Soğuk bir Şubat günü kimsenin hastaneye gelmesini beklemeden apar topar girdiğim apandisit ameliyatının hemen akabinde apar topar bir kararla başlıyor Moskova gezisi...
Ameliyatın ertesi günü kontrole gelen doktorumun beni motive etmek için Ahmet'i "Akşam karını al rakı balığa götür" şeklinde gaza getirmesi sonucunda ilerleyen günlerde kendimi Turkish Airlines'ın Moskova uçuşunda buluyorum. Anneme Moskova' ya vardıktan sonra cesaretimi toplayıp telefonla haber verdiğimde çok kızıyor "O soğukta sokaklarda gezerken dikişlerin patlasın da gör gününü" şeklindeki sevgi dolu dileklerini iletiyor.
Moskova'da dondurucu bir soğuğa denk gelmiyoruz. Hava artı 3-5 derece civarı. Otelimiz Garden Ring şehir merkezinde değil ama merkeze taksi ya da metro ile kolay ulaşılır bir mesafede.
Tabii metroya indiğinde hangi yöne gideceğini bulmayı başarabilirsen! Japon metrosunda bile bu kadar zorlanmamıştık!
Moskova metrosudünyanın en eski, en büyük metrolarından biri. 13 adet hepsi birbirinden derin hatta sahip : ) Öyle ki bazı hatlarda yürüyen merdivenden inerken merdivenin ucunu göremiyorsun. Metroda her şey Kiril alfabesi ile yazılmış, şekilleri elindeki haritadaki gideceğin yerin şekline benzeterek bineceğin hattı buldun, doğru durakta da inmeyi başardın diyelim, maalesef iş bununla kalmıyor. O kadar derinlerdesin ki dışarı çık çıkabilirsen. Durakların ismini İngilizce yazamadın, bari çıkış yönü için bir SORTIE yaz bir EXIT yaz, hiç olmadı merdivenden çıkan adam resmi çiz. Yok!
Köstebek gibi dolanıp duruyoruz. Hah bu kesin çıkıştır deyip dimdik bir merdiven çıkıyoruz. Yine olmuyor, bakıyoruz ki başka bir hatta ulaşmışız. Ruslar da çok sıcakkanlı, İngilizceleri de oldukça kuvvetli malum, exit diye soruyorsun anket yapmaya çalışıyormuşuz muamelesi çekip hızla yanımızdan uzaklaşıyorlar. Velhasıl Rusya'da metro zor zanaat. Hani merkeze yakın bazı metro durakları gösterişli avizeleri, heykelleri ve mimarisi ile metrodan çok müze ya da bir sanat galerisini andırıyor olsa da asıl amacına hizmet ederken beni bu kadar uğraştırdıktan sonra neyleyim böyle sanatı böyle mimariyi : )
Metroyla ilk sınavımızı atlattıktan sonra, Moskova'da gezilecek yerlerin başında olan Kızıl Meydan’ı, Kremlin Sarayı’nı ve rengârenk kubbemsi çatılarıyla masallardaki şatoları andıran, Moskova denince akla gelen ilk görüntü olan Aziz Vasil Katedrali'ni geziyoruz. Katedralin bahçesindeki buzdan heykellere bayılıyoruz.
Üşüyoruz ve yoruluyoruz. Son bir gayret Kızıl Meydan’ın doğu kanadında boydan boya uzanmış olan Moskova'nın en ünlü alışveriş merkezi GUM’a giriyoruz.
Benim gibi alışveriş merkezi sevmez insanlar için bile GUM’ın iç mekân tasarımı görülmeye değer. Havuzun etrafındaki Cafe Bosco'da Moskova'daki ilk öğünümüz olarak sipariş ettiğimiz dev suşi tabağımıza buz üstünde istiridye ve beyaz şarap eşlik ediyor. Yediğimiz suşiler çok taze ve inanılmaz lezzetli. Böylesi bir lezzet bize Tokyo'da bile denk gelmemişti. Geziye çok keyifli bir başlangıç yapıyoruz.
