Tayland Gezi Notları - Koh Phi Phi, Krabi, Phuket

Bangkok’tan başlayan gezimiz, on iki gün boyunca  Chumphon’dan Tayland Körfezi adaları olan Koh Tao, Koh Pha Ngan ve Koh Samui’e devam etti. Şimdi önce Krabi’ye sonrasında Andaman Denizi'nde Koh Phi Phi ve Phuket yolculuğuna başlıyoruz. Gezimizin ikinci ayağı olan bu bölgeden sonra Filipinler’in Palawan Adası’na geçeceğiz. Kahvaltı sonrası Songserm İskelesi'nde sırt çantalıların arasında yerimizi alıyoruz. Saatinden önce kalkıyor tekne. Deniz hayli sert. Samui açıklarında, kitle turizminin mabedi kruvaziyerler bekliyor. İskelede az önce vagonlar gibi dizilmiş otobüsteki turistlerin geri dönüşünü bekliyorlar. 60 bin yatak kapasitesi ile turizmin ana merkezlerinden birisi Koh Samui. Dalgalar daha da artıyor. Tayland Körfezi’nin üzerine serpilmiş pamuk kümeleri gibi bulutlar doluyor. Surat Hani’ye doğru, dalgaları kıra kıra ilerliyor teknemiz. Dalgaların serpintisinden korunaklı bir köşeye siniyor ve göz alabildiğine muhteşem güzellikleri hazla izliyor iyot dolu tertemiz havayı ciğerlerime dolduruyorum. Giderek yaklaşıyoruz Surat Hani’ye. Teknenin burnu ana karada iki devasa kayanın ortasına doğru ilerlerken hız kesmeye başlıyor. Surat Hani, turistik yanı olmayan bir yerleşim. Ne var ki Tayland Körfezi’nin popüler adalarına ve en çok da Koh Samui’ye yakınlığı onu Andaman Denizi adalarına geçmek isteyenler için önemli kılıyor. Bildiğim kadarıyla Surat Thani’de maymunlara Hindistan cevizi ağaçlarına tırmanıp meyve toplamayı öğreten bir eğitim merkezi var.

09.30’da yanaşıyoruz, farklı yerlere giden otobüsler yan yana dizilmiş. Tayland’ın bu yanını çok seviyorum, turizm organizasyonları dağınık gibi görünse de tıkır tıkır işliyor. Krabi otobüsüne biniyoruz, neredeyse beklemeden hareket ediyor. 13.00’de anlaşılmaz bir İngilizce ile (gerçi ben anlayamıyorum) muavin bir şeyler söylüyor. Evet, anlıyorum ki biraz kaos yaşayacağımız anlar başlıyor. Zira Krabi’nin dört kilometre kuzeyindeki, Talat Kao’da bulunan otobüs terminali ile ilgili hiç de güzel şeyler okumamıştım. Sırt çantaları, valizler iniyor; Phi Phi Adaları'na gidecekler ayrılıyor... Toz duman içinde tam bir curcuna yaşanıyor. Araç içinde bir şoföre, Krabi Town’a gitmek istediğimi söylüyorum, "bilet al gel" diyor. Bankoya gidiyorum bilet almak için; ana caddeyi gösteriyor, "oradan bin"  diyor. Ana caddeye gidip birine soruyorum, "50 THB verdim, bunu yapıştırdılar" diyor gülerek ve tişörtündeki yapışkan bantı gösteriyor. Tekrar bankoya gidiyorum, bu kez ellişer THB alıp bantlarımızı veriyor ve otübüsün on beş dakika sonra geleceğini söylüyor. Meğer kızcağız, "muhtemelen burada beklemeyin, ana yoldan hemen binip gidersiniz" demek istiyormuş önceleri. On sene önce kaldığımız City Hotel önünde iniyoruz. 4350 THB ücretle kaldığımız otelin fiyatı 750 THB olmuş, üstelik yer yok. Tayland artık ucuz bir ülke değil. Bir yandan fiyatlar artmış, bir yandan bizim paramız Dolar veya Euro karşısında pul olmuş. Neticede Türkiye standartlarını yakalamış Tayland.

