Lalitpur, Patan Şehri ve Everest Uçuşu

Sabah erkenden daha gün ağarmadan buluşuyoruz rehberimiz Raja ile. Annem daha önce Everest’e uçtuğu için bu kez sadece babam, ablam ve ben birlikte gidiyoruz Everest uçuşuna… Everest turist uçaklarının kalktığı yer oldukça ufak bir havaalanı. Bu uçuşu gerçekleştireceğimiz havayolu şirketi ise Yeti Airlines.

Oldukça küçük uçaklarla Everest’e yakın tepelerin yanından geçerek, Everest’ten geri döneceğimiz 50 dakikalık bir uçuş bekliyor bizi. Bu uçaklar neredeyse otobüsten bile daha küçük denilebilir. Haliyle endişemiz biraz artıyor ama vazgeçmek yok, biniyoruz uçağa.

Gittiğimiz saatte güneş daha yeni doğuyor. Katmandu’yu arkamızda küçücük bırakırken, hepimiz biraz tedirginiz aslında. Çünkü uçak dedikleri şey, sadece 20 kişilik, sağda ve solda 10’ar koltuk var. Kalkışta koltuklarımız bile zangırdıyor. Neredeyse 9.000 metre yüksekliğe çıkacağız. Doğal olarak insan kendini çok güvende hissedemiyor. Hadi hayırlısı…

Evet artık göklerdeyiz ve Himalayalar’ı izliyoruz. Yaklaşık 20 dakikalık uçuş sonrası, daha iyi fotoğraf alabilelim diye, hostes yolcuları teker teker pilot kabinine alıyor. Beyaz bulutların üstünde tamamen karla kaplı bembeyaz tepeler ve aralarında 8.848 metre ile bir zirve Everest. Kesinlikle görmeye değer.

Uçuş sonrası ise sanki tırmanmışız gibi sertifikalarımızı da veriyorlar. Öyle veya böyle bu insan Everest’i görmüştür belgesi bu.

Everest uçuşundan sonra araba ile otele dönmek üzere yola çıkıyoruz. Ana yolda büyük bir reklam panosu pat diye önümüze düşüyor, şoför zor duruyor. Ama her şey sıradan sanki, kimse de panik yok. 7-8 kişi gelip reklam panosunu kenara taşıyor ve trafik akmaya devam ediyor. Ya 5 saniye önce buradan geçseydik diye düşünmeden edemiyorum. Ama tesadüfen yaşamak, burası için çok olağan sanırım.

Otelden annemi de aldıktan sonra Patan şehrine doğru ilerliyoruz. Patan şehri ile Kathmandu arasında Bagmati nehri doğal bir sınır oluşturuyor. Araları 5 kilometre.

Patan şehrinin diğer adı ise Lalitpur, yani güzel şehir. Bu güzel şehre girişte, bir ücret ödüyorsunuz ve karşılığında size verilen sticker’ı yakanıza yapıştırıyorsunuz.

Biz ilk olarak, Patan’ı keşfe başlamadan önce enerji ihtiyacımızı karşılamak üzere şehir içindeki bir restoranta giriyoruz. Tercihimizi yöresel yemeklerden yana kullanıyoruz. Bol körili soslarla birlikte etlerimizi ve yağsız tuzsuz pilavı yiyoruz. Yöresel biraları olan Everest birası denemeye değer. Yemek sonrası ise şehir turu başlıyor.

Patan şehrindeki mimaride Hinduizm’in etkileri açıkça görülebiliyor. 2-3 katlı binalar, tapınaklar, yapılarda kullanılan kırmızımsı taş ve ahşabın uyumu, Hindu dinine has Tanrı figürleri bambaşka bir sıcaklık katıyor kente.

Patan şehri eskiden Patan krallığı olarak biliniyormuş. Çünkü ilk Nepal’i kuran kişinin torunları ülkeyi bölerek biri Kathmandu, biri Patan, biri Bhaktapur’u yönetmek üzere kendi krallıklarını ilan etmişler. 13.yy’dan 1768 senesine kadar Patan krallığı varmış. 1768 senesinde Shah Krallığı soyundan gelen Prithvi Narayan Shah, ilk Gurkha kralı olarak Kathmandu, Patan ve Bhaktapur’u tek çatı altında toplamış.

Her şehrinde olduğu gibi Patan şehrinin de en büyük meydanı Durban meydanı. Etrafta sayısız tapınak var. Bunlardan en etkileyici olanı ise tek parça taştan oyulduğu söylenen Krishna Mandir Tapınağı. Bu tapınak tanrıları Krishna’ya adanmış. Bu tapınağın üzerindeki kubbeye benzer figürler ise altınmış.

Şehir 700 yıllık tarihe sahip. Eski bir Patan kralının heykelinin önünde durduğumuzda rehberimiz ilginç bir bilgi veriyor. Bir Patan kralı öldüğünde, eşleri de kendini onunla beraber yaktırırmış.

Şehrin içinde bir havuz var, zayıf bir su kaynağı ile dolan havuz hem içme suyu kaynağı, hem de banyo olarak kullanılıyormuş. Sarayın büyük kısmı 1934’te olan bir deprem sırasında çökmüş, sonrasında aslına uygun olarak tekrar inşa edilmiş.

1840 yılında Rana ailesi başa geçmiş ve 1951’de cumhuriyet kurulana kadar ülkeyi yönetmişler. Bu tarihler arasında yurtdışı ile hiçbir bağlantıları yokmuş ve sınırlar yabancılara kapatılmış. Nepal’den yurtdışına çıkmak da yasakmış.

Patan kenti çevresi çok renkli.

Tapınak basamaklarında oturmuş birbiriyle sohbet edenler, yerlere oturmuş seyyar satıcılar, yere büyük bir çarşaf açmış buğday eleyen kadınlar...

Bu pembe şehre renk katan o kadar çok unsur var ki, özellikle akşam üstü saatleri burada en güzel kareleri yakalayabileceğiniz zaman dilimi.

GÖKÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

GÖKÇE YILMAZ

 1982 yılında İstanbul’da doğdum. İlk ve orta öğretimini Sinop’ta gördükten sonra, lise eğitimi için İstanbul’a yerleştim.