Masal Gibi Küçücük Bir Ülke: Liechtensteın Prensliği

Liechtenstein, Avrupa’nın en minik ülkelerinden biri, öyle ki yüzölçümü sadece 160 km2, popülasyon ise sadece 35.000. İstanbul’dan sonra mega kentler bile bize çok az nüfuslu gelirken, bu kadar az nüfus olunca bize köy gibi geliyor haliyle. Ama bu köy, gayri safi milli hasılaya bakıldığında Avrupa’nın en zengin ülkesi aynı zamanda. İronik değil mi?

Avusturya sınırını geçip arabayla bir 5 dakika gittikten sonra zaten başkenti olan Vaduz’un içine giriyorsunuz. Aslında en büyük kenti Shaan’mış, ama eminim o da bu yüz ölçümünde en fazla 15 dakikalık mesafededir. Bu arada ülke işsizlikte dünya sonuncusuymuş. Yolda giderken Liectenstein prensiyle evleneceğine dair espriler yapan bir arkadaşımıza, prensin kim olduğuna dair Google’dan araştırma yapıyoruz. Liechteinstein hanedanının kökleri 1140 yılına kadar gidiyor, o zamanlar henüz bir ülke olmayan Liechteinstein prensleri, lordları; hep Moravya (Çek Cumhuriyeti Eyaleti), Aşağı Avusturya, Silezya (Prusya’nın bir ili) gibi tarihte yer alan ülkelerin yanlarında danışman olarak yer almışlar. Hatta bir dönem Roma İmparatorluğu’nun da parçası olmuşlar. 1699-1712 yılları arasında ise aile Vaduz ve Schellenberg’i satın almış ama hemen akabinde, 1719’da yeniden Roma İmparatorluğu hâkimiyeti altına girmişler. 1806 yılında bu sefer Napolyon tarafından kuşatılan bölge 1815’te Alman Konfederasyonu’na katılmış. 1842 yılından sonrasında ise bugünün Liechteinstein Prensliği’nin tohumları atılmaya başlanmış. Bugünkü prens ise II. Hans-Adam imiş.

Liechteinstein’da Almanca birinci dil. Ülke, Alp Dağları’nın yamacına kurulmuş olduğu için de kış sporları çok önemli bir gelir kaynağı. Arabayla gezerken bu kadar küçük bir ülke nasıl oluyor da bu kadar zengin olabiliyor sorusuna deli gibi cevap arıyorduk ki; başkent Vaduz’un aynen İsviçre gibi bir vergi cenneti olarak adlandırıldığını öğreniyoruz. Ülke, Schengen ülkesi ama Avrupa Birliği’ne üye değil, ayrıca Avrupa Serbest Ticaret Birliği’ne üye olan ülkelerden.

1929 yılında 1. Prens Franz prenslik tacını almayı başarmış ve aslen Viyanalı olan Yahudi Elisabeth von Gutmann ile evlenmiş. Eşi, Yahudi olduğu için Nazi döneminde Hitler’in hedeflerinden biri haline geldiyse de 2. Dünya Savaşı’ndan daha da kuvvetlenerek çıkmayı başarmışlar. Bugün, Liechteinstein dünyanın 6. sırada Monarşi ile yönetilen hanedanı olarak biliniyor.

Prens, eski şehrin hemen tepesinde görkemli bir şatoda yaşıyor. Öyle ki neredeyse şatonun gölgesinde rastgele bir restorana giriyoruz, nasıl açıkmışız, soğan çorbası ve hamburgerler inanılmaz leziz geliyor. Bize servis yapan garson kıza nerelere gidebileceğimizi sorarken bize “mutlaka şatoya çıkın ama kapıyı sakın çalmayın çünkü prens II. Hans-Adam ve ailesi gerçekten şatoda oturuyorlar” diyor. Sohbet sohbeti açarken, prensin halkın arasında sürekli dolaştığını hatta geçtiğimiz günlerde onunla sokakta yan yana geldiğinden bahsediyor. Canım ülkemde koruma ordusu ile dolaşan devlet büyüklerimiz geliyor aklımıza ya neyse… 

Şato


Şato

Vanini Cafe-Bar’ın hem servisi, hem yemekleri, hem de dekorasyonu çok hoşumuza gidiyor. Özellikle duvarlardaki resimler… 


