Kalküta ve Kentin Karıncaları Rikşalar

İstanbul’dan 5 saat 45 dakikalık uçuş sonrası Delhi’ye ulaştık. Oradan valizlerimizi alarak 3 saat bekleme sonrası Delhi’den Kalküta’ya kalkan uçağa bindik.

Delhi ile Kalküta arası yaklaşık 2 saat sürüyor. Kalküta Havaalanı’ndan bizi anlaştığımız yerel acentanın ayarladığı şoför aldı. Havaalanı’ndan özel araç ile şehir merkezindeki The Corporate Hotel’e geldik. Otele varışımız saat sabah 9’du. 2 saat istirahat sonrası saat 11:00’de yerel rehberimiz bizi otelden aldı ve tura başladık.

Batı Bengal eyaletinin başkenti olan Kalkuta, aynı zamanda Hindistan’ın eski başkenti. 1911’e kadar Hindistan’a başkentlik yapmış. Şu an Hindistan’ın, Delhi ve Bombay’dan sonra 3. büyük metropolüdür.

1686 yılında bir İngiliz tüccar Hintli bir kadınla evlenerek Hoogly nehri kıyısındaki 3 köye (Sultanai, Govindpur ve Kalikuta’ya) yerleşmiş. İngiliz sömürüsüne karşı olan yerliler, direnmeye başlamışlar. Gece baskınları düzenleyerek İngilizleri öldürmüşler. Ancak 1757 senesinde İngilizler Kalkuta’yı geri alıp, Wiliams kalesini kurmuşlar ve Kalkuta’yı Hindistan’ın başkenti yapmışlar.

Ancak 1911’den sonra direniş hareketleri başlamış. Bu nedenle de İngilizler başkenti Delhi’ye taşımışlar.

Kalkuta, bağımsızlık savaşının merkezi olmuş ve göçler yaşanmış. 1971’de Pakistan ile Hindistan arasındaki gerginlikle birlikte yeni bir göç dalgası oluşmuş. Kalküta’da son nüfus sayımı 2001’de yapılmış. Şu an tahmin edilen merkez nüfusu 5,5 milyon kişi, ancak Kaltüta geneli olarak nüfusu 16 milyon civarında. Batı Bengal eyaletinin nüfusu ise, 80 milyon civarında. İşsizlik, su baskınları ve yaşanan açlık kente göçü azaltmış.

Nüfusun %82’si Hindu, %11-12’si ise müslüman. Batı Bengal eyaleti genelinde ise %73 Hindu, %21 Müslüman nüfus vardır. Müslümanların en yoğun olduğu bölge Kalkuta ile Bagdogra arasında kalan bölgedir.

Şehirde hava kirliliği had safhada. Bunun en önemli etkeni ise araba egzosları. Trafik tam bir keşmekeş. Pencereyi açtığınız gibi arabanın içi korna sesleri ile inliyor. En önemli ulaşım araçları; camsız, eski, kırık dökük otobüsler, yine sağı solu dökülen tramvaylar, sarı eski model taksiler ve rikşalar. Taksiler hep “Tata” marka.

Bir de motorla çalışan Rikşalar var. Bunlara ise motorikşa deniliyor. Bunlar genel olarak yeşil ve sarı renkteler. Şehirde 100.000’in üzerinde Rikşa varmış.

Hindistan’da ilk Rikşa 1980’de Himalayalar’daki Simla’da ortaya çıkmış. Simla, o dönemde İngilizlerin yazlık yaylasıymış. Aynı senelerde Rikşa’lar Singapur’da da görülmüş. 1900’lü senelerde Kalküta’ya gelmiş. O dönem rikşaları sadece Çinli göçmenler yük taşımak için kullanıyormuş. Rikşa sürücülerine ise Rikşawallah deniliyormuş. Motorikşalar “kentin karıncaları” olarak anılıyor. Günde rikşalar ile taşınan kişi sayısı ise 1 milyon civarında.

Rikşaların bir kısmı bisikletle, bir kısmı motorla, bir kısmı ise insan gücüyle çekiliyor. Bir de 32 km.lik metro hattı var. Metro da hiçbir şekilde fotoğraf çekemiyorsunuz.

Sokaklar çok pis ve bakımsız. Her köşebaşında öbek öbek çöp ve inşaat atıkları ile karşılaşmak mümkün. Derme çatma dükkânlar, eczaneler, sokak berberleri, şehrin siluetini oluşturuyor.

Gelir dağılımı çok dengesiz. Evsiz çok sayıda insan var. Kaldırımlara battaniye atıp, evleri olarak buraları mesken tutmuşlar. Rehberimiz Kalküta’da sokakta yaşayan kişi sayısının evde kalanlardan çok daha fazla olduğunu söylüyor. Kalküta'da, ulaşım açısından kolay ve yemekleri harika The Lalit Great Eastern Kolkata ve Taj Bengal gibi konforlu otellerde konaklayabilirsiniz.

Kalküta ve Kara Delik

Kalküta’da görülebilecek en önemli yerlerden biri ise Hindistan Müzesi. 1875 senesinde yapılan bu müzede Hint tarihine ait pek çok eser bulmak mümkün.

3. yy.’da Maurya İmparatorluğu’nun bir parçası olan Kalküta, 12. yy.’da ilk Delhi sultanı olan Kutbeddin’in emrine girerek Müslümanların yönetimine geçmiş. 1707 senesinde Eurangzeb’in ölümüne kadar bağımsız Müslüman bir devlet olarak kalmışlar.

