Nemrut: Bir Gündoğumu, Bir Doğumgünü

Bazı geziler vardır, unutamazsınız.

2013 yılı benim için bir çok açıdan bir dönüm noktası oldu. Belki tüm yılımı değil, ama hepsinin hatrına, Nemrut’taki doğumgünü hikayemi anlatabilirim.

Saat geceyarısı 00:00’ı gösterdiğinde Diyarbakır’ın dışlarında bir benzinlik kahvesinde ilk doğumgünü kutlamamı hayatımdaki en önemli insandan aldım. Belki şu ana kadarkilerin en güzelini. Bir bardak acı çay, uykulu gözler ve elimi tutan bir öpücük. Daha ne isteyebilirim ki?

Mardin-Midyat-Hasankeyf-Batman-Diyarbakır yolunu bir güne sığdırmıştık ve yorgunduk. Bu uykusuz gözlere rağmen önümüzde daha zaman zaman bozulacak 200 kilometre bir yolumuz kalmıştı. Atatürk Barajı’nın kenarından bizi karanlıkta kıvrılarak Nemrut’a doğru götüren yol, aynı zamanda havayı da yavaşça soğutmaktaydı. Kıvrımlar sona erip Kahta’ya vardığımızda ise gece saat 03:00 sularıydı ve artık ne araba kullanacak enerjimiz kalmıştı, ne de sabahın ilk saatlerinde tek başımıza dağ yolu yapmak istiyorduk.

Kahta'da otel tercihini doğru yapmışız: Zeus Otel. Otel Kahta'nın içinde, Adıyaman merkezden biraz daha uzakta, Nemrut yolu üzerinde. Hem tesisleri, hem de fiyatı itibarıyla çok mantıklı bir seçenek sunuyor. Eğer düşünürseniz buraya tıklayarak hemen rezerve edebilirsiniz. Ya da Adıyaman merkezde de kalabilirsiniz tabi. Adıyaman merkeze yürüyüş mesafesindeki otellere de buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Otelimiz bize o saatte bir araç ayarladı ve Nemrut yoluna günün ilk ışıklarını kovalamaya çıktık.

Kommagene Krallığı, diğer adıyla Ermeni Krallığı, batıda Kilikya ve kuzeyde Kapadokta ile çevriliydi. M.Ö. 162 yılında Selevkos İmparatorluğu’ndan ayrılarak bağımsızlığını kazanan bu antik dönem krallığının belki de en önemli özelliği Toros Dağları’ndaki çeşitli kavşak noktalarını tutması nedeniyle Roma ve Part İmparatorlukları arasındaki stratejik konumuydu. Romalılar ve Partlar arasında, aynı Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle gerileme ve çöküş döneminde İngiliz, Fransız ve Rus devletlerine karşı güttüğü akıllıca dış politikalar benzeri bir strateji izlemiş bu krallık, bu diplomasi sayesinde küçük olmasına rağmen varlığını yıllarca sürdürdüi. Kral I. Antiokhos dönemi Kommagene Krallığı’nın altın yıllarıydı. Antiokhos adını ölümsüz kılmak için Nemrut Dağı’nın tepesine heybetli bir mezar tepesi yaptırdı. Bugün dev heykelleriyle ziyaretçi çeken Nemrut Ören Yeri, işte bu ilginç ve hayalperest kralın anıt mezarıdır.

Ben bu satırları elimdeki kitaptan okur ve Nemrut’a homurtularla çıkan aracımız da kıvrılan virajları sertçe alırken, sevgili yol arkadaşım çoktan kucağımda uyumaya başlamıştı. Üstüne örttüğüm montunu düzeltip okumaya devam ettim.

III. Antiokhos öldükten sonra bu bölge ve haliyle krallık da Tiberius zamanında Romalılar’ın eline geçti. M.S. 38-72 yılları arasındaki ayaklanma çabasına rağmen Vespasianus döneminde Kommagene bir daha tekrar bağımsızlığına asla kavuşmamak üzere Roma’nın Suriye Eyaleti’nin bir parçası oldu.

Merakım giderek kabarıyordu. Tarih sahnesinden çok çabuk kaybolan, küçücük bir krallık öyle etkileyici eserler bırakmıştı ki, bugün belki bir çok ören yerinden çok daha fazla dikkat ve ziyaretçi çeken Nemrut Dağı, bu dev heykelleriyle Anadolu’nun simgelerinden biri olmuştu. Gerçekten o kadar etkileyici miydi acaba? Bu heykellerin dini anlamları olduğu kesindi ama neden bu kadar çok ve hangi amaçla oraya konmuşlardı?
 
Yolculuğumuz 1.5 saat kadar bir süre ardından son buldu. Güneşin doğmasına henüz epey bir vakit olduğundan ve biz de epeyce acıktığımız için, oraya toplanmış olan yüzlerce diğer ziyaretçiye katıldık ve çay-tost molası için küçük kulübeye girdik. Buradan battaniye kiralamak ve hediyelik eşyalar ya da broşürler almak da mümkün. Biz de iki battaniye kiralayıp sırtlandık ve Milli Park’ın girişinden zirveye doğru çıkan beton merdivenleri tırmanmaya başladık.