Vanini Cafe


Vanini Cafe'nin duvarlarındaki resimler

Bu arada, bu minicik ülkenin 11 komüne bölünmüş olduğunu duyunca yok artık diyoruz ama yukarı Liechteinstein; Balzers, Planken, Schaan, Triesen, Triesenberg ve Vaduz’dan oluşurken, aşağı Liechteinstein; Eschen, Gamprin, Mauren, Ruggell ve Schellenberg’ten oluşuyor. Her ne kadar hanedanlık varsa da İngiltere gibi demokrasi ile yönetilen bir ülke Liechteinstein. Prensin ise veto etme ve referandum yapma yetkisi var. Bu arada aslında bir bakıma da yüz karası, kadınlara oy verme hakkını Avrupa’da en geç veren ülke unvanı Liechteinstein’ın. Gerçi bize o kadar erken verildi de kadınlarımız bunun kıymetini biliyorlar mı diyorum kendi kendime, ama bu yazı bir gezi yazısı ve apolitik olmak zorunda değil mi?


Triesen


Triesen

Garson kıza verdiğimiz söz aklımızda olarak, kapıyı çalmadan etrafında dolaşmak için şatoya doğru yola çıkıyoruz. Bu kadar mı güzel bir görüntü olur?! Yanımda geniş lensim olmadığı için çok üzülüyorum çünkü şatoyu tam anlamıyla yukarıdan çekemiyorum ama çektiklerim umarım size de olduğu yer konusunda fikir verebilir.


Şatonun aşağıdan görüntüsü


Şatonun arkadan görüntüsü


Şatonun bahçesinden

Şatonun olduğu yerin biraz daha ilerisine doğru kıvrıla kıvrıla giden dağ yolundan devam edip Triesenberg’e ulaşınca hepimiz “Vay Canına” diyoruz. Gerçekten muhteşem bir dağ kasabası, işte burada buram buram zenginliği kokluyoruz, duyuyoruz, gözlemliyoruz.


Old Town

Enteresan bir bilgi de yaşayan insanlardan daha çok sayıda firmanın Liechteinstein’da olması. Nasıl zengin olmasın ki?! Bu arada ciddi bir seramik üretimi olduğunu ve dünyanın en büyük bağırsak üreticisi olduğunu öğreniyoruz. Arabada gelirken tahminlerimiz arasında hayvancılık ve tarım da vardı. Bunun dışında her 11 kişiden birinin bir şirket sahibi olduğunu öğreniyoruz. Ancak halkın eğitim seviyesi o kadar yüksek ki her biri en az 2-3 dil biliyor ve kas gücü yerine belli ki beyin gücünü tercih etmişler.

Ülkenin tüm polis gücü toplamda 50 kişiyi geçmiyor. Resmi törenlerde görev yapan gönüllüler toplamı ise 125 kişiyi geçmiyor, suç oranının ne kadar düşük olduğunu gelin siz tahmin edin. Zaten ülkenin masalsı güzelliğini gördükten sonra insanın oracıkta kalası geliyor.

En inanılmaz bilgi ise; eğer yeterli gücünüz var ise ülkeyi, günlük 70.000 dolara kiralayabiliyor olmanız. Hatta parlamento bunun için size sembolik bir de anahtar veriyormuş. Ülkenin geçici sahipleri için de prensin özel mahzeninden şarap ikramı, havai fişek gösterileri ve gezintiler organize ediliyormuş. 150 arkadaşınızla birlikte ülkedeki tabelaları değiştirip geçici paranızı bile bastırabilirsiniz yani.


Hediyelik eşya dükkânı

Görülecek yerler arasında şatodan başka, Liechteinstein Müzesi ve National Museum da var. Ama ülkeyi baştanbaşa dolaşayım da deseniz herhalde en fazla 3-4 gün ayırmanız yeter gibi gözüküyor. Eğitimi ile de dünyada 10. sırada olan bu ülkeye, eğer yakın bir ülkeye gittiyseniz an azından bir gününüzü ayırmanızı öneririm.

Yazı ve fotoğraflar: Banu Demirbanuyollarda.wordpress.com, banuyollarda.twitter.com

BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.