Pompei ve Hikayesi

İnsanın tüylerini diken diken eden, ama bir o kadar da hayran bırakan bir antik şehir, Pompei. Ama bu şehir ile ilgili o kadar yanlış bilgilendirme ya da din üzerinden ‘bak işte o kadar sapıktılar ki başlarına Vezüv patladı’ tarzı yazılar var ki, ben size bu şehrin özelliğini ve güzelliğini tarih bilgilerine, araştırmalara ve kendi gözlemlerime dayanarak anlatmak istiyorum.

Pompei, İtalya’nın Napoli şehri yakınlarında eski bir Roma şehri. Araştırmacılar, şehrin 6. ya da 7. yy. da Osci’ler yani İtalyan’lar tarafından keşfedildiğine, birçok kabilenin yaşamından çok sonra, 80 yılında, Romalılar tarafından yerleşildiğine inanıyor ve bundan tam 160 yıl sonra ise şehrin nüfusunun yaklaşık 20.000 kişiye kadar ulaştığını düşünüyorlar. Şehir su ve kanalizasyon kanalları, sokaklarda ki yürüme sistemi, anfitiyatrosu, stadyumu ve limanı ile o zamanın teknolojisine kıyasla çok ileri bir şehir. Bugün bile isteristemez insan, o zamanın şartlarında düşünülmüş çözümleri gördükçe büyüleniyor.

Bu arada şehrin adı; İtalya’nın orta kesimlerinden yerleşen Osci’lerin, Oscan lisanında beş sayısından ‘pompe’ den geliyor.
Patlamanın olduğu gün ile ilgili aslında patlamadan kurtulan genç, Plinly tarafından, kaleme alınmış ve olayları anlatan bir mektup olması, yaşananları bize çok daha net bir şekilde anlatıyor. Olaylara belirli bir uzaklıktan tanık olan Plinly’nin mektubu, Roma donanmasında Amiral olan amcasının Pompei’li vatandaşları kurtarmaya  çalışmasını da anlatıyor. Kampana bölgesinde o dönem üst üste olan depremler nedeniyle halkın aslında, hemen hemen hergün deprem gerçeğiyle yaşadığına değiniyor, belki de o gün hızlı hareket edememelerinin bir sebebi de bu alışkanlıktı diyor.

Deprem günü, Plinly’e göre şehirde iki büyük tören varmış; ilki Pompei ulusunun babası sayılan Augustus’un ölüm yıldönümü, diğeri ise şehrin koruyucu ruhları adına düzenlenen festival. Kaosu deprem izlemiş ve depremle yağ lambalarının yerlere düşüp yangın çıkarması, olaya bir de artan paniği eklemiş. Bütün herşey bir anda lavlar altında kalmış. 2010 yılında yayınlanan en son araştırmada bina içinde kalan insanların bile, küller tarafından boğulduklarını kanıtlıyor. Öyle ki insanlar, 6 saat boyunca yağan küllerden sonra 25 metre derinliğe ve neredeyse 12 katmandan oluşan bir kül denizinde boğulmuşlar.

Şehir, 1748 yılında İspanyol mühendis Rocque Joaquin de Alcubierre tarafından keşfedilmesine kadar kül yığınları altında kalmış. Havanın ve nemin az olması nedeniyle şehir neredeyse o zamanlardaki haliyle korunmuş durumdaymış. Yapılan kazılarla büyük bir kısmı gün ışığına çıkarılmış. Kazıları 1863 yılında devralan Giuseppe Fiorelli, kazılar yapılarken kalıntıları içlerine plastik bir alçı sıkarak saklayabileceğini keşfetmiş. Bu da günümüzde bile, kanımızı donduracak bir şekilde,  insanları öldükleri haliyle görmemizi sağlıyor. Dua eden adam ya da hamile yatan kadın gibi. Ama bunun birçok yerde, bu insanların çok günahları vardı o yüzden taş oldukları şeklinde, yazılması beni çok rahatsız ediyor.

Bu arada, Pompeililerin yaşam tarzı da diğer bir tartışma konusu. Bugün denize kıyısı olmayan Pompei, o zamanlar inanılmaz ticaretin yapıldığı bir liman şehriymiş. Şehrin %60’ını zengin nüfus oluştururken, geri kalan kısmını ise köleler oluşturuyormuş. Bu şehre, günahlar şehri denmesinin sebebi cinselliğin çok ön planda ve şehirde birçok genelevin olması, eşcinselliğin ise doğal karşılanması. Ancak bir liman şehri olan Pompei’de,  şehre birçok gemicinin gelmesi nedeniyle, genelevlerin bu kadar fazla olması bana çok normal geldi, ayrıca genelevlere giden yolların açıkça penis şeklinde taşlar ile ifade edilmesi birçok kişi tarafından acayip karşılanırken, şehrin dilini bilmeyen gemicilere yol göstermenin en doğal yolu gibi...