Bu, özellikle tırmanma yönünde yorucu olabilecek bir yol. Ara ara mola vererek ve ayağımızın altından yuvarlanan taşlara dikkat ederek, karanlıkta tırmanıp tepeye varıyoruz. Artık alacakaranlık yüzünü göstermeye başlıyor. Yüzlerce insan yüzünü doğuya, arkasını ise dev heykellere dönmüş şekilde güneşin doğmasını bekliyor.

Kendimize kalabalıktan uzak, sessiz bir nokta seçiyor ve üzerlerimize birer battaniye alıp biraz ısınmaya çalışıyoruz. Mardin Süryani Kiliseleri’nden aldığımız şaraplardan biri yanımızda. Otelden de bir tirbüşon ve iki kadeh ödünç almıştık. Süryanı şarabının yakut rengi cam kadehi kaplamaya başladığında, benim de içimde aynı hızla bir mutluluk yayılıyor. Çünkü sevgilim, bana Diyarbakır molası sırasında çaktırmadan aldığı minik pastanın üzerine minicik bir mum dikmiş ve en güzel doğumgünümü kutlamaya hazır uykusuz şişkin gözleriyle gülümsüyor.

Kalabalıktan yükselen eğlenceli kahkahalar ve gündoğumu fotoğrafı çekmek için yarışın yarattığı patırtı bizim için ancak fon müziği olabiliyor. Doğan güneşe karşı kadehlerimizi kaldırıyoruz. Yanağım kutlama öpücüğünden mesut, gözlerim ise benim de bir o kadar yorgun. Daha güzel bir hediye olamaz. Gerçekten en mutlu doğumgünüm. Sabah serinliği yavaş yavaş savuşturan güneş gözlerimizin içine parlıyor.

Günün ilk ışıkları bu kalabalığı hızla dev heykellerin etrafında fotoğraf çektirme telaşına itiyor. Bekliyoruz, geriye kalan malesef bol bol pet şişe, sigara izmariti, çekirdek kabuğu ve naylon poşet. Kendi çöplerimizi kaldırırken, etraftakilerden de biraz toparlasak da hepsiyle baş etmek mümkün değil. Çevrede bir diğer kalan da Türk bir kız ve İspanyol sevgilisi. Onlar da bizim gibi kalabalığın uzaklaştığı, sakin sahnelerde fotoğraf çekmeyi bekliyor sabırla.

Derken sıramız geliyor ve bu dev heykellerin çeşitli açılardan pozlarını alıyoruz. Nemrut’un tepesi zaten olduğu haliyle de büyülüymüş. Harran’a kadar tüm coğrafyayı izlemek, günün ışıklarının Atatürk Barajı’nın, Fırat’ın üzerine yayılmasını görmek zaten yeteri kadar güzel. Üzerine bir de kralların ve tanrıların simgesel başlarının heykelleri, gerçekten dramatik sahneler yaratıyor.

Tümülüs’ün o anda bizim bulunduğumuz tarafı ve batı tarafı, heykellerin bulunduğu esas iki yön. Tabi ki heykeller zaman içinde oldukça tahrip olmuş. Mezarın ve bu tapınağın hikayesi ise oldukça ilginç.

Kommagene Krallığı’nın ismi Yunanca, genler topluluğu anlamına geliyor. Kurucu Kallinikos’un kökleri, baba tarafından büyük Pers Krali Darius’a, anne tarafından ise Büyük İskender’e dayanıyor. Yalnızca kurucusu değil, tüm kültürel öğeleriyle Antik Yunan ve Pers kültürlerini birleştiren Kommagene Krallığı’nda, bu kesişimin tepe noktası ise Kral I. Antiochos’un dönemi. Bu kral Yunan ve Pers dinlerinin tanrılarını birleştirip, kendisini de tanrılaştırarak yeni bir din ve bunun etrafına da bir güç odağı kurma hayalini taşıyor. Ve de tabi ki bölgenin kutsal sayılan Nemrut tepesine bu görkemli tapınağı inşa ediyor. Heykel sıralarının iki başına kültürlerinde cennet ve asaletin simgeleri kartal ve aslan heykellerini, bir tarafı doğu yönünde Pers ülkesine, bir tarafı ise batı yönünde Yunan ülkesine bakacak şekilde iki kültürün tanrılarının heykellerini ve tabi ki kendi heykelini diktiriyor. Bu heykellerin arkasında kendi kanunları, vasiyeti ve tepedeki kümülüste ise kendi mezarı yer alıyor.

Kral I. Antiochos’un hayalinin gerçekleşmediği kesin. Ancak kalıntılarıyla dahi, bu kültürleri birleştirme hayali, seremoniler için yaptırılmış doğu ve batı teraslarındaki heykel kalıntılarıla bugün bile halen çok etkileyici.

Dünya Kültür Mirası Nemrut Kommagene tümülüsüne ve bu iki kültürün birleştiricisi Krallığa son selamımızı veriyoruz. Dünyanın en güzel gündoğumu ve en güzel günbatımının yaşandığı tepeden aşağıya dünyanın en mutlu doğumgünü çocuğu olarak basamak basamak inerken, elimde dünyanın en güzel insanının eli var.