Nairobi bambaşka bir dünya… Kapısını azıcık aralayıp da şöyle bir baktıktan sonra hemen kaçmanız gereken bir yer. Kaosun kendisi Nairobi. Sanki biri bu kentin ayarlarıyla oynayıp bozmuş da her şey rayından kopuvermiş. Kalabalık, insanlar, koşturmaca, trafik, aniden karşınıza çıkabilecek her türlü araç, merhaba deyip kolunuzu tutan birileri, hırsızlık, soygun, korku, güvensizlik, tedirginlik… İnsanı yoran bir kent. Nüfus bu kente yoğunlaşmış, pek çok insan iş bulmak için ailesini, memleketini bırakıp buraya göç etmiş. İnsanlar çalışmak için yaşamaya ara vermişler sanki. Dur düğmesi olmalı bu kentin. Arada basmalı o düğmeye derin bir nefes alabilmeleri için şöyle durup etraflarına bakabilmeleri için.
Nairobi’ye karşı Nihir yetiyor bana kendimi güvende hissetmem için. Nairobi ne kadar korkutucu ve güvensizse, Nihir de o denli koruyucu ve güvenilir. Hintli bir arkadaşım, Nihir. 10 yıl önce tek başına gelmiş Kenya’ya çalışmak için. Bir deterjan fabrikasında yönetici. Hani bazıları doğuştan bu beceriye sahipmişçesine kendilerinin bir parçası gibi gördükleri başkaları için yaşar ya işte Nihir de kendisine az rastlanır böyle insanlardan biri. İyiliği karşısında küçülüyorum, un ufak oluyorum sanki. Beni karşılamaya geliyor terminale. Ben 2 saat gecikince o da işe gidiyor ve şoförü William’ı yolluyor bu defa. Bir gün içerisinde başka bir hayata damlıyorum bu kez. Nihir’le akşam Sofra’ya gidiyoruz İskender yemeye. Tadı beklediğim kadar lezzetli olmasa da keyfime diyecek yok sonunda şevkle yiyeceğim bir şey bulduğum için. Nihir, William’ın beni nereye istersem oraya götürebileceğini söylüyor.
Bir sonraki gün William beni Nairobi’ye 3 saat uzaklıktaki Nakuru Gölü’ne götürüyor. Giriş Kenyalılara 10 dolar iken yabancılara 80 dolar. Doğu Afrikalı olduğuma ikna etmeye çalışıyorum onları ama bir işe yaramıyor. Ücreti ödeyip safarimize başlıyoruz yine. Nakuru Gölü flamingolarla ünlü. Üzerinde o kadar çok flamingo olurmuş ki pespembe görünürmüş göl. Oysa biz yanlış bir dönemde gitmişiz. Sadece birkaç tane flamingo görebildik göl kenarında. Her ne kadar gölün göz alıcı bir manzarası olsa da Masai Mara’dan sonra gereksizmiş aslında buraya gelmek. Benzer hayvanların peşine düşüyoruz yine. Ama olsun ömrümde hiç şoförüm olmamıştı. Bunu da tatmış oldum : )
Naftal’ın okulunu ziyaret ediyorum bir gün sonra. İçinde yüzme havuzu, devasa boyutta oyun alanı ve pek çok olanağı var. Naftal’ın minik öğrencileriyle tanışıyorum. 3 ve 4. sınıf öğrencileri. Hepsi İngilizceyi çok akıcı konuşuyor. Tüm okullarda eğitim dili İngilizce zaten. Yarınki Müzik Şenliği’ne hazırlanıyor öğrencileri. Şarkılar, danslar… Özgüvenlerine, becerilerine hayran kalıyorum. Bu ülkeden ayrılmadan ülkenin bu yüzünü de görüyorum. Evinde suyu, elektriği, tuvaleti, banyosu olmayan insanlar bir de varlıklarını saymanın dilimizi yoracağı insanlar. Hepsi aynı topraklarda, aynı dilde, aynı havayı soluyor.
