Bir şehri tanımanın, hatta kafanızda tam olarak oturtmanın bence en iyi yolu, hop on/hop off otobüs turları. Hele de benim gibi navigasyon fukarası biri için birebir, böylece en azından ne nerede, biraz daha kafamda oturmuş oluyor.
Palermo’daki sabahımıza ilk olarak yerel pazarları ziyaret ederek başlayalım; sonra da güzel bir şehir turu yapalım diyoruz. Sokak pazarları yeni yeni kurulurken tezgâhların arasında yavaş yavaş dolaşıp taze meyve ve sebzelerin keyfini çıkarmak, koklamak harika… Biz aslında bu zevke, Türkiye’de sürekli varıyoruz ama kıymetini bilmiyoruz galiba. Sicilya peynirlerini deneyebileceğimiz bir sandviç ile sabah kahvaltısı yapmaya karar verince, değişik bir şeyler denemenin heyecanı sarıyor hepimizi. Mümkün olsa tüm peynir reyonunu alacağız. Biberli, çeşnili, domatesli vb. o kadar çok çeşit var ki…
Elimizde sandviçlerimiz koştura koştura, otobüsün kalkacağı Teatro Massimo’nun olduğu meydana varıyoruz, rehber kız otobüsün 10 dakika sonra geleceğini söyleyince meydanda bir yandan sandviçlerimizi yiyip bir yandan da etrafı seyrediyoruz. Teatro Massimo, 8000 metrekare büyüklüğü ile İtalya’nın en büyük Opera binası. Taormina’nın güzelliği, Cafelu’nun mistik havası sonrası Palermo beni nedense çok etkilemiyor; biraz da Bangladeşli istilasına uğramış, orta boyutlarda bir Avrupa şehri gibi. Genelde Normandiya tarzı kilise ve yapıları var. En etkileyici yapısı, Palermo Katedrali. Bir de belki vaktimiz olsa botanik bahçesini gezmeyi düşünebilirdim.
Palermo Katedrali
Bugün adanın batısından aşağıya doğru süzülüp Agrigento’ya gitmeyi planlıyoruz, meydanda kahvemizi de içtikten sonra, yine düşüyoruz yollara. Valley of Temples, yani Tapınaklar Vadisi’ndeki neredeyse tamamı ayakta kalmış olan Yunan tapınağını görmek istiyoruz. Yunanistan’da bile günümüze kadar bu kadar iyi korunmuşu olmadığı ve aynı zamanda Dünya Mirasları Listesi’nde olduğu için ilgimizi çekiyor. Bu her ne kadar, bize adayı boydan boya geçirtecek olsa da, “denemeye değer” deyip öğle saatlerinde Palermo’dan ayrılıyoruz.
Kaldığımız otele yakın bir meydan
Meydandaki heykel
Akragas ya da yeni kullanılan ismiyle Agrigento, yılda 600 bin turisti ağırlayan bir şehir. Antik Yunan’da partilerin en çok yapıldığı şehirlerden biri olarak anılıyor. Öyle ki yunan şair Pindar, bu şehirde yaşayanları “sanki yarınları yokmuşçasına yiyip, eğlenen insanlar” olarak tanımlamış. Tapınaklar Vadisi, şehrin bayağı dışında.
Agrigento
Bugünün şartlarında bu kadar korunaklı şehir dışı bir yerde olması bence harika ama insanların neden o dönemde şehrin merkezini bırakıp tepelere yerleştiklerini araştıran uzmanlar, bunun sebebini Kuzey Afrikalı Saracenlerin saldırılarına bağlamışlar. Milattan önce 510 ile 430 yılları arasında yapılan Hera, Concordia, Heracles, Olympian Zeus, Castor, Pollux, Demeter ve Asclepius tapınaklarının bulunduğu vadi, mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Concordia Tapınağı’nın neredeyse tamamı ayakta ve çok etkileyici.
Sonraki durak Siracusa (Syracusa); ama Agrigento’dan sonra yine sıkı yolumuz var. Siracusa, adanın alt bölümünün doğusunda. Booking.com’dan yer ararken şehrin bir bölümünün adanın ucundan bir çıkıntı yapmış başka bir küçük yarımadanın üzerinde olduğunu görüyoruz.
Bu arada Sicilya’da iseniz mutlaka Canoli adlı tatlılarından yemeniz lazım. Olağanüstü lezzetliler. Bir de adada fıstık çok üretildiği için fıstıkla yapılmış tatlılar, dondurmalar çok leziz. Yolda durduğumuz bir benzin istasyonunun kenarında derme çatma bir pizzacının içinde vanilya, çikolata, fıstık ile doldurulmuş kurabiyelerden ilk önce birer tane alıp yiyoruz. Meğer orada çalışan kızlardan birinin elleriyle yaptığı tatlıymış. Ama tatlı bizi bizden alınca, tezgâhtaki tüm tatlıları toplayıp yanlarına da birer double espresso kapıp yine düşüyoruz yollara. Yediğimiz tatlılardan mı, arkadaşlığın keyfinden mi, Sicilya’dan mı bilinmez; belki de hepsi ama keyifler dorukta.
