Kırgızistan’ın üçüncü büyük şehri olan Celalabad’ın nüfusu yaklaşık 96 bin kişi. Ancak bölgede yine Oş ve Üzgen’de olduğu gibi tek ya da çift katlı yapılar ağırlıkta olduğu için kent oldukça geniş bir alana yayılmış.
Şehre ilk girdiğinizde öncelikle yapılacaklardan bir tanesi şehrini ihtişamlı giriş kapısına yakın bir yerde durmak ve fotoğraf çekmek olmalı. Şehrin kahramanı Kurman Bey’in heykeli de bu kapının hemen önünde.
Kugart Vadisi’nin güneyinde yer alan Celalabad, kuzeyindeki Babash Ata (Babaş Ata) Dağları'nın eteklerinde kurulmuş. Bulunduğu lokasyon nedeniyle yaz ayları oldukça kuru ve sıcak; sonbaharlar ılık, güneşli ve nadiren yağışlı; kışlar ise ılık ve nemli geçiyor. Sahip olduğu iklim nedeniyle de bu bölge Kırgızistan’da meyve ve sebze yetiştiriciliğinin merkezi kabul ediliyor. Özellikle üzüm ve Şam fıstığı çok yaygın. Hatta burası Şam fıstığının Kırgızistan’da en fazla üretildiği yer. Ancak buradaki Şam fıstıkları bizdekine göre biraz daha küçük ve şişman.
Celalabad da zamanında İpek yolu üzerinde yer alıyormuş. Dolayısı ile burada çok sayıda kervansaray ve han varmış ancak günümüze pek bir şey kalmamış. Sadece Saimalu Tash (Desenli Taş) ve Chatkal Vadisi civarında çok az olsa da arkeolojik kalıntıları görmek mümkün. Ancak biz bu bölgesine gitmedik.
Biz sahip olduğu mineralli su kaynakları ile önemli bir merkez olan Celalabad merkezine 3 km mesafede, deniz seviyesinden yaklaşık 700 metre yükseklikte olan Ayub Tau Dağı'ndaki spa merkezine gittik. Bölgedeki mineralli sula, burası ilk İslamiyet ile tanıştığı zamandan beri kutsal kabul ediliyor. Çünkü buradaki suyun pek çok hastalığa iyi geldiği inanışı hakim.
Burada farklı farklı pek çok su kaynağı var. Her birinin tadı ve içindeki elementlerin yoğunluğu birbirinden farklı. Hatta bazı yerlerde ziyaretçiler kolay yararlanabilsin diye kaynak suyunu musluklara yönlendirmişler. Her musluğun üzerinde numarası yazıyor. Yine merkez girişinde yer alan tablodan hangi numaralı musluktan hangi içerikli kaynak suyu aktığını ve ne tip hastalıklara iyi geldiğini takip edebiliyorsunuz. Ancak hangisinden içerseniz için hepsinin bağırsakları çalıştırıcı bir özelliği olduğu için sadece tadına bakmakla yetindik. Malum yol uzun :)
Celalabad Sanatoryumu “Kurort” yine şehre yukarıdan bakan tepelerin biri üzerine kurulmuş. Buradaki kaynaktan çıkan su oldukça tuzlu olsa da tedavi edici özelliğine inanıldığı için çevreden elinde boş şişeler ile gelen kişiler buradan şişelerini doldurup doldurup evlerine götürüyorlar.
