İzlanda’nın kuzeyinde yer alan Akureyri, yaklaşık 20.000 kişilik nüfusuyla ise en kalabalık dördüncü şehir. Ülkedeki önemli limanlardan ve balıkçılık merkezlerinden biri olan kentin lakabı “Kuzey İzlanda’nın Başkenti”
Burada ilk yerleşim 9. yüzyılda başlamış. Ancak kentin yıldızı 1786 senesi sonrasında parlamaya başlamış. 2. Dünya Savaşı döneminde ise müttefik kuvvetleri tarafında işgal edilmiş ve burası önemli bir hava sahası olarak kullanılmış. Savaş sonrası ise buradaki nüfus yoğunluğu gir gide artmaya başlamış.
Kente girerken buraya uğramış olan cruise gemilerini görüyoruz ve oradan kentin içine hiç uğramadan direkt valizlerimizi bırakmak üzere otele gidiyoruz.
Akureyri Kasabası’nda ki oteller arasında Saeluhus Apartments & Houses otelini düşünebilirsiniz. Otel kırsal bir alanda tatil evlerinden oluşuyor. Botanik Bahçesi tesise 500 metre, Jadarsvöllur Golf Sahası 1,5 km, Hlidarfjall Kayak Merkezi ise arabayla 10 dakika uzaklıkta bulunuyor. Bu otele alternatif olarak ise kasaba merkezinde yer alan ve fiyat olarak gayet ekonomik olan Accommodation Akureyri Guesthouse otelini de tercih edebilirsiniz. Ayrıca Hlídarfjall Kayak Merkezi de otele 7 km. mesafede. Bu iki otelin yanında AK Homestay Akureyri’de hem kaliteli hem de ekonomik bir tercih olacaktır. Akureyri Kasabası’nda ki diğer oteller için ise buradan booking.com’a göz atabilirsiniz.
Otelimiz kent merkez yerleşimine biraz daha tepeden bakıyor, Akureyri Botanik Bahçesi ile ana hastaneye çok yakın konumda. Konakladığımız otel sanırım eskiden bir okulmuş. Temiz ama oldukça bakımsız ve konfordan uzak bir oteldi.
Otele valizlerimizi bıraktığımız gibi, o kadar kuzeydeki tek botanik bahçesini dolaşmaya gidiyoruz. Normal şartlarda bu enlemde bir botanik bahçesinin olması zor. Ama burası Gulf Stream’den etkilendiği için hava kısmen daha ılıman ve ada volkanik olduğu için toprak çok verimli.
Burada bu kadar renkli çiçekler bir hayli şaşırtıcı.
Biz de botanik bahçesinin içinden geçerek yokuş aşağıya yürümeye başlıyoruz. Bu arada botanik bahçesinin içinde çok güzel bir kafe görüyoruz. Tek katlı, metal, ahşap ve cam doğaya uyumlu biçimde kullanılmış. Burada kahve molası verip yolumuza devam ediyoruz.
Merkeze inen bu kıvrımlı yolda çok güzel tek ya da iki katlı binalar var. Trafik yok denecek kadar az. Yolda kaybolsanız sorabileceğiniz insan yok, o kadar sessiz bir yer. Yukarıdan kent manzarasını ve limanı görebiliyorsıunuz.
Biraz daha ilerledğimizde yine güzel manzaraya bakan bölgeye kentin ana kilisesini inşa ettiklerini görüyoruz. Bu kilise öyle Avrupa’nın genelinde alışkın olduğunuz türde değil. Çok daha sade, gösterişsiz ve keskin hatlara sahip.
Kilisenin önünde ise oldukça uzun merdivenler var. Hatta bu merdivenlerin her iki tarafına fenere benzer aydınlatmalar asılmış. Akşam saatlerinde bu ışıklar yanınca farklı güzellikte bir manzara ortaya çıkıyor.
Bu merdivenlerden indiğinizde artık kentin merkezindesiniz demektir.
Aşağıdan bakıldığında kilise daha bir heybetli duruyor. Aslında o kadar heybetli değil ancak şehirdeki diğer yapılar çok daha minyatür olduğundan ve kilise de kentin her yerinden görülebilir bir lokasyonda durduğundan heybetliymiş gibi görünüyor.
Merkeze geldiğimizde tek bir büyük ana cadde var. Bu caddede tek yönlü trafik olsa da o kadar az araba geçiyor ki trafiğe kapalı zannedebilirsiniz. Caddenin uzunluğu en fazla 350-400 metre. Caddenin sonuna gittiğinizde başındaki binayı kolaylıkla görebiliyorsunuz.
İşte mesela yukarıdaki resimdeki iki kırmızı çatısı ile göz boyayan lacivert bina, caddenin sonuna geldiğinizde de kolaylıkla görülebiliyor.
Bu cadde boyunca rengârenk çift katlı ya da üç katlı binalar yer alıyor. Bunların bir kısmı işyeri, bir kısmı otel ya da hostel, bir kısmı ise restoran ya da hediyelik eşya dükkânı. Kısacası kentin kalbi burası.
