Belem, Lizbon’un en fazla ziyaretçi çeken bölgesi. Çünkü Lizbon’un simgesi haline gelmiş olan Torre de Belem yani Belem Kulesi burada yer alıyor.
Lizbon merkezi ile Belem arası oldukça yakın. Biz de sabah kahvaltı sonrası arabamıza atlayıp yaklaşık 10 dakika süren yolculuk sonrası Belem Kulesi’ne ulaşıyoruz. Lizbon’un simgelerinden olan Torre de Belem 1515-1520 yılları arasında savunma amaçlı olarak inşa edilmiş. İlk inşa edildiğinde bu kule, Taguz nehri içindeymiş. Ancak 1755 tarihindeki büyük deprem sonrası nehir yatağını değiştirince kule de karaya yanaşmış.
Kesme taştan yapılmış olan bu gözetleme kulesi gösterişli ve karma bir mimari özellik taşıyor. 4 katlı olan gözetleme kulesi çok büyük değil, ama kesinlikle görülmeye değer. 1983 tarihinde dünya mirasları listesinde yerini alan bu kule taş oyma işçiliğinin güzel bir örneği. Kulenin çevresinde yer alan gözetleme bölümleri Malta’daki kalelerin mimarisi ile büyük benzerlik gösteriyor.
Kulenin en üst katına çıkıp güzel fotoğraflar alıyoruz. Buradan Tagus nehrinin iki yakasını birleştiren, San Francisco Golden Gate köprüsünün bir benzeri olan kırmızı demirden yapılmış 3,2 kilometre uzunluğundaki 25 Nisan köprüsünü görüyoruz. Köprünün diğer yakasındaki ayağına yakın olan Cristo Rei heykeli ve üzerindeki haçı ise Rio’daki meşhur İsa heykeli gibi şehri kucaklayan devasa bir yapı.
Buradan pek çok yatın demirlediği yat limanının da fotoğraflarını alıyoruz.
Belem kulesi 1755 depreminden sonra stratejik önemini kaybettiğinden dolayı, bir süre sağlık hizmetleri, daha sonra telekomünikasyon, daha sonra da hapishane olarak kullanılmış. Kuleye giriş kişi başı 5 Euro. Torre de Belem Manuelin mimarisi denilen gotik ve Rönesans mimari karışımının en güzel örneklerinden biri.
Kuleden yürüyerek Keşifler Anıtına doğru ilerliyoruz. Sahilde yürürken bir deniz uçağı dikkatimizi çekiyor. Burada sergilenen bu deniz uçağı Portekiz’de ilk yapılan deniz uçağı imiş. Uçağın ağırlığı 1.800 kg, uzunluğu 10,92 metre, kanat uzunluğu 14 metre ve yüksekliği 3,75 metre. Açıkta sergilenmesine rağmen hiç zarar görmemiş olması da ayrıca etkileyici.
Biraz daha ilerleyerek Keşifler Anıtına geliyoruz. Bu anıt Portekiz’e özgü Travella gemisinin ön yüzüne benzetilmiş. 54 metre yüksekliğindeki bu modern anıt, Prens Henry’nin ölümünün 500’üncü yılında yani 1960’ta Prens Henry’e (1394-1460) ithafen yapılmış. Prens Henry hiç denize açılmamış ancak denizcileri ve gemicileri yeni keşifler yapmaları için çok desteklemiş. Bu nedenle de Anıt’ın en önünde Prens Henry, arkasında kaşif ve denizcilerin heykelleri okyanusa bakar vaziyette dizili.
Anıtın önünde ise yerde renkli mermerden yapılmış kocaman bir dünya haritası yer alıyor. Bu haritanın özelliği Portekiz’in yıllar içinde gittiği, keşfettiği ve kolonileştirdiği yerlerin tarihleri ile belirtiliyor olması. Portekizliler bu harita üzerinde adeta kendi denizcilik tarihlerini özetlemişler.
1400 ve 1500’lü yıllarda Portekiz deniz keşifleri ile zirve yapmış. Haritaya bakınca sanki dünya üzerinde keşfetmedikleri yer kalmamış hissine kapılıyorsunuz. Afrika, Madeira adaları, Sao Tome ve Principle, Kongo, Angola, Güney Afrika, Madagaskar, Suudi Arabistan, Hindistan, Sri Lanka, Endonezya, Timor Adaları, Filipinler, Macau, Brezilya, Arjantin bunlardan sadece bir kısmı, hatta kuzey kutbuna kadar çıkmışlar. Ben bu haritayı görünce Portekiz’in 1400 ve 1500’lü yıllarda tüm dünya denizlerine bu denli hakim olduklarını daha iyi anlamış oldum. Denizcilik ve keşiflerde çok ileri olduklarını biliyordum ama kutuplara kadar açılmış olduklarını düşünmemiştim. Tam bir deniz imparatorluğu kurmuşlar.