Sıcakta, kelimenin tam anlamıyla dört dönüyoruz Krabi’de, sonunda "The I-talay" isimli küçük bir otelde yer buluyoruz (400 THB). Sessiz ve temiz bir yer. Altı saatir yollardayız, duş alıp dinleniyoruz. Akşam üzeri olunca gece pazarına gidiyoruz. On yıl önce yemeklerini yediğim İbrahim’i buluyorum aynı yerinde. Ama yemeklerin iyileri tükenmiş, yandaki tezgahın arkasına geçiyor; lezzetli bir sebze yemeği ile mango alarak kendime geliyorum (130 THB). Sonra, Vogue Alışveriş Merkezi'nin cehennemi andıran dükkanlarını (eşimin hatırına) dolaşıyor ve dışarı kendimi zor atıyorum. Civardaki tüm sokaklar pazar yeri olmuş. Akıllara zarar bir karambol ve vaveyla sürüp gidiyor. Krabi Nehri'nin kıyıları sakin, bir müddet oraya sığınıyor; yapış yapış rutubetli bir ortamın içinde de olsak, kafamızı dinliyoruz. Sıcaktan bir insanın buharlaşıp yok olabileceğine inanmaya başlıyorum. Sonunda odamızın fanına (klima dokunduğu için mümkün olduğunca fanlı odaları seçiyorum) sığınıyor ve sıcaktan kaçmanın en iyi yolunun uyumak olduğuna kanaat getiriyorum.

KRABİ – AO NANG – PODA – CHICKEN ISLAND – TUBE ISLAND – PHRA NANAG - KRABİ

Sabah 05.30 henüz ortalık karanlık, yataktan kalkıp sokağa çıkıyorum. Kimseler yok, pazar yerinin uğultusu kesilmiş. Krabi Nehri'nin önünde alacakaranlık başlıyor az sonra ve ilerideki meşhur iki kaya (Khanabnam Kayaları) görünür oluyor. Chao Fa Parkı'ndan geçip aynı adla anılan Chao Fa İskelesi'nin önüne geliyorum. Andaman Denizi ile beraber Krabi Nehri'nin suları da çekiliyor bu saatlerde anlaşılan. Tekneler dramatik bir şekilde kumların üzerine oturmuşlar, suya vurmuş balıklar misali. Sonra kuzeye, Krabi’nin yeni sembolü olmuş yengeç heykeline doğru yürüyorum. Krabi Nehri sadece beş kilometre uzunluğunda, Krabi'nin az ilerisinde Andaman Denizi’ne kavuşuyor. Kıyısında yine on yıl önce olduğu gibi Tai yaşlıları Tai Chi yapıyorlar müzik eşliğinde ve büyük bir disiplinle hocalarının ritmine uyum sağlıyorlar. Anılar bırakmıyor Krabi’de peşimizi, bir sabah nefis hamurdan kızartmalar yapan bir kadınla tanışmış ve kahvaltımızı demlediğimiz çay ve bu lokmalarla yapmıştık. Özlem bu ya, eşimle arayıp buluyoruz kadını; ama çok az lokması kalmış. Az ileride, sabah erken saatlerde açılmış halk pazarına yürüyor; sebze, meyve ve yiyecek cennetinin ortasında, bu arada da taze lokmalar kızartan bir tezgâhın önünde buluyoruz kendimizi (5 THB).

