Küçük Gilbert'in Hindistan Anıları: Bombay

Çoğunuz ya kitabını okumuşsunuzdur ya da Julia Roberts´ın başrolünü üstlendiği ‘Ye, Dua Et, Sev’ filmini izlemişsinizdir. ‘Ye’ kısmının İtalya´da, ‘Dua Et’ bölümünün Hindistan´da ve ‘Sev’ başlıklı son bölümünün ise Endonezya´da geçtiği bilgisini kısaca hatırlattıktan sonra neden yazımın başlığına ‘Küçük Gilbert´ın Hindistan anıları’  koyduğuma gelebilirim…

Ye, Dua Et, Sev

Şöyle ki; hem 2013 yılında şu ana kadar yaptığım seyahatlerden ötürü hem de kitabın yazarının tam da 36 yaşındayken, yani benimle aynı yaştayken bu gezileri yapmış olması sebebiyle, kendimi azıcık da olsa kitabın yazarı Elizabeth Gilbert olarak ilan ettim. Aramızda kalsın, nasıl olsa kendisinin haberi olup tazminat davası açacak değil ya:)

En son yapmış olduğum Milano ve Cinque Terre gezisi ile ilgili yazmış olduğum yazımdan anımsayabilirsiniz, ‘Ye’ kısmını gayet hakkını vererek, bol bol pizza, lazanya, makarna, profiterol ve dondurma yiyerek tamamlamıştım. Bu yazımda Hindistan ile ilgili anılarımı paylaştıktan sonra, belki de kim bilir bu şekilde, hayatımın ‘Sev’ bölümüne yaklaşıyorum demektir:)

Eveeet, artık gelelim Hindistan gezisinin öncelikle nasıl ortaya çıktığına ve neden muson zamanı olmasına rağmen bile bile lades yaptığıma… Geçen yıl yapmayı planladığım ama bazı sebeplerden ötürü hayata geçiremediğim bir Uzakdoğu gezisinin uçak biletini açığa almıştım, erteleye erteleye Haziran sonunu getirmiş bulundum, 7 Temmuz´dan önce de bileti kullanmam gerektiğinden zaman açısından bana çok fazla opsiyon kalmamıştı. Ya bileti yakacaktım ya da Uzakdoğu´nun tamamını ele geçirmiş olan muson yağmuruna rağmen gidecektim… Tahmin edeceğiniz üzere ikinci seçenekten yana kullandım hakkımı her ne kadar seyahatimin son bölümlerinde ölüm korkusunu burnumun ucunda hissetmiş olsam da…

Her seyahatimden önce tek bir şey dilerim: ‘Bol maceralı olsun’… Ve bir şekilde evren bu konuda bana çok bonkör davranıyor her seferinde mutlaka yazacak birtakım ilginç hikayelerim olabiliyor ya da ben sakin oturmayıp maceranın zaten olması kesin yerlere gidiyorum. Dolayısıyla ben maceranın içine balıklama mı dalıyorum, yoksa macera mı bana geliyor, bundan emin değilim:)

Neyse artık gelelim gezimize… Aslında geziyi anlatmaya başlamadan önce bir ek yapmam lazım, bu gezi ‘kendimle’ baş başa yapmış olduğum bir gezidir ve tüm yaşananlar abartısız, gerçektir…

Hindistan’da ilk durak: Bombay

THY´nin her akşam saat 19:35´de Bombay´a uçan seferinden birindeyim bir Cuma akşamı. Uçak Hintlilerle dolu, aklımdan geçen düşünce: ‘Işıl, hala şansın var vazgeçmek için.’ Bu arada burnuma gelen ağır bir koku… Artık koltuğuma yerleşmiştim, yanıma gençten zayıfça bir Hintli oturdu. Sadulardan biri de oturabilirdi, iyi yönden bakmak lazım diyerek taktım müziği kulağıma 6 saatlik yol için.

Bombay´a vardıktan sonra pasaport kontrolden geçerken görevlinin, ‘Sanki memleketlerine yerleşecekmişim’ edasıyla pasaportumu incelemesinin ardından çıkış kapısına doğru yöneldim. Dileyenler havaalanında ‘prepaid taxi’ tabelasını takip edip, oradan da taksi organizasyonu yapabilirler, ya da dilerseniz benim yaptığım gibi riske atmamak adına önceden www.makemytrip.com/ web sitesi üzerinden de rezervasyonunuzu yapabilirsiniz. Taksi ile buluştuktan sonra yolculuğumuzun bir diğer bölümüne, yani 4 saat sürecek olan Bombay-Pune yolculuğumuza başladık.

Hintli aksanının aksine tane tane her kelimeyi rahatlıkla anlayabileceğiniz kıvamda İngilizcesi olan Hintli taksi şoförü ile sohbete koyuluyoruz, bir yandan da camdan dışarı bakıp sefaleti ve insanların yaşamlarını izliyorum.

Seyahatin bu bölümünde, ülkeye daha yeni varmış hevesli bir gezgin edasıyla, daha sonradan başıma gelecekleri bilmeyerek etrafı gözlemliyorum.

Pune´da İçsel Yolculuk…

Yaklaşık 4 saat süren yolculuğun sonunda ilk durağıma varmış oluyoruz… Yani Pune´daki minik sarayıma, Osho Meditasyon Resort Center´a… Neden saray olarak nitelendirdiğimi az sonra bir hikaye ile açıklayacağım. Ama öncesinde eğer meditasyona merakınız var ise ve biraz içsel yolculuk yapma arzusundaysanız her ne kadar uzak da olsa denemenizi tavsiye ederim.

