Dubrovnik yolculuğumuz başladı. Savaşın derin izleri arasında, yemyeşil ve küçük köylerin içinden geçerek Hırvatistan sınırına vardık. Girişte ve çıkışta hiçbir sorun yaşamadık. Sınırdaki bu bölgeye Neom Şehri deniliyor.
Neom’u 15.yy’da Venedikliler zorla almak istiyorlar. Hırvatlar da burayı para ile Osmanlılara satıyorlar. Yani bu bölgenin tapusu varmış. Hırvatlar son savaşta burayı Bosnalılara vermek istememişlerse de son anda bu bölge Bosna-Hersek’te kalmış. O bölgede enteresan bir durum var. Şöyle ki, karayolu ile giderken iki kere Bosna-Hersek ve Hırvatistan sınırına girip çıkıyorsunuz. Çünkü, Hırvat toprağının arasında kalan bir Bosna toprağı var.
Neyse ki sorunsuz bir şekilde sınırı geçtik. Hırvatistan topraklarında ilerlemeye başladık. Bir tarafımız yemyeşil orman, diğer tarafımız Dalmaçya kıyıları ve adalar…
Dubrovnik’te konaklayacağımız yer, Eski şehir merkezinin girişindeki kalenin ana kapısına yaklaşık 3 dakikalık yürüme mesafesindeydi. Geceliğine 52 Euro ödedik. Odamıza yerleştik ve vakit kaybetmeden kendimizi eski şehrin merkezine attık.
Dubrovnik’in bendeki ilk izlenimi: Şirin, sıcak ve temiz bir şehir
Kalenin ana kapısına yakın yerde bulunan otobüs duraklarının hemen yanındaki turizm bürosundan şehrin haritasını ve bize gerekli olabilecek dökümanları aldık. Akşam saat 23:00 civarı oldu saat. Ama her yer kalabalık ve tüm dükkanlar açık.
Eski şehrin kale kapısından içeri girişte, sizi zamane muhafız kostümü giymiş gençler karşılıyor.
Gerçekten çok iyi korunmuş, muazzam surlarla çevrilmiş bu şehir, son yıllarda geçirdiği savaşa rağmen çok iyi onarılmış ve muhafaza edilmiş. İlk girişte sanki bir kaleye girmiş hissine kapılıyorsunuz, ancak ikinci kapıdan da geçtikten sonra geniş bir meydan karşılıyor sizi.
Bu meydanda 15.yy’da İtalyanlar tarafından yapılmış büyük bir çeşme bulunuyor. Çeşmenin bulunduğu meydan cıvıl cıvıl, insan dolu. Çeşmeye sırtınızı döndüğünüzde biraz ileride sol tarafta bir kilise onun yanında ise halen çalışır durumda olan Dünya’nın ilk eczanesi bulunuyor. Burası görülmeye değer.
Eski şehre üç giriş kapısı var. Eski şehrin modern meydanına ve caddesine bağlanan birçok dar ara sokaklar var. Ana caddesinden dümdüz yürüdüğünüzde geniş bir limana ulaşıyorsunuz.
Ana cadde üzerinde çok sayıda dükkan, restoran, kafe ve pub var. Her biri tıklım tıklım dolu. Her köşe başında sizi şaşırtacak bir şey mutlaka mevcut. Ana caddeyi dik kesen ara dar sokaklar nefes kesici güzellikte.
Son yıllarda çok sayıda Türk turistin de ziyaret ettiği bir yer Dubrovnik. Yürürken kulağınıza sürekli Türkçe konuşmalar çalınıyor, kendinizi sanki Bodrum sokaklarında gezermiş gibi hissediyorsunuz.
Geniş ana caddenin bitiminde sizi geniş başka bir meydan karşılıyor. Burada güzel bir kilise mevcut. İnsanlar kilisenin merdivenlerine oturmuş sohbet ediyor, içki içiyor ve etrafı gözlemliyorlar. Meydanın tam ortasında ise bir heykel ve etrafında çok sayıda keyifli mekan bulunuyor. Kilise’nin tam karşısında ise savaş dönemini anlatan bir müze var. Burada Savaş sırasında şehrin ne hale geldiğini anlatan resimleri ile savaşta şehit olan kişilerin fotoğrafları yer alıyor. Bu savaşın verdiği zararı nasıl bu kadar kısa dönem de onarıp şehri bugünkü güzelliğine kavuşturmuşlar diye düşünürken, Hırvatlara bir kez daha saygı duyuyoruz.