Bu anıt da Lizbon’un, özellikle Belem’in önemli sembollerinden biri. Prens Henry önderliği sayesinde Portekiz, 1500’lü yıllarda dünya denizlerinde altın çağını yaşamış. Anıtın tepesine asansörle kişi başı 3 Euro ödeyerek çıkılıyor. Buradan da yine 25 Nisan köprüsü, yat limanı, yerdeki dünya haritası ve de Anıtın karşısındaki Jerenimos kilise ve manastırını çok güzel fotoğraflarını alıyoruz.
Bu güzel manzarayı izledikten sonra tekrar aşağıya indiğimizde bir grup ilkokul öğrencisinin dünya haritası etrafında sıralandığını gördük. Bu öğrencilere öğretmenleri Portekiz denizcilik tarihini haritanın üzerinde anlatıyordu. Oldukça etkileyici bir görüntüydü.
Sıra, 1983’te UNESCO tarafından dünya mirasları listesine alınmış Jeranimos Manastırı’na geldi. Burası Manuelin mimarisinin en güzel örneklerinden biri. Manastırın tamamı beyaz kesme taştan yapılmış. Çatısı yuvarlak olan manastırın dış süslemelerinde deniz ve denizciliğe özgü figürler de kullanılmış. Manastırın yapılmasının nedeni, 1501’de Vasco de Gama’nın Hindistan yolculuğundan sağ salim dönmesini kutlamakmış. Bu nedenle yapımına 1501’de başlanmış ve yapımı 70 yıl sürmüş. Yaklaşık her yıl için yapılan harcama 70 kg altınmış. Yani manastır toplam 4.900 kg altına mal olmuş.
Kilise ve manastırın bulunduğu bu büyük kompleks, Portekiz’in yeni keşifleri ile özelikle de Afrika ve Hindistan ile yapılan ticaret sayesinde finanse edilmiş.
Manastır ve kilisenin içindeki mimaride palmiye ağaçları ve deniz canlıları figürleri ağırlıklı. Ana caddeye bakan dış süslemelerde balık ve midye figürleri kullanılmış. 2 ana giriş bulunuyor. Her iki girişteki taş işçiliği muhteşem.
Santa Maria Kilisesi ve Jeranimos manastırı daha önceden farklı iki yapıymış, 19. yy.’da birleştirilerek birbirine bağlanmış. 25 metre yüksekliğindeki sekizgen 6 sütun yer alıyor. Bu sütunlar tavanda palmiye motifleri ile süslenerek bir ara bölüm oluşturulmuş.
Vasco de Gama’nın kabri de bu kilise içerisinde. 32 metre yüksekliğindeki manastır ve Santa Maria kilisesi, genel isim olarak Jeranimos Manastırı olarak adlandırılıyor. 2 katlı kiliseye giriş serbest, ancak manastıra giriş kişi başı 7 Euro. Manastır girişinde uzunca bir kuyruk var. Zamanımız kısıtlı olduğundan manastır içini gezemedik. Uzun kuyruktan anladığım kadarı ile bir şeyler kaçırdık.
Jeranimos Manastırı’ndan sonra meşhur Belem Pastanesine geliyoruz. Pastane 1837’den beri burada hizmet veriyor. Kapıda kuyruk var. Ancak kuyruk bizi yıldıramaz. Her türlü halde bu tarihi pastanede oturup nefis Pastel de Nada yemeliyiz. Pastanenin önündeki geniş kaldırımda 5 cm x 5 cm ebadında siyah-beyaz kesme parke taşlarla “Belem Pastanesi 1837” yazılı. Pastanenin içini daha görkemli bekliyordum, yanılmışım. Duvarlarda mavi beyaz seramik kaplamaları dışında fazla bir özellik yok. Ve bu kaplamaların pek çok oldukça bakımsız, bazı bölümleri ise kırılmış. Pastanedeki kalabalık arttıkça ara bölmeler açılarak yeni salonlar oluşturuluyor. Pastane oldukça geniş bir alana yayılmış. Masa ve sandalyeler çok sıradan, fakat pasta ve kurabiyelerin lezzetleri mükemmel. Belem pastanesinin spesiyalitesi Pastel de Nada... Burada yediğimiz Pastel de Nada gerçekten Portekiz tatili boyunca yediğimiz en lezzetli şeydi. Milföy hamuru içine krem karamel konulmuş ve üstü hafif kızartılmış şekilde servis ediliyor. Görünüm olarak tartı andıran Pastel de Nada üzerine tarçın serpilerek yeniyor. Portekiz’de bu tatlıdan daha önce de yedik ama buradaki çok daha lezzetli idi. Portekiz’de milföy hamuru çok kullanılıyor. Belem’e has diğer bir lezzet ise kayısı marmelatı. Doğal olarak pastanenin bir diğer spesiyali de kayısı marmelatlı tatlılar. Buradan kayısı marmelatı alabilirsiniz.
Belem’de Deniz Müzesi, Modern Sanat Müzesi, Saray Arabaları Müzesi gibi oldukça çeşitli müzeler de yer alıyor. Fakat hepsini gezmek tabii ki çok mümkün değil, daha Lizbon merkezi keşfetmemiz gerektiğinden arabamıza binerek Lizbon merkeze geri dönüyoruz.