İçerisi oldukça hijyenik, temiz, yemekleri leziz, sağlıklı, huzurlu, sakin ve her türlü ülkeden aynı amaç uğruna gelmiş, bir anlamda yeğenimin tabiriyle, içimizdeki sevgi kelebeğini bulmak isteyenlerle tanışabileceğiniz ve aslında hangi kültürden, hangi dinden ya da hangi ırktan olursa olsun herkesin aynı sorunlarının olduğunu göreceğiniz ilginç bir deneyim sunuyor aslında burası. Genelde gelenler ya çok uzun zaman önce gelmişler ve hiç ayrılmamak üzere orada kalmışlar ya da bir aylığına gelmişler. Yılın bu döneminde burası gitmek için çok uygun, çok kalabalık yok, dilediğiniz zaman sakince oturabiliyorsunuz ya da diğer katılımcılarla sohbet edebiliyorsunuz.

Tanıştıklarım arasında en çok kafamın uyuştuğu, 24 yaşındaki İsveçli kız oldu, ismi Mercedes :) Gezi rehberliği yaparak geçimini sağlıyor ve aylar önce geçirmiş olduğu bir trafik kazasından sonra aylarca hastanede yatmış, şimdi sağlığı gayet yerinde…Yaşını söylediğinde ben onun yaşındayken aklım neredeydi ve ne yapıyordum diye zihnimden geçirmedim değil.

Mercedes haricinde 30 yıldır orada yaşamını sürdüren ve danışmanlık hizmeti veren Amerikalı kadın… 30 yaşında evlenmiş Amerika´da, sonra boşanmış, bir vesileyle buraya gelmiş, ve bir daha da buradan ayrılmamış… Onun gibi başkaları da var. Dışarıdaki yaşamı kaçırdıklarını düşünüyor olsam da onlar oldukları halden o kadar mutlular ki, sadece dinliyorum… Daha fazla bilgi için www.osho.com/ web sitesini inceleyebilir, sorularınız olursa bana da yönlendirebilirsiniz, bildiğim kadarıyla yardımcı olmaya çalışırım…

Şimdi neden saray dediğime gelirsek efsanenin bir kısmını aktaracağım sizlere:

‘Büyücü, krala, bir oğlunun doğacağını söyler. Ancak bazı bilmesi gereken şeyler vardır. Oğlu ya bilge bir insan ya da büyük bir kral olacaktır. Kral elbette arkasında büyük bir prens bırakmayı ister. Büyücü krala oğlunun prens olabilmesi için hayatında 3 şeyi görmemesi gerektiğini söyler. Dilenen hasta bir keşiş, yaşlı bir insan ve bir insan cenazesi. Bunları görmeden eğer tahta oturursa, çok büyük bir lider olacağını, ama eğer bunlara şahit olursa büyük bir bilge olacağını aktarır.

Kralın bir oğlu olur ve büyücünün söylediklerini harfiyen yerine getirmeye başlar. Saraydaki tüm yaşlıları kapı dışarı eder, hasta olanları da oğlunun görmesine izin vermez. Cenaze törenleri de hep Buda´dan saklanır. Buda şehri gezmek istediğinde şehirden tüm yaşlı ve hastalar çıkarılır. Bu şekilde Buda gençliğine kadar gelir. Fakat tanrılar hoşnutsuzdur, çünkü Buda´nın gerçek hayatı öğrenmesi gerektiğini düşünürler. Buda´nın şehri gezmeye çıktığı bir gün tanrılardan biri hasta dilenen bir keşiş kılığına girer, daha sonra başka bir gün yaşlı bir insan kılığına girerek Buda´nın karşısına çıkar ve bir başka gün de cenaze ile karşılaşır. Sarayda zenginlik sürerken kendi halkının da sefalet içinde yaşadığını görür ve bir gün hayatı öğrenmek için saraydan kaçar…’

Aşram´da olduğum günlerden birinde öğlen saati, biraz da fotoğraf çekmek üzere dışarı attım kendimi. Yaklaşık bir saat süren yürüyüşüm boyunca gözlemlediğim sadece sefalet ve hissettiğim ise iç burkulması oldu…

Bu kadar insan böyle pislik içinde nasıl yaşayabiliyordu ve nasıl mutlu olabiliyorlardı?

Biz mi daha kolay mutlu oluyorduk yoksa onlar mı? Bunları gözlemledikçe şükretmemek elde değil diyerek kendimi hemen sarayıma atıyorum.

Orada sanki Hindistan´da değil de evinde hissi veren bir ortam varken, içerisinde toprağı sulanan bahçeler, rengarenk çiçekler, orkideler, kuş cıvıltıları, mango ağaçları, palmiyeler ve banyanlar varken, sınırların dışına çıktığında hüküm süren fakirlik, pislik ve sefalet…

Yaklaşık 4 gün ayırmış olduğum gezimin ilk bölümüne son vermek üzereydim ki o sırada oranın yerli halkının ‘bu mevsimde Goa´ya gitme, çok yağış var ve yol çok tehlikeli’ demelerine rağmen planıma sadık kalarak yine websitesi üzerinden ayarladığım aracı beklemeye koyulup herkese veda ediyorum.

*** Yazının ikinci bölümü olan Goa'da Tek Avrupalı: Bir Türk Kızı için: http://www.gezimanya.com/GeziNotlari/goada-tek-avrupali-bir-turk-kizi

IŞIL ATAKER

Yazar Hakkında

IŞIL ATAKER

Gezmek, seyahat etmek, gözlemlemek, fotoğraf çekmek, uçak, otobüs, araba farketmeksizin herhangibir araca binip bir yerlere gidiyor olma hissini yaşamak, konser, film, sinema, festival, ne varsa he