Dünyanın en güneyindeki kent Ushuaia’dayız. Günün ilk yarısında Beagle Kanalında yaptığımız tekne turunun manzaraları hala gözlerimin önünde ve asla unutabileceğimi de sanmıyorum.
Öğle yemeğinin ardından daldığımız Ushuaia'nın ana caddesi San Martin, kalabalık ve eğlenceli. Hediyelik eşya dükkânları, restoran ve kafeler ve çok sayıda outdoor kıyafet ve malzeme alabileceğiniz mağaza var. Bir de Antarktika turları da satın alabileceğiniz seyahat acenteleri.
Antarktika dünyada gitmesi en pahalı yer dersem sanırım abartmış olmam. Ushuaia limanından kalkan gemilerle Antarktika’ya yapacağınız 10 günlük bir turun maliyeti seçeceğiniz kamara koşullarına göre en az 10 ile 20 bin Dolar arasında değişiyor. Fakat şanslıysanız ve "Kamaram varsın su seviyesinin altında olsun, başkalarıyla da paylaşırım ama yine de giderim" diyorsanız, işte bu caddedeki acentelerden birinde bir son dakika fırsatı yakalayıp fiyatı 3 bin dolarlara kadar indirebilirmişsiniz...
San Martin Caddesi üzerindeki Postane binası, üzerindeki duvar resimleriyle Ushuaia’nın kısa tarihi hakkında fikir veriyor; bir tarafta Yamana yerlileri resmedilmiş, diğer tarafta da Ushuaia’nın ilk sakinleri mahkûmlar…
Burada biraz Ushuaia tarihinden söz etmeli. Kaptan Robert Fitz Roy (ki adını verdiği dağın yakınlarında kilometrelerce yürümüştüm...) 1833 yılında gemisi HMS Beagle ile Ateş Topraklarını incelemek için ilk kez bölgeye ayak basan Batılı kabul ediliyor. Ushuaia’ya yerleşen ilk İngiliz ise 1870’lere kadar bölgede yaşayan Waite Hockin Stirling isimli bir misyoner ki büyük ihtimal Yamana’lar için sonun başlangıcı da bu olmuş. Ardınan başka İngiliz misyonerler de geliyorlar. İngilizlerin Falkland Adalarına (La Isla Malvinas, Arjantinlileri gücendirmeyelim!) yerleşmeleri de bu döneme rastlıyor. Ardından 1870’lerin başında ilk Arjantinli yerleşimciler bölgeye geliyorlar. İlk Arjantinlilerin bölgeye ayak bastığı yıl (1873) Devlet Başkanları Julio Argentino Roca bölgeyi “Penal Colony” ilan ediyor; yani Ceza Sömürgesi ve mahkûmların sürgüne gönderildiği bir açık cezaevi. –Ne de olsa kaçabilecekleri bir yer yok ve tarihi boyunca da bu cezaevi hiç duvarlarla çevrili olmamış!-
1900’lerin başından itibaren de Arjantin Devleti, Tierra del Fuego üzerindeki hâkimiyetini perçinlemek adına bu Ceza Sömürgesi civarında yerleşimi destekliyor. Çünkü o dönemde Şili de bu toprakların peşinde… Böylece Ushuaia şehri doğmuş oluyor.
San Martin Caddesindeki yürüyüşün ardından, görmek istediğim bir müze var. San Martin'in doğu tarafında sonlandığı noktada, hemen yolun karşındaki Denizcilik Müzesi; Museo Maritimo de Ushuaia. Her ne kadar ismi Denizcilik Müzesi olsa da burası içerisinde birden çok bölüm içeren, Ushuaia’ya cezalarını çekmek üzere gönderilmiş mahkûmlarca inşa edilmiş eski hapishane binasında kurulmuş bir müze. Cezaevi Müzesi (Museo del Presidio), Sanat Galerisi (Galeria de Arte), Antarktika Müzesi (Museo Antartico) gibi bölümlerden oluşan müzede bir de Tarihi Pavyon (Historic Pavilion) var. Müzeye giriş ücreti 15 Amerikan Doları yani yaklaşık 28 TL.