Yemekten sonra yönümüzü Arbat caddelerine çeviriyoruz. Eski (Stary) Arbat, İstiklal Caddesi formatında, sağlı sollu kafelerin ve mağazaların bulunduğu, araç trafiğine kapalı hareketli bir cadde. Gerçi biz Şubat ortasında olduğumuzdan kafayı öne eğip hızlıca yürüyen insanlardan fazlasını göremedik ama daha ılıman dönemlerinde bu caddede meziyetlerini sergileyen sokak müzisyenleri, cambazları ve hokkabazları varmış, söyleyenlerin yalancısıyım : )
Bu caddenin hemen paralelindeki Yeni (Novy) Arbat Caddesi ise yüksek binalarla çevrili, daha modern mağaza ve restoranlar ile gidiş dönüş 6 şeritlik araç trafiğine sahip devasa bir cadde. Cadde yerine bulvar demek daha doğru olur sanırım.
Akşam yemeğimizi Eski Arbat üzerindeki dekorasyonu ile aklımızı çelen Brazilero'da alıyoruz. Burası adından da anlaşıldığı üzere, fiks bir ücret karşılığında envaı çeşit etin sıra ile servis edildiği konseptteki brezilya restoranlarından biri. Benim gibi farklı lezzetler denemeyi ve eti üzerinde dumanı tüterken yemeyi sevenler için biçilmiş kaftan.
Tıka basa doyunca masadaki kartı yeşilden kırmızıya çeviriyoruz, artık ellerinde etleri kime versem diye gezinen garsonlar bizim masayı pas geçiyorlar, yemek sonrası otelimize dönüyoruz.
Sabah butik otelimizin şık kahvaltı salonunda yaptığımız uzun kahvaltı sonrası öğleye kadar otel etrafındaki sokakları, marketleri, butikleri gezerek vakit geçiriyoruz.
Öğlen suları metroyla merkeze geçiyor, Pushkinskaya durağından çıkıp Moskova'da görülecek yerler listelerinin vazgeçilmezi Cafe Pushkin' de mola veriyoruz. Cafe Pushkin dekorasyonu ve garsonların giyimleri ile zamanda geriye yolculuk yapmış hissi uyandırıyor. Pushkin amca az sonra içeriden çıkıp yanımıza geliverecek gibi : )
Sonrasında restoranların yoğunlaştığı Kamergersky Caddesi’nde Ahmet’in bir önceki Moskova gezisinde memnun ayrıldığı restoran Academiya'da cam kenarında uzun uzun oturup bir yandan sokaktan gelip geçeni izliyor, bir yandan şuşi, dimsum ve kırmızı şarap üçlüsünün tadını çıkarıyoruz. Bizim bu suşi modumuz nedir çözmüş değiliz. Rusya’da mıyız Japonya’da mı belli değil! Ama adamlar şuşi konusunda çok iyiler, elimiz menü üzerinde hep ona gidiyor biz napalım : )
Yemek sonrası Moskof sokaklarını arşınlamaya devam. Peki, bu güzel Rus kızları nerede? Hani şu uzun bacaklı, sarışın, renkli gözlü olanlar? Pek göremiyoruz etrafta. Moskova epey kozmopolit. İnsanların renk dağılımına baktığımızda beyazdan zenciye uzanan bir çeşitlilik var. En çok da Kazakistan, Tacikistan tarzı ülkelerden gelip burada yaşadığını tahmin ettiğimiz çekiklerin yoğunluğu dikkatimizi çekiyor.
Akşam yemeğimizi Tverskaya Caddesi üzerindeki restorandan ziyade kafe bar havasında, gençlerin yoğunlukta olduğu bir mekânda alıyoruz. Tercihimiz Et şnitzel ve kırmızı şarap... Şnitzelin içi yumuşak, dışı kıtır, beğeniyorum. Şarap da iyi güzel hoş da şarap fiyatlarının İstanbul'dan aşağı kalır yanı yok. Bunlarda da mı alkollü içecek vergisi çok acaba? Hiç sanmıyorum...
Yemek sonrası Kamergensky nin devamında olan Kuznetsky Most Caddesi’ndeki meşhur bar Coyote Ugly'ye gidiyoruz. Kapıdaki hayvani bodyguardların tavırları oldukça uyuz. Bunlar kesin safkan Rus! "Aslında sizi içeri alasımız hiç yok ama şu an bahane bulamadık girin bari" bakışları altında içeri giriyoruz.