Bu arada bir diğer rivayete göre, şehirdeki zenginlik o kadar fazlaymış ki, insanlar yedikleri yemekten çok daha fazla keyif alabilmek için yatarak yer ve yediklerini kaz tüyü ile kusarak, yemeye devam ederlermiş. Bu da sanırım sadece Pompeililere değil, Romalılara has bir özellik.

Şehri gezerken, evlerin içlerine tek tek girip neredeyse oradaki yaşamı gözünüzde canlandırabiliyorsunuz. Bazı detaylar bile olduğu gibi duruyor. Örneğin Sirico’nun villasında yerde Salve, Lucru (Hoşgeldiniz, para)  yazısı gibi. Bu villanın 2 ortak tarafından yönetilen bir ticaret firmasının binası olduğu biliniyor (Sirico ve Nummianus).Kitaplıktaki papirüs tomarları, meyhane tezgahlarındaki kadehler, son müşterilerin bıraktıkları paralar, yazıcı dükkanındaki balmumu tabletler aynen bırakıldığı gibi duruyor. Sanki yaşam dondurulmuş ve görebilelim diye bizim için saklanmış gibi..

Beni en çok etkileyen belki de o zaman sokak isimleri yerine geçen, her birinde farklı şekiller olan sokak çeşmeleri oldu. O zamanı düşününce, su sistemine de hayran kalmamak elde değil. Su sistemi sayesinde, sokak çeşmelerine, yüzme havuzlarına, en az 4 adet halk hamamına, evlere ve işyerlerine, hatta süs havuzlarına bile su gidebiliyor. Hakikaten inanılmaz....

Duvarlarda olan fresklerin çoğu Pompei tarzı. Bazıları erotik içerikli, şans getirmesine yönelikte birçok fresk yapılmış, bugün bunların birçoğu Napoli Üniversitesi bünyesinde saklanıyor. Sokaklarda  her iki yanınızda uzanan evleri ve dükkanları ayırt edebiliyorsunuz. Bulunan bir amfitiyaro,2 adet te tiyatro var ama şehrin hala 2/5’i toprak altında çıkarılması için ise an az 300 milyon dolarlık bir bütçe gerekiyor.

Bu arada kazılarda bulunan birçok seks içerikli freskin ise bilinçli olarak tekrar saklandığı söyleniyor. Öyle ki; seks ve üreme tanrısı Priapus’a ait inanılmaz büyüklükteki penisin, 1998’deki sağanak yağışa kadar saklı kaldığı, en bilinenler arasında. Hatta 1819 tarihinde karısı ve kızı ile National Museum’ı ziyaret eden Napoli Kralı 1.Francis, erotik sanattan o kadar utanıyor ki, neredeyse 100 yıla yakın bir zaman müzenin kapatılmasına sebep oluyor. O tarihten bu yana açılıp kapanmalarıyla bilinen müze, en son 2000 yılında tekrardan görüşe açılıyor. Dolayısıyla, belki de bu olayın ilahi ceza olduğunu düşünen çok sayıda Hristiyanın da olduğu bir gerçek. Bense aktif olan bir yanardağın bu kadar yakınına kurulan bir şehir, her zaman böyle bir riski içeriyordu diye düşünüyorum.

Pompei her yıl yaklaşık 2.5 milyon turist tarafından ziyaret edilen ve UNESCO’nun Dünya Mirası kapsamında olan bir yer. Ve öncelikli korunması gereken bir yer ancak 2010 yılında bu bir trajediyi de maalesef engelleyememiş. Gladyöterlerin evi olarak ta bilinen Schola Armotorum’un aşırı yağışlar ve ihmal nedeniyle çökmesi, bize tekrar tarihi eserleri ne kadar korumamız gerektiğini hatırlatıyor..Pompei, eğer Napoli’ye giderseniz mutlaka tüm gününüzü ayırmanız gereken bir yer. Çıkışta da büfelerin ve restoranların önünde gördüğünüz devasa limonlardan yapılmış limonatalardan eğer seviyorsanız tatmanızı öneririm, bana ya susuzluğumdan ve yorgunluğumdan ya da belki de gerçekten nefis olduklarından harika geldi.

Yazı ve Fotoğraflar: Banu Demir

BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.