7 Eleven’dan aldığımız bir kavanoz reçelle sabah kahvaltımız bir anda şölene dönüşüyor. Dün, The I-talay’daki resepsiyonist kızdan Ao Nang, Poda Adası, Chicken Island (Tavuk Adası), Tube Island ve Phra Nang Mağarası için tekne turu almıştık (500 THB). Ayrıca Krabi’den Koh Phi Phi’ye (300 THB), Koh Phi Phi’den Phuket’e feribot biletlerimizi (300 THB) de almıştık. Kahvaltıdan sonra otelin önünden bizi almalarını bekliyoruz. Başörtülü bir kadın telaşla bizi arıyor, songthaew’e biniyoruz. İleriden bir çift daha aldıktan sonra tam gaz on yedi kilometre ilerideki Ao Nang’a yola çıkıyoruz. Tayland’ın güneyi, Malezya sınır kapısı olan Satun’a kadar Müslüman nüfusun çok yoğun olduğu bölge. Bu nedenle her yerde, rengarenk başörtüleri ile kadınları görmek mümkün. Ao Nang kıyılarında deniz yüz metrelerce çekilmiş. Kumlar üzeri mahşer yeri gibi, kabuklular can hıraş sığınacak su birikintisi ararken, kumlar üzerinde bitmez tükenmez çizgiler oluşturuyorlar. Arkadaki geniş park, tekne turlarına katılacak kalabalıkla dolu; rehberlerin katılımcıları bir araya getirme telâşına, kumlar üzerinde kabuklu toplama yarışındaki kadınların dinamizmi karışıyor. Sahil boyunca dolaşıp fotoğraf çekiyorum bu arada. 09.30’da düdük sesi ile toplanıp, son demlerini yaşayan bir longtail’e bindiriyorlar. Longtail, yani uzun kuyruklu teknelerin motorları, genelde araç motorlarının deniz suyu ile soğutulmasına elverecek şekilde revize edilmiş hali. Felâket gürültü yaparak çalışırlar, sürekli yağ atarlar, bir de bunların içinde yolcu varken arıza yapmayanına rastlamadım şimdiye dek. Yirmi kişiyi, büyük bir maharetle tekneye balık istifi yanaştırmayı becerebiliyor kaptan. Üzerimdeki ahşap gölgeliğe, ilk beş dakika içinde belki on kez kafamı vuruyor, sonra korunmayı öğreniyorum. 
Ao Nang aslında Ao Phra Nang adlı bereket tanrıçasının isminin kısaltılmışı, sahilin yaklaşık üç kilometre doğusunda bu adla anılan bir mağara var ki, bugünkü programımızda burası da var; yeri gelince anlatacağım. Kitle turizminin Kâbesi olma yolunda hızla ilerleyen Krabi’nin en ilgi gören plajlarından birisi, Ao Nang. Buradaki çok sayıda turistik tesisin atık suları, sahilin sularını resmen zehirliyor. Günü birlik tekne turu gezileri olmasa, bunca yoğun kalabalık olmayacak muhtemelen. Bugün yoğun oluşunun nedenlerinden birisi de günlerden pazar oluşu. Bu nedenle çok sayıda Tai da var, bunca kalabalığı oluşturan.

İlk durağımız Tube Adası önleri, yine on yıl öncesine öykünmeden yapamayacağım. Tertemiz, mavinin bin tonunu içeren bir kanal gibi uzanıyordu karşıya su. Bana artık kimse, buradaki denizin ve denizaltının hayret verici olduğunu anlatamaz. Onca kalabalığın içinde denize girmek gelmiyor içimden, güneşin ulaşamadığı gölge bir kaya dibinde hareket etmeyi bekliyoruz. Az sonra, meşhur Chicken Island (Tavuk Adası)’nın yanından geçerken ilginç adayı bir kez daha seyrediyoruz. Poda Adası sahillerine çıkarma yapar gibi iniyor tekneden yolcular. Az sonra dağıtılan öğle kumanyaları için kuyruk başlıyor. Oturacak yer sınırlı, ileride daha lüks gezi yolcuları için hazırlandığı sandığım örtülerin üzerine oturup hastane yemeğine benzeyen öğle yemeğimizi geçiştiriyoruz. Birkaç kişi, diğer oturanları kaldırıyor; ne hikmetse bize bakıyor ama bulaşmıyorlar. Bir önce gelişimde Poda’nın karşısındaki ilginç dikey ada ve önündeki iki tekne ile çektiğim fotoğrafı çok beğenirim ve hâlâ evimin duvarında asılıdır.

Artık biliyorum ki daha önce gezdiğim yerlere bir daha gitmemem gerekiyor. Pek çok yerde, ilk gördüğüm an ki heyecanı, güzelliği yaşayamadığımı fark ediyorum. Güneş tenimizi kavurdu neredeyse, kalabalık da beynimizi. Ama Krabi’de ancak bu kadar kalacak kadar program yapmıştım. Yarın Koh Phi Phi Adası’na geçeceğiz. Son olarak Phra Nang Mağarası var. Aslında, tekneye bindiğimiz nokta ile burası arasında yaklaşık beş kilometre var; ancak Ao Nang plajından buralara ulaşmak için dik kayalara tırmanmak gerekiyor. Daha da güney batıya ilerledikçe daha sakin ve dik dağlardan oluşan Railay Plajları başlıyor. Mağaraya uzanan kumsal boyunca kafe, market, restoran haline dönüşmüş teknelerin pankartları kitle turizminin ne kadar yakıcı ve tahrip edici olduğunu gösteriyor.