İçerisi şaşırtıcı. Gerçekten bildiklerimizden farklı bir mekân. U şeklinde barı, seyircileri kapsayacak şekilde tasarlanmış, 3-4 dansçı hatun barın tepesinde dans ediyor. Fonda yüksek volümlü bir müzik, dansçı kızlardan biri de bağırarak Rusça bir şeyler anlatıyor. Moskova gerçekten hiç turist friendly değil : ( Ne anlatıyorsun bebeğim sen?
Bir ara müşterilerden ve dansçı kızlardan biri fondip yarışı olayına giriyor. Bardaklar dolup boşalıyor, rubleler havada uçuşuyor. Bence mekân esas voleyi buradan vuruyor...
İlerleyen saatlerde bar üstüne çıkıp dansçılara ben de katılıyorum. Öyle bir havaya giriyorum ki artık beni indirebilene aşkolsun. Sonuçta biz de oynarken hızımızı alamayıp soluğu sandalye tepesinde hatta masa tepesinde alan bir ulusun evlatlarımız. Bar tepesi bize vız gelir tırs gider : )
Gecenin sonunda bar üstünde arkadaş bile yapıyorum. Kızcağız sonradan geldi, birlikte ne güzel eğlenirken gideceğimizi öğrenince üzülüyor, bardan inip Ahmet'e epey bir dil döküyor ama gidiyoruz : (
Ertesi gün son günümüz...
Follow the Moskva,
Down to Gorki Park
Listening to the wind of change
diye devam eden ünlü Scorpions parçasında bahsi geçen Gorki Park'a doğru yürüyoruz. Yolumuzun üzerinde ağaçlara kazak giydirdikleri çeşitli anıt ve heykellerin olduğu memorial park tipli başka bir Park'ta soluklanıyoruz. Gorki Park’ta buz patencileri seyredip kar manzaralarından görüntüler alıyoruz.
Final yemeğimizi Kamergensky üzerindeki Mr. Lee isimli şık bir Çin restoranında alıyoruz. Rus mutfağı hariç her şeyi denedik tuhaf... Ortam elegans, yemekler tarz, final yemeğine yaraşır bir öğün oluyor : )
Veda zamanı… Akşama doğru valizlerimizi alıp otelimiz vasıtası ile fiks bir fiyata anlaştığımız minivan ile havaalanının yolunu tutuyor ve huzur içinde ülkemize dönüyoruz..
Diye bitirebilmeyi isterdim ama ne yazık ki öyle olmuyor : (
Yorgunluktan minivanda uyuyakalıp 1,5 saat sonra uyandığımızda trafikte sıkışıp kaldığımızı ve hala şehir merkezinden dışarı çıkamamış olduğumuzu dehşet içinde fark ediyor, ne yapacağımızı şaşırıyoruz.
Şoförümüz sağ olsun tek kelime İngilizce bilmiyor. Telefondaki translatörden Rusça çeviri yapıp derdimizi anlatmaya çalışıyoruz. Adam bizi son çare saat başı kalkan havaalanı express treni için istasyona bırakıyor. Bilet bile alamadan kalkmak üzere olan trene kendimizi atıyoruz. Kaçak olarak gerçekleştirdiğimiz yusuf yusuf halindeki yolculuğumuz bir ömür gibi geliyor. Trenden inince koşarak, hatta uçarak havaalanına girip check-in kontuarını buluyoruz.
Tataaaam bizim uçak için check in kapanmış! Yalvar yakar durumundayız. Peki, bu halimiz çok sempatik Rus check-in’cilerin umuru mu? Tabii ki değil!
Benim kayış kopuyor ve başlıyorum "My children, my children" diye hüngür hüngür ağlamaya. O kadar içten ağlıyorum ki Ruslar bile insafa geliyor check-in işlemimizi yapıyorlar : )
Uçağa adımımı atıp "Hoş geldiniz" diyen THY hostesini gördüğümde vatan toprağına ayak basmış kadar oluyorum. Cam kenarı koltuğumdan Moskova ışıklarını seyrederken bu sefer gerçekten huzurla uykuya dalıyorum...
Yazarın diğer yazılarını www.gezentianne.com'dan takip edebilirsiniz.