Karen Blixen müzesini ziyaret ediyorum. Giriş 10 dolar. Görevliye seyahatimin ve paramın da bitmek üzere olduğunu, bunun için indirim yapıp Kenyalı olmasa da en azından Doğu Afrikalı tarifesini uygulamasını rica ediyorum. Hemen ikna olunca seviniyorum. Sonra bana bilet vermeyince anlıyorum ki cebe atmışlar parayı. Yolsuzluğa sebep olmak huzursuz ediyor beni. Huzursuzluğumu bir kenara itip Karen’ı tanımaya çalışıyorum. 1885’te Danimarka’da doğan Karen, Baron Bror-Blixen ile evlenip 1910’lu yıllarda Kenya’ya yerleşiyor kahve tarımı yapmak için. Kendisinden frengi hastalığına kapıldığı kocasıyla mutsuz bir evlilik yaşar. Baronun arkadaşı olan maceracı avcı Denys Finch Hatton’la tanıştığında ona aşık olur. Yalnızlığı azalır bir nebze de olsa. Karen, en çok öykü uydurur. Gelen misafirlerine öyküler anlatır. İyi bir anlatıcıdır ve sonra kitap da yazar takma bir adla. Toprak, kahve üretimi için verimsiz olduğundan Karen iflas eder ve her şeyini satıp Danimarka’ya döner. Yıllar sonra Danimarka Karen’ın evini satın alıp müze olmasını sağlar. 13 yıl geçirmiş Karen bu evde. Kenyalıların değer verdiği bir kadın... Onlar için okul yaptırmış döneminde. Eski narin mimarisi ve antik eşyalarıyla kocaman bir bahçenin içindeki ev kesinlikle görülmeye değer. O bölgeye de kendisinden dolayı Karen ismi verilmiş. Çoğunlukla beyazların yaşadığı şehrin en varlıklı kısmı. Çalılarla çevrili bahçelerden evleri görmek bile mümkün değil. Burası Nairobi’den kopup başka bir yere akıyor sanki. Tertemiz, yeşil ve sakin bir hava…
Akşam şehre dönüyorum. Eve gitmek için binmem gereken matatuyu ararken burnumda bir koku boğulurcasına. Herkes kaçışıyor. Korkuyorum. Ben de kaçanlara eşlik edip en yakın binaya sığınıyorum. Herkesin gözünden yaş geliyor, öksürüyor. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Meğer polisler arada sokak satıcılarını dağıtmak için göz yaşartıcı gaz sıkıyormuş. Hayret ediyorum. Kaçacak yer bulamayan ya da koşmaya gücü yetmeyen birinin ölümüne sebep olabilecek kadar kuvvetli gaz. Yaşam ucuz burada, pek kıymeti yok.
Matatuya binip eve geçiyorum. Nihir’le şık bir lokantada harika bir pizza yiyoruz. Bir sonraki gün de 14 Falls’ı (şelale) görmek için Thika’ya gitmeyi planlıyoruz. Sabah Nihir’in iş yerini ziyaret ediyorum. Sonra yola çıkıyoruz. Thika’da nehir kenarında çocuklara rastlıyoruz. Yanlarına gidiyorum ben. Bazıları çekinip kaçıyor benden. İçlerinden biri İngilizce konuşabiliyor sadece. Evden çamaşırlarını toplayıp kirli nehirde yıkıyorlar ve kurutup öyle dönüyorlar evlerine. Alışıyorum artık bu görüntülere. İçimi acıtmıyor çok. Nihayetinde o çocuklar, herhangi bir çocuk gibi hissediyor yine. Farklı bir yaşamın olduğundan bihaberler. Kirli nehre girip oynuyorlar, şakalaşıyorlar. Benim kir gördüğüm nehirde onlar oyun yaratıyorlar, yıkanıyorlar, temizleniyorlar. Mutluluğun bunlarla ilgisi yok bence. Mutluluk bunlardan bağımsız bir şey olsa gerek. İçimizde! Yola devam edip şelalelere varıyoruz. Fabrika atıkları mahvetmiş suyu, şelalelerin döküldüğü yerde kimyasallardan oluşan köpükler uçuşuyor. Kim umursar? Biz bir kenara çömelmiş izlerken insanlar suyun içine dalıp eğleniyorlar. Az ileride minik bir çocuğa rastlıyoruz. Minik çocuk, bir bebeği sırtlamış eve götürüyor. Bebek işemiş altına, oradan sızmış onu taşıyan çocuğun pantolonuna. İşte benim yetiştiğim dünya bana bunları görmeyi öğretti. Bunları görmeden edemiyorum. Şelalenin kirli olduğunu, bebeğin altına işediğini, elbiselerin yırtık, ayakların toprağa çıplak bastığını… Gözlerin pek görmeye alışkın olmadıklarını görüyorum.
Kenya… Uzak şimdi bana. Sahiden gittim mi oraya, gördüm sandıklarımı gördüm mü gerçekten? Hayalle gerçek arası bir düş benim için. Bir daha kapılarını kolay kolay açamayacağım, hep şaşırarak ve büyülenerek hatırlayacağım ülke!
YAZI DİZİSİNİN DİĞER BÖLÜMLERİ İÇİN:
gezimanya.com/GeziNotlari/baska-bir-hayal-kenyagezimanya.com/GeziNotlari/mombasa-gezisigezimanya.com/GeziNotlari/kenyaya-seyahat-malindi