Phra Nang Mağarası gerçekten ilginç bir yer. Hindistan’da görmeye alıştığım Shiva lingamlarından sonra, binlerce fallusun dizildiği bu adak mağarasını yine de yadırgamadım desem yalan olur. Efsanelere göre Phra Nang bir prenses veya balıkçı karısıdır. Kocası balıktan dönmeyince, ölümüne kadar bu mağarada yaşar ve kocasını bekler. Ahşaptan yapılmış binlerce penis suretinin dizildiği mağara, bekar kızların, balıkçıların genelde bolluk ve bereket, mutluluk isteyen Tai’ların adak yeri. Tütsü kokuları içinde huşû içerisinde gelip dua ediyorlar. Günümüzde, Doğu ve Batı Railay sahillerine yakınlığı, özellikle tekne turlarının güzergâhında olması nedeniyle yoğun kitle turizminin baskısı altında. Mağaraya yürürken omuz omuza yüründüğü, denizde birbirine çarpmadan yüzmenin mümkün olmadığı popüler bir destinasyon Phra Nang veya diğer adıyla Prenses Mağarası.

14.50’de Phra Nang’dan Ao Nang’a hareket ediyor teknemiz. Güzel organizasyon yine kendini gösteriyor, bizi klimalı bir Toyota ile Krabi’de sabah aldıkları The I-talay otelimizin önüne bırakıyorlar. Odamızda bir duş alıp biraz dinlendikten sonra, Krabi’nin gösterişli Budist Tapınağı Phra Kaew’i görmek üzere henüz ateşini yitirmemiş caddelere çıkıyorum. Bir tepe üzerinde kurulmuş Kaew’e tırmanan merdivenlerin her iki yanı, Budizm’in kutsal hayvanları olan Nagalar ile donatılmış. Ne var ki bugün pazar olduğu için olsa gerek kapalı. Çevresinde bir tur atıp Nagalar eşliğinde aşağı iniyorum tekrar. Krabi Nehri’nin kıyısındayım. Ortalığı kasıp kavuran sıcak, hafif bir rüzgara bırakmış yerini. Bir banka oturup günün notlarını tamamlıyorum. Pazar günü tüm işaretleri ile devam ediyor etrafımda. Gelip geçen kalabalık ilgiyle ne yazdığımı merak edip bakıyor, çocuklar koşturuyor, anneler arkalarından bağırıyor. Derken güneş mağlup olmuşçasına Kranabnam Kayaları'nın yanıbaşından ateşten bir tül gibi iniyor Krabi Nehri'nin üzerine. Saat 19.00’da yemek için gece pazarındayız. Çoğu tezgahta yemekler bitmiş. Kadim lokantamız İbrahim, ısrarla elinde kalan ördekli ahtapotlu pilavı (50 THB) öneriyor, hatta beğenmezseniz yemezsiniz garantisini veriyor. Haklıymış, arkasından aldığımız ananas ile enerji birikimi sağladığımıza inanarak kalkıyor ve Krabi Nehri'nin önündeki Chao Fa İskelesi'ne geliyoruz. Krabi Nehri'nde yakamozları izliyoruz bir bank üzerine oturarak. Günün son saatlerini Chang birası, cips ve mango ile taçlandırıyoruz eşimle. Rüzgar kesilince, felaket bir rutubetin içinde, kan ter vaziyetlerinde kalıyoruz.

20.30, Ao Nang ve adalarının harap ettiği vücudumuzu odamızın serinliği ve yatağımızın yumuşaklığına emanet edip derin uykulara dalıyoruz.