Cezaevi Müzesi oldukça ilginç. Uzun bir koridorda bir zamanlar mahkûmların kaldığı binada yürüyorsunuz. Her bir hücrede cezaevi tarihiyle ilgili bir detay var. Bazı hücrelerde balmumu heykelleriyle ünlü mahkûmlar, bazılarında cezaevi koşullarıyla ilgili fikir veren objeler ya da mekânın tarihinin anlatıldığı afişler gibi detaylar. Hücrelerin olduğu koridorlardan biri de gerçek hapishane hakkında ciddi bir fikir vermek açısından olsa gerek, olduğu gibi bırakılmış.
Antarktika Müzesinde, beyaz kıtanın keşfiyle ilgili bir sürü bilgi var. Denizcilik müzesinde ise aralarında Darwin’in seyahat ettiği HMS Beagle’ın da olduğu bölgenin tarihinde önemli yeri olan gemilerin maketleri sergileniyor. Gerçekten gezmeye değer Sanat Galerisi yanında, müzede bir de mahkum üniforması şeklinde pijama satın alabileceğiniz hediyelik eşya mağazası var. Eğer yolunuz Ushuaia'ya düşerse Museo Maritimo de Ushuaia'yı mutlaka görün derim.
Müze sonrası yine Ushuaia sokaklarında turluyoruz. Girdiğimiz hediyelik eşya mağazalarından birinde tavan dikkatimi çekiyor. Tavandan bir köşesinden yapıştırılmış kâğıt paralar sarkıyor. Arada metal bozukluklar da var ve mağazanın tüm tavanı dünyanın farklı ülkelerine ait paralarla kaplı. Mağaza sahibine aralarında Türk Lirası olup olmadığını sordum, yokmuş. Maalesef yanımda kâğıt Türk Lirası yok ama 1 TL ve 50 kuruşluk madeni paralar var. Onları çıkarıp verdim, mağaza sahipleri çok sevindiler ve hatta karşılığında küçük bir hediye de verdiler. Dünyanın en güneyindeki Türk Liraları da sayemde yerlerini aldılar böylece!
Bir süre daha sokaklarda dolaştıktan sonra, hava da iyice kararmaya yüz tutunca yine yürüyerek önce otelimize oradan da akşam yemeği için yine San Martin Caddesi üzerindeki Bodegon Fueguino Restorana gidiyoruz. Ben yine Lomo yani az yağlı sığır filetosu yerken Gut olmama ramak kaldığını hissediyorum.
Ertesi sabah, otelimizden taksilerle ayrılıp Tierra del Fuego yani Ateş Toprakları Ulusal Parkına doğru yola düşüyoruz.
Seyahatin son günü, hafiften evimi ve fazlasıyla kızımı özledim ve bir önceki gün Beagle Kanalında gördüklerimden sonra, sağ ön koltuğunda oturduğum taksi Tierra Del Fuego Ulusal Parkına doğru yol alırken, "Bu seyahatte heyecan verici daha ne kalmış olabilir ki ?" diye düşünüyorum… Yanılmışım!
Önceki bölümlerde söz etmiştim; Tierra del Fuego; Güney Amerika kıtasının en sonunda yani en güneyinde yer alan takımadalara verilen isim. Daha doğrusu Magellan’ın verdiği isim. Ferdinand Magellan ilk kez 1520 yılında daha sonra kendi adıyla anılacak olan boğazdan geçerken, sahilde pek çok ateş görüyor. Büyük olasılıkla bölgede yaşayan Yamana yerlilerinin ısınmak amacıyla yaktığı ateşler. Bu görüntünün ardından buraya; "Tierra del Fuego" yani Ateş Toprakları ismini veriyor. Tierra del Furego Ulusal Parkı bu ada üzerinde yer alan 640 kilometrekare büyüklüğünde bir park.