Bir tane büyük hediyelik eşya dükkânı olunca haliyle bizim tüm grubun toplanma noktası da belli olmuş oldu. Tabii gün sonunda kimse bir şey almamıştı o ayrı lonu. İzlanda da aynı Faroe Adaları gibi çok pahalı. Hatta daha pahalı olduğunu söyleyebilirim.
Sadece pahalı olan şey hediyelik ürünler değil, yeme-içme de burada oldukça pahalı. Mesela burada ana cadde üzerinde bir kafeye giderseniz bir turta ve biraya yaklaşık 12-13 Euro ödeyebilirsiniz. Bu arada İzlanda’nın meşhur bir birası var, adı “Gull”. 2011 senesinde Avrupa’nın en iyi birası (Europe's Best Standard Lager 2011) seçilmiş; yumuşak içimli bir bira.
Dilerseniz burada balina eti de yiyebilirsiniz. Tadı biraz ciğer soteyi andırıyor ama daha ekşimsi. Etin yanında genelde patates veya havuç geliyor. Bu memlekette maalesef sebze bulmak epey zor.
Caddenin başında telesiyej var, tüm turistler burada fotoğraf çektiriyor. Geleneği bozmak olmaz, sıra bizde.
Bu telesiyeji buraya koymalarının sebebi, Akureyri’nin batısında yer alan Hlíðarfjall Kayak Merkezi’nin de tanıtımını yapmak. Şehir dağlarla çevrili… Bunlardan en önemlileri 1447 metre yüksekliği ile Kista ve 1538 metre yüksekliği ile Glerádalur Tepesi.
Bu caddenin hemen başına da Akureyri’deki önemli turistik noktaların ne kadar mesafede olduğunu işaret eden yön tabelaları koymuşlar. İşte burada Akureyri’de gezilip görülecek yerler özetlenmiş. Hepsi yürüme mesafesinde.
Cadde üzerindeki bir hostel dikkatimi çekiyor. Aslında burası sadece hostel değil. Hostel, turist bilgilendirme merkezi, yerel acentalar, kafe, bar hepsi tek merkezde. Ama bu renklilik ister istemez dikkatinizi çekip sizi oraya yönlendiriyor.
Fotoğrafta dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama burada birçok şeyi adı “Viking”. Atalarının adı olan Viking’i bir rafting şirketi de kullanmış restoran da yün kazak satan butik de kullanmış tabak çanak satan mağaza da… Özetle Akureyri’de 4-5 dükkânda bir “Viking” adına rastlıyorsunuz.
Cadde üzerindeki diğer renkli görüntüler ise bir mağazanın önündeki kutup ayıları maketleri ile Trollerdi.
Troller, İskandinavya folklorüne ait ve korkunç görünümlü insana benzeyen dev yaratıklar. Genelde hikâyelerde dağlarda yaşar şekilde tasvir ediliyorlar. İskandinavya edebiyatında troller çok büyük kulak ve burunlara sahip yerli halk olarak anlatılıyor. Aynı zamanda Viking Tanrısı olarak da anılıyor.
Buradan sonra artık caddenin diğer ucuna geldik. Bu alanda geniş bir meydan ve meydanı sağ tarafında da sinema var.
Buradan limana doğru yürüyoruz, rengârenk çift katlı lego gibi evlerin arasında. Etrafta kimseler yok, sanki terkedilmiş bir şehir.
Ardında yuvarlak hatlarıyla Opera ve Bale Binası’nı görüyoruz. Kuzey Avrupa ülkeleri tasarımları ile kendi isimlerinde söz ettiriyorlar. Gerçekten şöyle bir düşününce tüm Kuzey Avrupa’daki opera binaları özel tasarımlara sahip: Oslo, Kopenhag, Stockholm hepsi de ilginç ve genelde deniz kenarına kurulmuşlar.
Genel olarak kent oldukça temiz. Akureyri 1970’li yılların sonlarından beri jeotermal enerji ile ısıtılıyor. Bu nedenle kömür atığı falan yok. Hava kirliliği sıfır.
Yolda yürürken genç nüfus dikkati çekiyor. Çünkü burası başkent Reykjavik’ten sonra üniversiteye sahip olan ikinci şehir. Akureyri Üniversitesi 1987’de açılmış ve o zamandan beri her sene biraz daha büyüyormuş. Aynı zamanda Akureyri Yenilenebilir Enerji Bilimi Okulu’nun da merkezi.
Şehirde görülebilecek diğer yerler arasında Akureyri Müzesi (Minjasafnið á Akureyri), Akureyri Sanat Müzesi (Listasafnið á Akureyri), Yazar Jón Sveinsson’un müzeye çevrilmiş evi, şair Davíd Stefánsson’un müzeye çevrilmiş evi, Akureyri Endüstri Müzesi, motorsiklet müzesi ve havacılık müzesi ziyaret edilebilir.
Bir de eğer vaktiniz olursa Sundlaug Akureyrar isimli olimpik yüzme havuzunu ziyaret edebilirsiniz. Şehirde dolaşırken gördüğünüz insanlardan çok daha fazlasını havuzda görebilirsiniz.
Akureyri; küçük, sessiz ve sakin bir yerleşim. Kentin merkezini yarım günde çok rahat gezebilirsiniz ancak çevresi için en az 2-3 gün ayırmalısınız.