KRABİ - KOH PHİ PHİ DON
Gün doğarken Krabi Nehri kıyısında, müzik eşliğinde Tai Çhi yapan yaşlı kadınları izliyorum. Kranabnam Kayaları gün doğumunda kızıla boyanıyor yine. Sonra kentin içine yürüyorum. Yaşlı çöpçü kadınlar, neredeyse sonbaharı yaşayan Krabi’de yolları kaplayan dökülmüş yaprakları süpürüyorlar usul usul. Dün lokma aldığımız kadının tezgahı kapalı, ilerideki büyük halk pazarına yürüyorum. Silme sebze, meyve ve yemek dolu tezgâhlar. Yerel halkın çoğunlukta olduğu bu pazarda kızarmış hamur kokularının kaynağını kolay buluyorum, hem de dün aldıklarımın yarı fiyatına. Odayı boşaltıp Koh Phi Phi feribot biletini aldığımız Andaman Wave Masters’in bizi almaya gelecek aracını bekliyoruz. Gecikmeden geliyor, birkaç yerden daha yolcu aldıktan sonra, Krabi’nin Andaman Denizi adalarına bu arada Koh Phi Phi’ye giden teknelerin hareket yeri olan Klong Jilad (Pak Klong Ji Lhad) İskelesine geliyoruz. Feribotumuzun serin koltuklarında keyfimiz iyi, 09.15’de hareket ediyoruz. Andaman Denizi’nde yol alıyoruz artık. Mangrow Ormanları denizi istila edercesine sarkmış denizin kirli sarı sularına. Uzak Doğu’ya özgü o dimdik adacıklarla çevrili koydan açıklara ilerledikçe deniz temizlenip durulur zannediyorum ama heyhat!

Dün gezdiğimiz Ao Nang Plajı, açıklarındaki Tavuk Adası ve diğerleri uzaklardan hayal meyal görünür oluyor. Google Earth’den bakıyorum, Krabi ile Koh Phi Phi arasındaki güzergahta deniz en fazla yirmi metre derinliğinde. Yer yer öyle sığlaşıyor ki, pervane dipteki milleri havalandırıyor ve kirli pembe renkli bir iz bırakıyor tekne ardında. Speed botlar çok revaçta, kitle turizminin yaygın olduğu bu coğrafyada. Doğrusu, geçenlerde biz de binmiştik ama deniz üzerinde keyifle ağır ağır ilerleyen bir tekneyi arayıp durmuştum o anlarda. Uzaklarda hızla ilerleyen beyaz noktalar Koh Phi Phi’ye giden sürat tekneleri. İleride Bambu Adası görünüyor ardından Phi Phi’nin bembeyaz şeritler halinde uzanan kıyıları başlıyor.

OK

Sağa dönerek Ton Sai Körfezi'ne giriyor ve hız kesiyoruz. Phi Phi, türkuaz denizi, longtail tekneleri (Arada çok lüks katamaranlar ve yelkenli tekneler var) ve falezleri andıran dimdik kayaları ile tatlı bir "merhaba" diyor ilk göz göze gelişimizde. Sıcağın ver yansın ettiği saatlerde yanaşıyor, valizleri alıp etrafımızı saran hanutçuların arasında ilerliyoruz iskele boyunca. İskelenin sonunda sarı tişörtlü görevliler var. Adanın küçük, ilginin fazla olduğunu, hele hele kalacak yer bulabilmek için sürekli yokuş tırmanacağımı hissettiğim için görevli bir kadına soruyorum. Duvara asılı tesis fotoğraflarını gösteriyor. 6800 THB’den 400 THB’ye kadar kalacak yer olduğunu söylüyor. Ben 700 THB’ye fanlı bir bungalova tamam diyorum. Hemen fiş kesiyor, kasaya ödeme yapıyorum. Kadın, beklememizi bizi alacaklarını söylüyor ve on dakika sonra bir genç geliyor. Valizlerimizi alıp bir el arabasına yerleştiriyor ve izlememizi söylüyor.

Phi Phi’nin trafiğe kapalı, daha doğrusu araç bulunmayan dar sokaklarından, dükkânların yoğun sıralandığı çarşıdan geçiyoruz. Giderek yol dikleşiyor. Gencin yüzünden terler boşalıyor, el arabasını ittirdikçe. Yol, neredeyse yürünemeyecek kadar dikleşince, yukarıdan bir kamyonet geliyor ve akıl almaz manevralarla geri dönerek, valizlerimizi alıyor. Biz de arkaya oturup bu transfer şeklini hazmetmeye çalışıyoruz. Kamyonet homurdanarak devrilmeden büyük bir maharetle tırmanıyor patikaları ve bir tesisin önünde duruyor. Uzak Doğu’ya özgü hasır örme plakalardan yapılmış, basit bir bungalov bekliyor bizi. Fanlı, tuvaleti içeride, yer yer delinmiş cibinliği onarırsam yine, içeri börtü böcek girer mi bilmiyorum ama bungalovumu ve Koh Phi Phi’yi seviyorum bir anda.

