Nikaragua ve Başkent Managua

Nikaragua yüzölçümü olarak Orta Amerika’nın en büyük ülkesi. Aynı Honduras gibi iki okyanusa da kıyısı var. Ülkenin batısında Pasifik, doğusunda Atlantik Okyanusu yer alıyor. Kuzeyde Honduras ile güneyde ise Kosta Rika ile sınır komşusu. 
Ülkenin nüfusu yaklaşık 6 milyon. Başkent Managua’da ise 1,2 milyon kişi yaşıyor. Ancak Managua’ya uçaktan baktığımda alan olarak çok geniş bir alana yayıldığını görüyorum. Çünkü burada sürekli bir volkanik hareketlilik olduğu için yapılar genelde tek ya da iki katlı. O nedenle yatayına bir yerleşim var.

Managua’ya indiğimizde, Nikaragua’ya giriş için vergi adı altında kişi başı 10 $ ayakbastı parası alıyorlar. Bu dediğim Yeşil pasaport sahipleri için geçerli değil. Nikaragua’da para birimi Cordoba. Hemen lazım olur diye düşük bir miktar havaalanında bozduruyoruz.
 
Havaalanı çıkışında Nikaragua gezisi boyunca bize eşlik edecek olan şoförümüz Thomas ve rehberimiz Edgard ile buluşuyoruz. Thomas çok iyi İngilizce bilen orta yaşlı bir bay. Edgard ise rehberliğin yanında kuş gözlemciliği yapan genç bir Nikaragualı. Her ikisini de görür görmez çok sevdik. Çok sıcakkanlı insanlar.
 
Valizlerimizi arabaya yerleştirdiğimiz gibi hiç vakit kaybetmeden şehri keşfe başlıyoruz. İlk olarak kentin en güzel manzarasına sahip en yüksek tepesi Loma de Tiscapa’ya doğru gidiyoruz. Tepeye doğru çıkarken sağ tarafta oldukça geniş bir askeri alan var.

Tam burada Edgard aniden arabayı durduruyor. Biz ilk önce bu bölge ile ilgili bir şeyler anlatacağını düşünüyoruz. Ama burada sergilenen tankın üzerine konmuş bir çeşit kuşu göstermek için aracı durdurmuş. Rehberimiz aynı zamanda kuş gözlemcisi olunca seyahatimiz süresince buna benzer pek çok durumla karşılaşacağız.

Buradan yaklaşık 5 dakika daha gittikten sonra Tiscapa Parkı’na ulaştık. Bu parkın en önemli özelliği halk arasında Marlboro Man adı takılmış olan halk kahramanı Augusto Cesar Sandino heykeline ev sahipliği yapması.

Peki, kimdir bu Sandino? Nikaragua, İspanyollardan bağımsızlığını 1821 senesinde kazanır. Ancak bir süre Meksika ile ardından da Orta Amerika Birleşik eyaletleri ile birleşir. 1838’de bu birlikten de ayrılarak ayrı bir cumhuriyet olur. Ancak Amerika burada altın aramak için özellikle 20. yüzyılın başlarından 1933’e kadar defalarca ülkeyi işgal eder. Hatta 1925’te işgal sonrası Amerikalılar buradan çekilince iş savaş çıkar. Aslen bir çiftçi olan Sandino, ABD’ye yakın duran yönetime karşı silahlı mücadelesini sürdürür. Daha sonra ABD subaylarının gözetiminde Nikaragua Ulusal Muhafızları askeri birliği kurulur ve ABD 1933 senesinde ülkeyi terk eder. ABD ülkeyi terk edince Sandino da silahlı mücadeleyi bırakır. Ama yine de Ulusal Muhafızların komutanı Anastasio Somoza Garcia 1934 senesinde Sandino’yu öldürtür.
 
Somoza 1936 senesinde başkan olur ve baskıcı bir diktatörlük rejimi uygulamaya başlar. 1956’da Somoza Garcia’nın ölümü sonrasında ise yerine oğlu Luis Somoza Debayle gelir. Ancak Sandino’yu zamanında desteklemiş olanlar, yönetime karşı Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi gerilla örgütünü kurarlar ve 1962’de yönetimi hedef alırlar.
 
1967’de Luis Somoza Debayle kalp krizi geçirerek ölünce bu kez de yerine kardeşi Anastasio Samoza Debayle geçer. Yani yönetim aile arasında el değiştirir. Somoza ailesinin foyası 1972’de yaşanan deprem sonrası daha da açığa çıkar. 1972’de meydana gelen Managua depreminde 6 bin kişi hayatını kaybeder. Tüm dünyadan buraya uluslararası yardım gelir. Ancak başkan Anastasio Samoza Debayle gelen bu yardımları el altından kendisinin ve ailesinin hesabına geçirir. Bu durum üstüne bir de 1974’te anayasayı değiştirerek ikinci kez başkan seçilince Sandinistalar tekrar güç toplayarak ayaklanırlar. Silahlı mücadeleye girişen Sandinistalar tek tek şehirleri ele geçirmeye başlarlar. En son Managua’yı da ele geçirip 17 Temmuz 1979’da 45 sene süren Somoza rejimine son verirler.
 
Somoza ailesi yerine gelen yeni yönetim Somoza ailesinin mülklerini kamulaştırır ve sosyalist ülkeler ile yakın ilişkiler kurar. Biz gittiğimiz dönemde Chavez halen hayattaydı ve ülkedeki Chavez hayranlığı dikkat çekici boyuttaydı.

