Neden “pembe kent” derseniz, sebebi pembe taşlardan yapılmış olması. Pembenin ise misafirperverliğin rengi olduğuna inanılıyor. Hindu Racastan’ının başşehri olan kentin önemli sanat dallarını; üzerine bitki ve sebzelerden yapılan kök boya, 4 ayrı renkte ve yaldızla baskı yapılan, içinden sim bile geçirilebilen tülbent inceliğindeki kumaşlar, minyatür işçiliği, değerli ve yarı değerli taşları ve mücevherleri "Mul Mul" olarak sıralayabiliriz. Ülke bu sanat dallarında sadece Hindistan’da değil tüm dünyada ünlü.
Kent yakınlarında bulunan (11 km) 7 kapı ile dışarıya açılan kale gibi surlarla çevrilmiş, yüksek ve sarp kayaların üzerine kurulmuş olan Amber Kalesi’ne gitmek üzere yola çıkıyoruz ancak kentte bir saray önünde duruyoruz, fotoğraf çekmek için kısa bir mola, "rüzgarlar sarayı" anlamına gelen Hava Mahal - Jal Mah, Jaipur’un en turistik yapılarından. Muhteşem bir cephesi olan sarayı fotoğraflıyoruz ancak yanılıyoruz. Kral ailesinin kadınlarının ana caddeyi gözlemeleri için yapılmış sarayın beş kat gibi görünen ihtişamlı ön yüzü gerçekte sadece bir duvar, arkası ise iki katlı basit, sade yalın bir bina, ihtişam yok. Yapının ön yüzü tabii ki pembe renkli.
Kaleye giderken bir mola da yol kenarındaki Maotha Gölü kıyısında veriyoruz. Bu noktada bulunan bir sarayın göl üzerindeki yansımasını fotoğraflıyoruz. Buradan hava şartlarına bağlı olarak Jaipur kentinin siluetinin de görülebildiği söylendi ancak biz göremedik.
Amer Fort denilen ve Jaipur inşa edilmeden önce Mihrace’nin eski yerleşim yeri olan Saray Kale’ye doğru ilerlerken yolun sol tarafında, Arvalli tepelerinde kayalar üzerine kurulmuş Hintlilerin Moğollar'dan korunmak için inşa ettikleri, 16.yüzyıl eseri Çin Seddi'ni andıran muazzam duvarları görüntümüze giriyor. (5-6)
Sonunda kaleye ulaşıyoruz.
AMBER KALE - SARAY – Zamanında 2000 askerin koruduğu, kayalar üzerine inşa edilmiş, 16.yüzyıl yapısı en büyük ve en eski Kaleye yürüyerek çıkmak oldukça zor… Uzun ve dik bir yokuş var. Fillerle çıkılacak, zaten Hindistan’a geldik; file binmeden de dönmeyeceğiz elbette. Uzun bir sıra var, beklerken sayısız satıcı var, her dilden birkaç kelime ezberlemişler, yapışıyorlar ve insanı bunaltıyorlar, çete gibiler. Çok renkli ve süslü fillere binmek için yüksek bir platforma çıkarak doğrudan fillerin üzerindeki platforma ikişer kişi oturuluyor, önde de sürücümüz var, fillerin yürümesi, durması, koşması için verdikleri komutlara bakılırsa aralarında müthiş bir dayanışma var. Bu arada size bir şeyler satmak isteyen satıcılar yol boyu yanımızdalar; örtüleri üzerimize fırlatıyor, az önce söyledikleri fiyatın yarısını teklif ediyorlar.
İndiğinizde de peşinizi bırakmıyor, yanınızda bitiveriyorlar, fiyat ise artık yerlerde… Fillerle çıkmak için bilet aldık ve bahşiş vermeyin diye tembih etseler de bu kez de sürücüler bahşiş diye ısrarcılar, 1 dolara mutlu oluyorlar, verip kurtulmak en iyi çözüm..
Geniş bir meydanda fillerden iniyoruz.
1639'dan beri hiç restorasyon görmemiş olmasına karşın oldukça iyi durumdaki Saray’a 7 kapıdan, avludan avluya geçilerek giriliyor.
Kalesi’nin girişindeki Kali Tapınağı’ndaki beyaz amberden yapılmış ve kaleye adını vermiş Shiva Dev Heykel’i her zaman açık olmadığı için görmek şansa kalıyor.
Sarayın ilk bölümünde ve çoğu sarayda bulunan “Halk Kabul Salonu” Divan-ı Aam, dört yanı açık, başlıklarında fillerin lotus çiçekleriyle hortumlu kafaları olan sütunlarla çevrelenmiş, hayranlık duymamak mümkün değil.
İlerideki merdivenlerden yukarı çıktığımızda bir meydan ve özel konukların ağırlandığı bir yapı daha çıkıyor karşımıza. DİVAN-ı HAS (Soylular Salonu), SIRÇA (AYNALI) SARAY - (Sheesh Mahal) gibi birçok ismi olan, mermer üzerine oyulmuş, çiçek ve çeşitli figür süslemelerinin ince ince işlendiği, muazzam bir işçilik, beyaz mermerden yapılan, bir adı da “İnci Cami” olan Aynalı Sarayın aynalarla kaplı duvarları, muazzam bir görüntü sergilemekte.
Yansıyan ışıklarla pırıldayan minik ayna, cam parçacıkları ve çeşitli değerli taşlar, göz alıcı süslemeler de müthiş bir görüntü oluşturuyor. Rehberiniz belki gösterir ama ufak bir bilgi, belli bir noktadan müthiş bir fotoğrafınızı çekebilirsiniz.
Burada yer alan bu müthiş işçilikler, Hint-Müslüman sanatı ve Rajput dönemi sanatının en ilginç örneklerini içeren eserler nefeslerinizi kesecek.
Bir başka avluda, Mihrace'nin eşlerinin yaşadıkları kafes pencereli bölümler, banyoların bulunduğu avlulu bölümler ve Mihracelerin banyo yapan eşlerini yıkanırken izleyebildikleri balkondaki odaları bizim haremlerimizi andırıyor.
Bölümler arasındaki bahçeler oldukça bakımlı ve harika bitkiler ile mis gibi kokular yayıyorlardı.