Yeni mekânımızın önündeki bambu çardakta, memleket işi çay demleyip, mükemmel bir kahvaltı yapıyoruz. Sıcakların Phi Phi’ye yalayıp kavurduğu saatlerde, geldiğim dar patikadan aşağı yürüyerek Koh Phi Phi Adası’nda ilk keşfime başlıyorum.

PHİ PHİ ADALARI HAKKINDA
Tayland’ın yeni keşfedilen cennetlerinden Phi Phi Adaları, henüz el değmemiş, bakir yapısıyla özellikle sırt çantalıların ilgi alanı. 1950 yıllarında anakaranın komşu sahillerinden ilk göçlerle gelen Müslüman balıkçı ailelerin yerleşimi ile ismini duyurur. Adanın neredeyse tamamını kaplayan kokonat ağaçlarının kesilmeye başlanması ile açılan alanlar, yıllar içinde otel ve restoranlarla doldu. Altı adadan oluşan bir takımada olmasına rağmen, Phi Phi Don ve Phi Phi Ley ün yapmıştır. 

Ley sadece etrafında günübirlik tekne turları için elverişlidir, tepelik yapısı yerleşime izin vermediğinden, bir anlamda hayatını kurtarmıştır. Phi Phi Don, 8x 3.5 km’lik ölçüleri ile her geçen gün tesisleri ile daha da popüler olmakta ve yoğunlaşmaktadır. 2004 yılında coğrafya kıyılarını tarumar eden Hint Okyanusu tsunamisi adanın koylarında yüzde 70 yıkıma ve binlerce insanın ölümüne neden olmuştu. Hızla yeniden yapılanan ada, yine Uzak Doğu’nun cazibe merkezlerinin başında geliyor. Adanın iki ana kumsalı var. Loh Dam, sığ sulara sahip; günübirlik tur tekneleri yanaşamadığı için şanslı, insan gürültüsü, kahkaha ve motor sesi olmadığı gibi, teknelerin atıkları ile de kirlenmiyor. Ton Sai, adanın deniz ulaşımının limanı durumunda olmasına rağmen, kıyıları şaşılacak kadar temiz. Ama tur tekneleri ve hanutçuların kalabalık ve gürültüsü, çarşının yanında oluşu, kafa dinlemek için buradan uzak durmayı gerektiriyor.

Monkey Kumsalı, karadan ulaşımı olmadığı için tekne ile gitmeyi gerektiriyor ve turların programı içerisinde. Laem Thong Beach, adanın kuzeyinde ulaşımın sadece tekneler ile sağlandığı masmavi suya sahip en güzel kumsaldır. Kumsal Bamboo Adası'nın tam karşısında, iki kulaç atsam ordayım dedirtecek kadar yakınındadır. Bir kilometreye yaklaşan sahili ile adanın Loh Bagao, Ton Sai’den üç kilometrelik zorlu bir tekne yolculuğu ile ulaşılan ender kumsallardan birisi. Long Beach, ulaşımı kolay tesislerin yoğun olduğu keyifli yerleşim.

Gezdikçe buraları anlatacağım ama şimdiden adanın manzara seyir tepesini de hatırlatayım. Buralara gelinip, ıskalanırsa yazık olur gerçekten. Ton Sai’in lâbirenti andıran dar sokakları rüzgar da alamadığı için fırın gibi, bir an önce çıkabilmek arzusu ile hızlı yürüdükçe kayboluyorum henüz tanımadığım bu lâbirentin içinde, neden sonra yüzüme ılık bir rüzgar çarpıyor ve Ton Sai’de dizilmiş teknelerin önünde buluyorum kendimi. Sıcaklık 45 derece civarında olmalı. Terler gözlerime doldu, neredeyse önümü göremiyorum. Putawan Bamboo Bungalow’a çıkan dar yola vuruyorum kendimi, arazi vitesi modunda dizlerime yükleniyorum son enerji kırıntılarımla. Küçük terasımızda bir müddet dinlendikten sonra hemen altımızda yer alan Loh Dalum Koyu'na iniyoruz. Adada muntazam yol neredeyse yok. Sandaletlerimizin içinde terden kendinden geçmiş ayaklarımız, tozlarla birleşince oluşan çamur içinden fırlayıp çıkmak istiyor. Dikkatli yürümesek düşeceğiz toprak patikada. Kokonat ağaçlarının gövdelerine yakın, küçük sepetler içinde orkide kökleri görüyorum bahçelerde. Bunca emeksiz ve amansız sıcakta birer mucize gibi alımlı ve bakımlı orkideler.