1698’de İngilizler burada bir ticaret üssü kurmuşlar. Bu dönemde de bölgeyi sömürmeye başlamışlar. Bölgede en fazla sömürdükleri ürünler ipek, çay, pirinç ve baharat olmuş. Ancak zaman içinde İndigo’yu da sömürmeye başlamışlar. İndigo denilen şey (çivit) aslında bir bitkiden üretilen, eşyaları (çamaşırları) yıkarken, onlara hafif mavilik veren bir madde. Ancak tek kullanım alanı bu da değil. Aynı zamanda özellikle boya sektörü ve çeşitil sanayide de kullanılıyormuş.

Ancak günümüzde artık bu bitki ekilmiyormuş, çünkü bunun yerine kimyasallar gelmiş. İndigo bu bölgede oldukça önemli, hatta bu isimde bir havayolu şirketi bile var.

Tarihine geri dönersek, sömürgecilik arttıkça, yerliler ve İngilizler arasında savaşlar başlamış. 1764’teki Boxer savaşında İngilizler bölgenin kontrolünü tamamen ellerine almışlar.

1796 senesinde 25 yaşında tahta çıkmış olan Nawab Siraj-yd-daula, Kalküta’da İngilizlerin biraz çizmeyi aştığına karar veriyor. O dönemde İngilizlerin altın paralarını da saray mahzenlerinde sakladıklarına dair söylentiler varmış. Nawab paraları ele geçirmek ve sömürgeciliğe bir son vermek için saldırıya geçmiş. İngilizlerin büyük kısmını yok etti. Vali Roger Drake ve birlikte çalıştıkları kişiler Hoogly nehri geçerek kaçmışlar. Ancak kaçamayan 146 İngiliz askeri tutuklayarak, 50 derece havada 6 metrekarelik bir hücreye koymuşlar. Bir gün sonra 20 Haziran 1756’da hücrenin kapısı açıldığında sadece 23 askerin yaşadığı görülmüş. Bir gecede 123 asker öldürülmüş olmuş. Bu olay böylece tarihe “Kalküta’nın Kara deliği” olarak geçmiştir.

Olaydan 6 ay sonra ise İngiliz Robert Clive donanması ile gelerek, olayın öcünü almaya karar vererek, tekrar Kalkuta’yı bir gecede ele geçirmiştir.

Kalküta tarih boyunca çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış, çok sayıda savaşa tanık olmuştur. Kalküta’da harita alsanız da, asla doğruluğundan emin olamıyorsunuz. İki harita birbirini tutmuyor.

Bunu rehberimize sorduğumuzda şöyle açıklıyor: “Bu coğrafyada özellikle Pakistan ile çok fazla savaş ve çatışma olduğundan, doğru bir harita basmak istenmiyormuş.” Pakistan’ın kuruluşu esnasında Bengal, Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmış. Doğu Pakistan olarak adlandırılan bölge ise daha sonra Bangladeş olmuş.

Ganj nehri, Kalküta'nın güneyindeki Bengal körfezine dökülüyor. Burada Ganj’ın yarattığı dünyanın en büyük deltasını oluşturuyor. Bu deltaya da Sunderbans adı verilmiştir.

Büyük bir deltada kurulu kentte en fazla yaşanan doğal afet ise sellerdir. Aynı zamanda bu bölge meşhur Bengal kaplanlarının bulunduğu bölgedir.

Kalküta, tarihteki önemli kişiliklerden Maria Theresa’nın mezarına da ev sahipliği yapıyor. Maria Theresa, 1910’da Arnavut anne ve babadan Agnes Gonxha Bojaxhiu adı ile Sırbistan’da doğmuş. Hemşire Theresa, 1929’da öğretmen olarak Hindistan’ın kuzeyinde Nepal sınırındaki Darjelling’e öğretmen olarak gönderilmiş. 1950’de gönüllü yardım sevenler derneğini kurmuş ve 1979’da Nobel barış ödülünü almış.

1997’de Maria Theresa, adını Hemşire Nirmala olarak değiştirmiş ve 5 Eylül 1997’de 87 yaşında iken vefat etmiş. Hemşire Theresa’nın naaşını, Gandi’nin ve Nehrun’un cenazesini taşıyan top arabası taşımış. Cenaze törenine yüzbinlerce kişi katılmış. Kabri şu an Kalküta’da. Mezar taşında ise “Başkalarını da, kendini seni sevdiğin kadar sev” yazıyor.

Kalküta’da polislerin beyaz üniforma giymeleri dikkatinizi çekecektir. Şehirde hava kirliliği olmasına rağmen polisler pırıl pırıl. Bu üniformaların rengi, eyaletler bazında değişiyormuş.

Kalküta’da gezerken diğer dikkatinizi çekecek şey ise her yerde yeşil ufak mandalina ve yeşil biberlerin sıra sıra iplere dizilmiş şekilde dükkân girişlerinde, motorikşalarda ve taksilerde asılı olması olacaktır. Bunun ise şans getirdiğine inanılıyor. Kalküta seyahatinde konaklayabileceğiniz konumu ve muhteşem yöresel yemekleri ile dikkat çeken Jameson Inn Shiraz ve Hotel Casa Fortuna otellerini tercih edebilirsiniz.

Her şeyiyle gerek tarihi, gerek insanları gerekse kültürü ile bu çok renkli kentten, Darjeeling’e gitmek üzere ayrılıyoruz.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
NURHAN YILMAZ

Yazar Hakkında

NURHAN YILMAZ

1951 İstanbul doğumluyum. Yıl içinde dönüşümlü olarak Sinop, Bodrum ve İstanbul’da yaşamaktayım.Küçük yaşlarda babamın mesleği gereği, Türkiye’nin pek çok farklı şehirlerinde yaşadım.