“Kurort” denilen bu sağlık merkezinin girişinde dinlenebileceğiniz manzaralı bir kafe de var. Adı: Ikram-Ajy. Sağlık merkezi oldukça geniş kapsamlı, aynı anda 500 kişiye hizmet verebiliyor. Bu merkezi özellikle romatizmal hastalıkları olanlar, Solunum problemleri yaşayanlar ve fizik tedavi hastaları uzun dönemli tercih ediyorlar. Gelip burada 1 haftalık, 1 aylık, 3 aylık tedaviler alıyorlar. Bu tarz hizmet veren merkezler Rusya ve Ukrayna’da da çok popüler. Ben bu spa merkezini biraz Stavropol’deki Pyatigorsk spa merkezine benzettim. Burası Stavropol’deki kadar bakımlı olmasa da fiyatları kıyaslanamayacak kadar ucuz.Celalabad tabii ki sadece spa merkezinden ibaret değil. Abad’ın kelime anlamı “yaşamak için güzel yer”. Bu kelime Asya’da sıklıkla bir topluluğu kuran, bir araya getiren kişilerin isimlerinin arkasına eklenirmiş.
Celalabad da bu şehir Babür İmparatorluğu topraklarında olduğu zamanlarda, 16. yüzyılın sonlarında İmparator Celaleddin Muhammed Ekber’in adına saygı olarak değiştirilmiş. Önceki ismi Adinapur’muş.
Biz bu bilgileri alır ve şehrin dokusunu özümsemeye çalışırken çok güzel bir macera yaşıyor ve Kırgızistan’ın Ulusal Egemenlik Günü olan 31 Ağustos törenlerine denk geliyoruz. Bu törenler özellikle küçüklüğümüzdeki 23 Nisan ve 19 Mayıs törenlerini hatırlattığı için özellikle hoşumuza gitti.
Bilindiği gibi Kırgızistan uzun yıllar Sovyetler Birliği’nin bir parçası oldu. Hatta öyle ki bugün toplumda birçok kişi birbirleriyle Rusça konuşarak anlaşıyor. Kırgızistan’da Özbek, Kazak gibi farklı azınlıklardan vatandaşlar da olduğu ve bunların lehçelerinde gündelik anlaşmak biraz daha zor olduğu için halk bütün bu ülkelerin uzun yıllar resmi dili olmuş Rusça’yı kullanmayı daha pratik buluyor.
Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra 31 Ağustos 1989’da Kırgızistan bağımsız bir cumhuriyet olduğu için bu tarih Kırgızlar için çok önemli. Aynı bizim milli bayramlarda olduğu gibi çocuklar milli kıyafetlerle ya da farklı çeşit rengarenk kılıklarda çeşitli gösteriler yapıyor. Özel gösteri ekipleri ise tarihten kareler canlandırıyor.
Özellikle eski Türk beyi kılığındaki aktörlerin canlandırma yaptığı sahneler ve komuz (bizdeki kopuz gibi bir çalgı) çalarak türkü söyleyen ozanın sahne aldığı zaman gerçekten çok keyif aldık. Kırgızca konuşulanları direkt anlamak çok zor ama içinden bol bol kelime yakalamak ve hatta bazı cümleleri olduğu gibi anlamak mümkün.
Bu törenden hemen sonra ise Kırgızistan Turizm Bakanlığı yetkilileri bize bir sürpriz yaparak bizi Uygur Türkleri’nin işlettiği bir restorana götürdü. Burada Kırgız-Uygur yemeklerinin bir karışımını yedik.
En çok beğendiğimiz yemeklerden biri mantıydı. Ama mantıları bizdekinden daha büyük, sadece 2 tane yeseniz bayağı çok oluyor. İçinde çok yağlı koyun eti var, başka bir şey yok. Üstüne de yoğurt yerine aynı Çinliler gibi sirke koyarak yiyorlar. Ama tadı enfes.
Diğer beğendiğimiz yemek ise lakman oldu. Lakman uzun kesilmiş ev eriştesini domates sosu, koyun eti ve biber gibi çeşitli garnitür sebzelerle servis ettikleri bir yemek. Kuru lakman ve sulu lakman diye iki türü var. Çeşitli yörelere göre yapılışı da biraz farklılık gösterebiliyor.
Uygur restoranındaki enfes yemeğimizden sonra artık Arslanbob’daki doğa maceralarımıza hazırdık.