Port Luis, 50.000 kişi nüfuslu çok şirin ama bir o kadar da turistik bir yer. Şehrin önü deniz, arkası çepeçevre yarımay şeklinde dizilmiş volkanik dağlar ile çevrili. Bu dağların en yüksek yeri ise 880 metre.
700 bin yıl önce patlamış olan volkanı ve şu an içi su dolmuş olan volkanik çukuru gezdik. Volkanik çukurun içerisinde balıklar vardı ve insanlar burada balık tutuyorlardı. Bu bölge “Turou aux Carfs olarak adlandırılıyor.
Buradan sonra Mare au Vacaus adlı kutsal gölü ve oradaki yoldan gelirken 35 metre yükseklikteki Şiva heykelini gördük. Burada Hint tapınağını ziyaret ettik. Tam bir bayram yeri gibiydi. Sanki Hindistan’ın küçük bir modeli gibiydi. İnsanlar rengarenk giyinmişler, getirdikleri ananas, hindistan cevizi, muz gibi yiyecekleri önce kutsuyorlar ve sonra tanrılarına sunuyorlar, daha sonra dualarını yaparak tapınıyorlardı. Etraftaki maymunlar, babunlar ziyaretçilerin getirdikleri muzları yiyorlardı.
Buranın ardından yine Port Luis çevresinde Chamarel Waterfall adı verilen bir şelaleye gittik. İngilizlere ait olan bu şelale, 162 metreden aşağıya dökülüyor. Şelaleye gelirken şeker kamışı tarlalarının içinde geçtik.
Yağmur ormanlarında yürüdük ve 7 renkli volkanik toprakları gördük. Çok ilginçti. Arkası orman, önünde hiçbir bitki örtüsü olmayan gerçekten rengarenk toprak alan düz değil, çok alçak dağlar silsilesi gibi dizilmiş. Renkleri pembe, sarı, gri, siyah, krem, turuncu… Bu renkler çok bariz küçük dağ öbekleri gibi yan yana sıralanmış.
Bu adada yaşayan Mahmut Önen adında bir Türk varmış. Eşi ise Çin kökenli bir Mauritus’luymuş. Ancak maalesef tanışamadık.
Buradan dev kaplumbağaları görmeye gittik. Bu kaplumbağaları sevdik, besledik. Kaplumbağa önüne konmuş olan uzun otları yiyebilmek için ayağı ile bir ucuna basıp, diğer ucunu ağzına alarak otu kopartmaya çalışıyordu. Sanırım hayatımda görüp görebileceğim en büyük kaplumbağa da buydu.
Port Luis merkezi gerek binaları olsun, gerekse alışveriş merkezleri olsun çok güzel, özellikle de Camdan Waterfront tam fotoğraflık bir yer. Port Luis Pazarı ilginç maket yelkenlere, ahşap oymalara ev sahipliği yapıyor.
Gece Le Sufren otelde kaldık. Buradan Camdan Waterfront’a shuttle buslar değil, water taksi servisleri var. Karadan karşı kıyıya geçmek yerine water taksi kullanmak hem daha pratik, hem de daha eğlenceli.
Ertesi sabah “Pample Mousses” adı verilen botanik bahçelere gittik. Burası tam bir arboterum. İçeride envaı çeşit ağaç ve bitki var. Bu bahçe Sir Seewoosapur Rampoolan tarafından yaptırılmış, ancak dizaynını bir Fransız yapmış.
Şişe şeklinde palmiyeler, Babobab ağaçları, sosis ağaçları var. Sosis ağacının meyvesi 10-15 kg. arasında değişiklik gösteriyor. Devasa palmiyelerin ise, 1 tane sapı ve yaprağı 50 kg. geliyor. 60 sene sonra meyve veriyor ve ardından ölüyor.
Amazon ormanlarından buraya getirilmiş nilüferlerin ise sadece 1 yaprağının çapı en az 1 metre civarında. 1 ay içerisinde bu büyüklüğe ulaşıyorlar ve sonrasında çürüyorlarmış. Her bir nilüfer 50 kg. taşıyabilecek güce sahip. Başka canlılar gelip zarar veremesin diye yapraklarının arka tarafı dikenliymiş. Çiçeklerinin ömrü ise 24 saat. Önce beyaz, sonra pembe, sonra mora dönüşüyor ve ardından ölüyor.
Diğer orijinal bitki ise kanayan ağaç. Bu ağaçtan kırmızı reçine akıyor ve bu reçine de güzel koku yaydığı için kiliselerinde yakılıyor.
Milyoner palmiyesi (palmiye kalbi), kırmızı mühür ağacı (mühür mürekkebi), bambu palmiyesi de görülmeye değer ağaçlardan.
Nilüferlere yakın bir havuzda ise üzerine yağan yağmura rağmen hiç ıslanmayan bir yaprak cinsi gördük. Üzerine bir kova su da dökseniz, yaprak ıslanmıyor ve sular boncuk boncuk üzerinden dökülüyor.
Gövdesi dikenli kaynana bacağı denilen bir tür palmiye, gövdesi timsah derisi gibi olan krokodil palmiyesi, yürüyen palmiye oldukça ilgi çekiciydi. Yürüyen palmiye yeni çıkan kollarını ileriye atarak seneler içinde yer değiştirebiliyormuş. Yılda 2 cm. yürüyebiliyor.Port Louis'de uygun fiyatlı konforlu bir konaklama için Cocotiers Hotel ve Le Saint Georges Hotel otellerini tercih edebilirsiniz.