Kendinizi çok iyi hissettiren bir yer Dubrovnik. Bu arada bizim ayaklarımız “artık yeter, dinlenelim” dese de, bir o sokağa, bir bu sokağa girmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Ara sokaklar o kadar düzgün ve sistemli ki, dışarıdan daracık birbirine benzer sokaklar labirenti anımsatsa da kaybolmanıza imkan yok. Gençlerin uğrak yeri olan pubların bir kısmında canlı müzik yapılıyor.
Dubrovnik’te ara sokaklardaki restoranlar daha çok makarna ve pizza ağırlıklı. İtalyan mutfağının etkisi çok net hissediliyor. Liman tarafında daha çok balık restoranları ön plana çıkıyor. Şarap soslu midyeler çok revaçta. Her masada mutlaka bir şarap şişesi var. Biz de bu restoranlardan birine girip, kendimize gümüş balığı kızartması, tencerede midye, kalamar ve bir şişe de şarap söylüyoruz. Her masada koyu bir sohbet var. Bir çok milletten turist var etrafta, her masadan farklı dillerde konuşmalar duyuyorsunuz. Yemekler lezzetli ve şarap ta oldukça güzeldi. Fiyatı ise sadece 25 Euro. Yemek sonrası otelimize dönüyoruz.
Ertesi sabah tekrar kalenin girişine gidiyoruz. Tur otobüslerinin biri gidiyor, biri geliyor. Tamam, akşam da çok kalabalıktı ama sanki bir gece de burada nüfus patlaması olmuş, yürümekte bile zorlanıyor insan. Eski şehri çevreleyen kaleye çıkmak ve surlar da dolaşmak için bilet almak gerekiyor. Bilet ücreti 5 Euro. Bilet gişesinin önünde oldukça uzun bir kuyruk var. Hem de sabah saat 08:00’da.
Kahvaltı için en pratik çözüm olan kruvasan ve kahveden yana yapıyoruz tercihimizi. Ardından surlara çıkıp şehri bir de tepeden seyrediyoruz. Alabildiğince deniz ve kiremit çatılar ayrı bir uyum yakalamış.
Dubrovnik, çok sayıda cruise gemisi de ağırlayan bir şehir. Büyük limana yanaşan gemilerden tur otobüsleri ile akın akın turist geliyor eski şehrin merkezine.
Kale içinde bazı binalarda tadilatlar halen devam ediyor. Eski şehir bütünü ile bir açık hava müzesi. Burada her sokağını keşfetmenizi şiddetle tavsiye ederim. Bu şehirde açık bulduğunuz her kapıdan içeri girin, pişman olmayacaksınız.
Limana yakın taraftaki meydanda gündüz vakti ufak bir yerel pazar kuruluyor. Burada hediyelikten antikaya kadar birçok ürün bulabilirsiniz.
Limanda ise yakın bölgelere tur yapan tekneler var. Buradan tekne ile Cavtat’a gidebilirsiniz.
Eski şehrin hemen arkasında ise bir teleferik bulunuyor. Teleferik ile 13Euro karşılığında tepeye çıkabiliyorsunuz. Yukarıda bir de tesis mevcut, kafe ve hediyelik eşya dükkanı mevcut. Hem çıkışı hem inişi keyifli. Çıkış ve iniş yaklaşık 5’er dakika sürüyor.
Yukarıdan şehir ve Dalmaçya adalarının manzarası ise tek kelime ile müthiş. Teleferik sürekli çalıştığı için zamanınız bol. Tepede savaş döneminden kalan harabeleri de gezebilirsiniz. Bir de en tepede şehri kucaklayan büyük bir haç bulunuyor.
Dubrovnik, her sokağı ile keşfedilmeye değer, sıcak, sevimli ve tertemiz bir kent.