yapan ve doya doya manzaraya karşı alkol de alabileceğiniz :) Le Fumoir restoranı – 1950´lerde babamların bu binada yaşadığını düşünerek bir yandan ah çekip bir yandan da o zamanlardaki yaşamı hayal etmeye çalışıyorum- , 1998´den beri fotoğrafçılığa meraklı birisi olarak haberdar olmadığım Lomography Gallery mağazası -, Karanlıktayemek restoranı – adından da tahmin edeceğiniz üzere burası karanlık, ancak tahmin etmeyeceğiniz bir nokta olabilir: burada ne yediğinizi bilmiyorsunuz, yemek servisiniz görme engelliler tarafından yapılıyor, görme engellilerin yaptığı müziği dinliyor, karanlıkta dans ediyorsunuz. Cesaretiniz var mı?- …

Bunların haricinde halen başıboş bırakılmış pek çok bina var, 3-5 yıl sonra bu sokak üzerinde daha da yenilikler bizleri bekliyor olabilir.

Şimdi sıra geldi Yavuz´un eski dergilerden bulduğu fotoğrafın yerini bulmaya.

Veeee Beyoğlu Belediyesi´nin olduğu yere doğru yöneldik, fotoğraftaki merdivenlerin buraya ait olduğundan emin olarak. Ancak oraya vardığımızda edindiğimiz izlenim ya yanlış yerdeydik ya da ‘aradaki 10  ya da 100 mü desem farkı bulun’ bulmacalarındaki gibi 2 farklı görüntüyle karşı karşıyaydık.

Kamondo merdivenleri

Tam emin olamasak da buradan ayrılarak Galata civarında görülmeye değer yerlerden biri olan Kamondo merdivenleri´nde de konu mankeni Esin ile fotoğraf çektikten sonra Karaköy´e inmek üzere yürüyüşe başladık.

Yıllar önce Beyoğlu-Galatasaray arası en “in” mekanlardan biri idi. Galatasaray Lisesi´nin oraya geldikten sonra kalabalık bir anda durulurdu, tek tük insanlar görürdük İstiklal caddesi´nin Tünel´e doğru giden yönünde… Sonra yavaş yavaş ileriye doğru da genişlemeye başladı kalabalık… Odakule, Asmalımescit, Şişhane, Galata derken şimdi de Karaköy en gözde mekanlardan biri olma yolunda.

Pek çok kafeye ev sahipliği yapan Fransız Geçidi

Eskiden Fransız gemicileriyle tüccarları buluşturan Fransız Geçidi, şimdi pek çok caféye ev sahipliği yapıyor. Bunlardan biri Lal Dedeoğlu imzalı Bej Kahve. Geçidin hemen arka sokağında kalan cafeler de keşfe değer… Ops Café ve 100 senelik eski bir torna atölyesiyken hayata döndürülen Karabatak Karaköy kesinlikle çok keyifle dekore edilmiş. Özellikle Julius Meinl tutkunu iseniz, bu iki mekan da sizin için birebir.

Apartmanın üst katında bir kilise: Aya Panteleymon Kilisesi 

Cafeler arasında  turlarken bir de Rus Ortodoks kilisesi gezelim derseniz, uğrak yeriniz Aya Panteleymon Kilisesi olabilir. Çok görkemli bir yer hayal etmeyin, Hoca Tahsin Sokağı üzerinde bulunan bir apartmanın en üst katında bir kilise olmasını beklemeyen birisi olarak beni şaşkınlığa uğratan bir yer oldu. Size tavsiyem, yanınıza kaşkol ya da eşarp tarzında birşeyler almanız, zira yukarı çıktığınızda başınızı kapatmanızı isteyebilir ve eğer yanınızda malzeme yok ise orada kullanılan eşarplardan başınıza takmak durumunda kalabilirsiniz, uyarmadı demeyin.

Daha çok keşfedilmesi gereken ara sokaklar var, ama bizim zamanımız bitti ve şimdi Esin´i bu yorgunluğun ardından voleybol antrenmanına yetiştirmekle sorumluyum.

Bu gezi sırasında ne mi öğrendim?

  • Lomography diye bir kavramın olduğunu, bir grup Viyanalı öğrenci tarafından özel merceği ve ilginç etkilerle şekillendirdiği farklı fotoğraf dokusu üreten bir makina olarak keşfedildiğini, “Vizörden bakmadan, belli bir konum ve çerçeveye bağlı olmadan çekilen, netlik, doğru kadraj” gibi teknik sınırlamaların reddedildiği anlayışla çekilen fotoğrafların dünyanın farklı yerlerinde sergilendiğini… Dijital makinemden önce analog makine kullanıcısı birisi olarak La Sardina analog makinelerden bir tane alacağım kesin, doğumgünüm de geçti işin kötüsü:)

Bu gezide yapamadığım ama kesinlikle yapacağım ne mi var?

  • Galata Mevlevihanesi´nde Sema gösterisini izlemek… Vaktimiz kalmadığından bugüne sığdıramadığımız bu aktiviteyi başka zamana saklıyoruz.

Sizlere azıcık da olsa ilham kaynağı olabildiysem ve içinizde bu sokaklarda dolaşma heyecanı uyandırabildiysem ne mutlu bana:)

Şimdiden bol maceralı keyifli geziler diliyorum…

IŞIL ATAKER

Yazar Hakkında

IŞIL ATAKER

Gezmek, seyahat etmek, gözlemlemek, fotoğraf çekmek, uçak, otobüs, araba farketmeksizin herhangibir araca binip bir yerlere gidiyor olma hissini yaşamak, konser, film, sinema, festival, ne varsa he