Akşam karanlığında yine yüzde 6 şarjla Siracusa’ya girdiğimizde ilk tepkimiz “Olamaz niye buraya son akşam geldiiiik oluyor”. Sokaklar cıvıl cıvıl; Sicilya’da bir cumartesi akşamı, tüm şenliğiyle bizi karşılıyor. Yarımadanın, yani Ortigia’nın üzerindeki otelimiz denizin bir sokak arkasında. Resepsiyon ile odalar farklı yerde ama odaların girişinde erguvanların sarktığı inanılmaz güzellikte bir avlu var. “Yarın sabah buranın zevkini mutlaka çıkarmalıyız” deyip odaya üstümüzü değişmeye çıkıyoruz. Saat geç ama karınlarımız açlıktan gurulduyor, şöyle İtalyan yemeklerinin ve şarabının keyfine varabileceğimiz bir yerde yemek yiyeceğiz.
Otelin avlusu
Bu arada yarımadaya bizim gibi araba ile geldiyseniz her yere park edemiyorsunuz. İşaretlere dikkat etmeniz gerekiyor. Birçok yer yerel yaşayanlara ayrılmış ve herkesin belirli park alanı var gibi. Biz aşağı yukarı 500-600 metre ileride başka bir otelin önünde yer buluyoruz Allahtan. Ortigia, aslında Siracusa’nın Old Town’u. Daracık daracık sokaklar keşfedilmeye hazır bekliyor. Arabayı bırakıp kendi otelimize, Alla Guidecca’ya giderken bile sokakların ciciliği bizi bizden alıyor. Resepsiyondaki görevli, Siracusa Katedrali’nin oraya gitmemizi önerince üzerimizi değişip hemen o güzel sokakların keyifli havasına bırakıyoruz kendimizi.
“Of yapacak çok şey var ama vakit yok” olayı her ne kadar tüm seyahat boyunca yakamızı bırakmasa da amaç görebildiğimiz kadar görüp keyfini çıkarmak. Ortigia sokaklarının her biri keşfe değer, neredeyse her köşede farklı konseptte açılmış restoranlar, kafeler, barlar var. İnsanlar sokaklara taşıyor, ellerinde içkileri dans ediyorlar. Yemeğimizi arka tarafında açık terası da olan bir restoranda yedikten sonra girdiğimiz bir resim galerisinde sohbet ettiğimiz galeri sahibi, bizi yine katedrale yakın bir yerde açılmış olan bir bara yönlendiriyor. Canlı müzikle mojiitolarımızı da devirdikten sonra, artık devrilen gözlerimizi dinlendirme zamanı. Yine Ortigia sokaklarını keşfede keşfede dönüyoruz otelimize.
Son gün, şimdiden “bir sonraki Sicilya tatilimizi ne zaman yaparız” üzerine tartışmaya başladık… Tadı damağımızda kaldı. Sabah kahvaltısını otelimizde yapıyoruz. Alle Guidecca’da kalmasanız bile otelin değişik antika eşyalar ile süslenmiş odalarını görmek için uğramak şart. Kaldığımız otel odaları çok sade ama ortak alan olan diğer odalar ve avlu muhteşem.
Bugünün hedefi Siracusa’yı hop on/hop off otobüsle dolaşıp biraz çarşısında, sokaklarında vakit geçirmek. Aslında küçücük bir yermiş gibi gözükse de mutlaka görünmesi gereken yerler var. Örneğin Antik Yunan Tiyatrosu, Noto Antica’nın barok yapısı, binanın arkasında nehri takip edip ulaşabileceğiniz Cava Grande doğal yüzme havuzları, biz gidemedik ama Pantalica evleri mutlaka görmeniz gerekenlerden. Siracusa’ya en az iki gün ayrılmalı diyorum, başka bir şey demiyorum. Bu arada Modica çikolatalarına rastlarsanız, hatta rastlamayı beklemeyin arayın, eski Aztek tarifine göre İspanyolların hazırladığı bir çikolataymış meğer.
Yani ne yapıyoruz: Bütün sene kilo almamak için sıkmış olduğumuz bünyemizi bırakıyoruz ki İtalyan pizza, penne, panini üçgeninden ve onun etrafını sarmalayan diğer sarmallardan olabildiğince zevkle yararlanalım.
Ve bütün Sicilya’nın güzelliğini arkamızda bırakıp dönerken aklımızdaki anılar paha biçilmez…
Yazı dizisinin birinci bölümü: https://gezimanya.com/GeziNotlari/sicilya-macerasi-1
instagram:banuyollarda