Portekiz gezimiz devam ediyor. Sintra’dan sonra hedefimizde Obidos var, Portekizlilerin telaffuzu ile “obiduj”. Hani kırk yıl düşünsem öyle telaffuz edildiğini düşünemeyeceğim bu kelime, Latincede “oppidum” yani müstahkem, korunaklı şehir anlamına geliyormuş.
Kasabayı görünce ününü de adının anlamını da anlıyoruz çünkü gerçekten şimdiye kadar gördüğümüz en sağlam kale duvarları ile çevrilmiş kasaba. İlk yerleşim tarihi paleolitik zamana kadar gidiyor ama tabii burası da aynen Lizbon gibi 1755 depremiyle oldukça zarar görüp sonrasında yeniden inşa edilmiş. Ama bazı eski yapılar bir şekilde korunarak bugünkü haline gelebilmiş.
En çok hoşumuza giden Old Town’un etrafını tamimiyle dolanan kale surlarında yürümek oldu böylece her şeyi kuşbakışı görme şansımız oluyor. Bu surların tek farkı, şehre bakan tarafında duvar olmayışı, dolayısıyla elimizde olmadan duvar tarafına yapışıveriyoruz. Eğer yürüyüş sırasında karşıdan gelen başka bir grupla karşılaşırsanız da elinizde olmaksızın herkesin duvar tarafına kaymasından dolayı gülüşmeler de olmuyor değil. Ama yanınızda küçük çocuğunuz ya da bir yaşlınız var ise çok önermem, hatta yükseklik korkunuz da varsa birisi mutlaka yanınızda olsun, o kadar yüksek olmasından değil de tek tarafın boşluğu, korkusu olanları daha da huzursuz edebilir.
Obidos Kalesi ve duvarları Kral I. Dinis zamanında tekrardan dizayn edilmiş, Kral Fernando döneminde ise tüm duvarlar kireç taşı ve mermer ile sağlamlaştırılmış.
Old Town’un ana caddesinin adı: Rua Direita. Burası sağlı sollu restoranlar hediyelik eşya dükkânları ile dolu. Obidos aynı zamanda çikolata şenliklerine ev sahipliği yapan bir yer, bundan olsa gerek buradaki ginja’lar beyaz ya da siyah çikolata tercihinize göre küçük çikolata kaplarında servis ediliyor. Bizde de likörü çikolata ile tüketme geleneği olduğu için bize çok hoş geliyor. Kaldığımız otele sorduğumuzda yine ana cadde üzerindeki Petrarum Domus restoranını öneriyorlar, sadece akşam yemekleri için açılan bir restoranmış bu, henüz akşamüstü olduğu için biz tam karşısında yine sahipleri aynı olan Tasca Torta’da yiyoruz. Bu arada biz Old Town’un dışında bir otel olan Louro'yu tercih etmiştik ama surların içindeki kalınacak oteller de çok şirin.
Ara sokaklardaki kapıların güzelliği bizi bizden alıyor, keşke zamanı geriye doğru alabilsek ve o çağlarda bu sokaklarda dolaşabilmiş olsak…
Sokaklarda dolaşırken meyve almak için girdiğimiz bir marketin içerisinde aynı zamanda kütüphane olan kısmını görünce bir “vay canına” dökülüyor hepimizin ağzından, ne kadar enteresan bir kombinasyon ama içerisi sıcacık bir atmosfere sahip.
Obidos’un küçük gibi görünen surlarının içinde oteller, restoranlar, hediyelik eşyacılar ve hatta tam tamına 5 adet kilise var. Bunlardan Santa Maria Kilisesi Kral V. Afonso’nun, Coimbra Prensesi Isabella ile evlendiği yer olduğu için çok özelmiş. Old Town’un hemen dışındaki su bentleri de şehre su sağlamak için yapılmış zamanında ama var olduğu günden bu yana şehre bambaşka bir güzellik katıyor.
Akşam bu sefer Old Town içi olmayan başka bir otele gitmeyi planladık. Çünkü otel ararken resimlerinden acayip hoşlanmıştık ama kalacak yer olmadığı için başka otele yönelmiştik. Ambiyansı müthiş bir otel, The Literary Man, gerçi yemekleri konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim ama biz yine de Porto şarabımızdan ve sohbetimizden inanılmaz keyif aldık.
Instagram: banuyollarda