Tepede Sandino heykelinin yanında ise daha sonra kentin çeşitli yerlerinde göreceğimiz sarı çok büyük yapay bir ağaç vardır.

Bu tepeden gerçekten kentin manzarası çok güzel. Yine buradan meşhur Tiscapa krater gölünü görüyoruz. 0,4 kilometrekarelik alan kaplayan göl günümüzden 10.000 sene önce yaşanan bir patlama sonucu oluşmuş.

Buranın uçaktan görüntüsü de oldukça etkileyici idi.

Burada Edgard bize değişik mimarili bir cami gösteriyor. Managua’da sayıca az olsa da Müslüman bir grup varmış. Osmanlı döneminde Türk pasaportu ile buraya gelen Müslümanlara “El Turco” diyorlar. Ama aslında burada “El Turco” dedikleri grup Lübnanlı imiş. Lübnan asıllı bu kişiler bölgede çok zengin bir grubu oluşturuyorlarmış. Bu zengin grup ülkede bir cami yaptırmış. İşte biz de bu camiyi görüyoruz. Hatta buradaki Cami mimarisinden diğer dini gruplar da etkilenmiş. Bu nedenle kiliselerin bazılarının cami ve hamam gibi kubbeleri var.

Buradan sonra akşamüstü saatlerde Managua Gölü kenarına gittik. Göl kenarında çok geniş yürüyüş yolları, rengârenk banklar, ışıklandırılmış ağaçlar, ufak kafe ve restoranlar var. Etraf tertemiz.

Nikaragua özellikle Managua beklentimin çok üstünde çıktı. 36 gün sürecek Orta Amerika seyahatimizin başından beri ilk kez burada kendimi daha güvende ve modern bir ortamda hissettim.
 
Göl kenarındaki rengârenk bankların her birinde ayrı anlam ifade eden hayata dair yazılar vardı. Bunların bir kısmı ise seçim kampanyalarında kullandıkları sözlermiş.

Göl kenarı ve şehrin önemli caddelerinde sembolleşmiş sarı yapay ağaçlar şehre çok sevimli ve çok ışıltılı bir hava veriyor. Gece de çok ışıltılı bu şehir.

Daha sonra şehir merkezine girişte Hugo Chavez’in ışıklandırılmış çok büyük bir resmini gördük. Zaten sadece bu bile Chavez’e olan hayranlığı çok net olarak anlatıyor.
 
Başkentin her yeri ve parklar çok güzel ışıklandırılmış. Tüm ışıklandırmaları başkan Daniel Ortega’nın eşi yaptırmış. Hatta söylentiler arasında Daniel Ortega’nın eşinin Feng Shui ile ilgilendiği ve şehrin ışıklandırmasında Feng Shui’ye uygun renkler seçildiği de var.
 
Ardından kentin büyük alışveriş merkezlerinden biri olan La Colonia’ya gittik. Buradan yemek içmek için bir şeyler aldık. Marketin hemen çıkışındaki tezgâhta ise oldukça lezzetli görünen dürüm benzeri bir yemek satıyorlardı. Lavaş ekmeği içine kavrulmuş soğan ve köy peyniri koyup dürüm gibi sarıyorlar.

Tam bir peynir canavarı olduğum için ben denedim ve çok beğendim. Hatta peynirden de odada yeriz diye paketlettim. Ancak annem peynirin çiğ süt ile yapılmış olabileceği konusundaki endişesi sebebiyle, oteldeki odamızda tüm peynirleri mikrodalgada pişirdim. Daha doğrusu fondü yapmış oldum. Ama çok lezzetliydi.
 Bir sonraki gün sabah kahvaltı sonrası Ruben Dario’nun anıtını görmeye gidiyoruz. Nikaragualı şair olan Rubén Darío İspanyolca edebiyatta modernizm akımını başlatmış ve en temsilcisi olmuş kişidir. 20. yüzyıl İspanyol edebiyatının en büyük ve en çok iz bırakmış şairi olarak gösterilir.

Buradan sonra çeşitli devlet büyüklerinin anıt mezarlarını görüyoruz.

Ardından geniş bir meydana geliyoruz. Bu meydanın bir tarafında 1972 depreminde büyük hasar gören eski katedral var. Ne yazık ki bu katedral fazla kullanılamamış. Günümüzde harabe durumda ve içine girmek yasak.

Meydanın diğer tarafında ise eskiden Somoza ailesinin sarayı olan ve günümüzde tarih müzesi olarak hizmet veren yapıyı görüyoruz.

Bu müzede Nikaragua’da yaşayan farklı yerli gruplara ait pek çok eser sergileniyor. Her bir etnik grubun özelliği birbirinden farklı. En geniş nüfuslu grup ise Miskitolar.

Bu müze Honduras’ın başkenti Tegucigalpa’daki müze gibi oldukça geniş, çeşitlilik sahibi ve etkileyici bir müze idi.

Buradan sonra Masaya Volkanı’nı görmeye gittik.

TUĞÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

TUĞÇE YILMAZ

 Yaklaşık 15 sene Medya satın alma ve Planlama sektöründe çok uluslu şirketler ile çalıştıktan sonra kendi tutkusu olan gezi ve seyahate yönelerek Gezimanya.com’u kurmuştur.1997 - 1999 İstanbul Üni