Ulusal Parka kişi başına 110 Peso (yaklaşık 40 TL) olan ücretimizi ödeyip giriş yaptıktan sonra, Bahia Ensenada yani Ensenada Körfezinde araçlarımızdan iniyoruz. İşte o noktada bizi karşılayan manzara inanılmaz. Karşımızdaki suyun yüzeyinde en ufak bir kıpırdama bile yok, az ilerideki Redonda Adasına kadar -Isla Redonda- dümdüz bir mavilik uzanıyor. Arka taraftaki dağların zirveleri bir bulut tabakasının üzerinde kendilerini gösterirken, etekleri aynı bulut tabakasıyla örtülü ve en yukarıda gökyüzü masmavi parlıyor. Daha da şaşırtıcı olan karşımızdaki bu sakin suyun Beagle Kanalı olması, yani bir göl değil, bildiğiniz deniz…
Bu harika görüntü ile karşılaştığımız o noktada bir iskele, Puerto Guarani isimli bu iskelenin üzerinde de minicik bir postane var; Dünyanın Sonundaki Postane; "Unidad Postal Fin del Mundo"… Burada pasaportlarınıza 2 Amerikan doları karşılığında bir damga bastırabilir veya hava atmak istediklerinize buradan bir kartpostal gönderebilirsiniz. (Küçük bir not; Buradan gönderilen kartpostallar 2 haftada Türkiye'deki adreslerine ulaştılar.)
En güneydeki bu şirin postanede bir süre oyalandıktan sonra orman içerisinde harika manzaralar eşliğinde yürümeye başlıyoruz. Başta rehberlerimizin bize çok kolay dediği trekking parkuru, patika girişindeki girişindeki tabelaya göre orta zorlukta. Bir de üstelik 8 km. Senda Costera isimli bu patikada, orman içinde taksilerin yeniden gelip bizi alacağı saati yakalamak için hafif hızlı tempoda yürürken, hemen sağımızdaki Ensenada Körfezindeki durgun sular fotoğraf meraklıları için harika manzaralar sunuyor. “Yansıma mı istediniz, alın size yansıma” tadında bir sürü fotoğraf çekiyoruz. Bir süre sonra orman içerisine girdiğimizde ağaçkakanların fotoğrafını çekeceğiz diye azıcık oyalansak da zamanında bizi almak için gelen taksilere ulaşıyoruz.
Ushuaia'ya ulaştığımızda tüm grup benimle aynı fikirde; Tierra del Fuego Ulusal Parkı çok güzeldi. Beklentimizin çok daha üzerinde güzel...
Ushuaia’ya döndükten sonra yeniden El Turco restorandaki öğle yemeği sonrası 1-2 saat dinleniyorum, dışarısı gerçekten sıcak. Ardından yeniden Ushuaia sokaklarında turluyoruz. Açıkçası, ben bu şehri çok sevdim. Şu ana kadar gezdiğim yerler arasındaki en özel şehirlerimden biri oldu bile. (Şimdilik listemde 4 şehir var; Luang Prabang-Laos, Cusco-Peru, Varanasi-Hindistan ve Ushuaia-Arjantin...)
Rehberlerimiz gezinin son akşam yemeği için oldukça kaliteli bir yer seçmişler; Maria Lola Resto isimli restoran oldukça şık ve lüks bir mekândı. Yemekler de harikaydı. Bu saate kadar gut olmadım ya bir kez daha et yesem bir şey olmaz diyerek yine Lomo yedim ve ertesi sabah geri dönüş yolculuğumuz başladı.
Son söz: Tüm Patagonya serisi www.erozgen.blogspot.com dan ufak tefek değişikliklerle aktarılmıştır. (Gezimanya’daki editörlerim kızmasınlar; orada fotoğraflar daha büyük)
*** “PATAGONYA” bir yazı dizisidir. Yazı dizisinin diğer bölümlerine aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:
http://gezimanya.com/GeziNotlari/patagonya-1-el-chalten-ve-cerro-fitz-roy
http://gezimanya.com/GeziNotlari/patagonya-2-buzul-uzerinde-yurumek
http://gezimanya.com/GeziNotlari/patagonya-3-muhtesem-perito-moreno
http://gezimanya.com/GeziNotlari/patagonya-4-sili-patagonyasina-gecis-torres-del-paine
http://gezimanya.com/GeziNotlari/patagonya-5-torres-del-paineden-punto-arenasa
http://gezimanya.com/GeziNotlari/patagonya-6-dunyanin-sonuna-giden-yol
http://gezimanya.com/GeziNotlari/patagonya-7-ushuaia-dunyanin-sonundaki-sehir