Loh Dalum sahilleri genellikle kayalık ve sıcaktan birer ıstırap topu haline dönüşmüşler. Zorlanarak da olsa denizle buluşmayı becerebiliyoruz sonunda. Ülkemin çok sorunlu, çok çirkin olaylarının yaşandığı günlerinde buralarda olmak huzursuz ediyor çoğu kez. Hatta biletimizi aldığımız halde eşimle bu kara günlerde yurdu bırakmanın iyi olmayacağını düşünerek geziyi iptal etmeyi düşündük bir ara. Sosyal medyadan, süregelen kötü haberleri alıyorum yine. Keyfim kaçıyor, soğuk bir Singha birasına sığınıyorum çaresiz. Akşamüzeri güneş hızını kesmeye başlayınca, önümüzdeki “view point" levhasını izleyerek ıssız toprak patikalara tırmanmaya başlıyorum. Oysa bu saatlerde manzara noktasına yoğun ilgi olacağını düşünmüştüm. Etrafta börtü böcek sesi ve kurumuş çalı hışırtılarından başka ses yok. Yanlış yola girdim endişesi ile etrafıma bakınıp çaresiz devam ediyorum. Neden sonra Laem Tong Beach ve View Point ayrımını gösteren minik levhaların bulunduğu küçük alana gelince rahatlıyor ve yoluma devam ediyorum. Dallardan atlayan maymunların arasında az daha ilerlediğimde, merdivenle çıkılan küçük bir kulübenin önünde buluyorum kendimi. Neredeyse küçük bir kuyruk var. Meğer giriş paralı imiş, kulübenin camındav 30 THB yazıyor. Bunca zahmetten sonra geldiğim bu yerden dönmek istemiyorum. Paraları toplayan yaşlı kadına becerebildiğim kadarıyla “paralı olduğunu bilmediğim için yanıma para almadım, beni idare et" diyorum. Kadın anlıyor mu bilmiyorum ama, acımakla, "bunu yemedim" anlamında ifadeler gidip geliyor yüzünde. Daha fazla düşünmesini beklemeden, korkuluklarına maymunların dizildiği merdivenlere doğru bir hamle yapıyorum. Buraya çıkan pek çok patika varmış aslında; en çok, adanın merkezinden çıkanlar kullanılıyor. Merdivenleri çıkınca şaşırıyorum, yüze yakın genç kayaların üzerinde oturmuş, tam karşıda kızıl bir topa benzeyen güneşi izliyor, selfie yapıyorlar. Bunca güneş ışığında fotoğraf çekebilmek, ciddi ekipman gerektirir bence.

Güneş tam karşıda Maymun Körfezi’nin üzerinden kayarak suya gömülüyor usulca. Anlıyorum ki güneşin arkamda olacağı sabah saatlerinde buraya gelmek fotoğraf için daha iyi olacak. Yarına dair umutlarla, geldiğim patikada kaymamaya çalışarak eşimin yanına dönüyorum. Akşam yemeği için Ton Sai’ye iniyoruz. Karidesli ve tavuklu pilav, yerel soslarla ve garnitür bitkilerle bir şölene dönüşüyor (200 THB).

Tayland Körfezi adalarında yani, Koh Tao, Koh Pha Ngan ve Koh Samui’de olduğu gibi burada da “bucket" geleneği sürüyor, özellikle gençler arasında. İçine, değişik içki şişelerinin dizildiği plastik kovalar, gece partilerinde gençlerin gözdesi. Kovanın içine dökülen içki, pipetlerle içiliyor ve elden ele dolaşıyor. Koh Pha Ngan, bucket kullanımında sanırım lider olmuştur bu coğrafyada. Ton Sai’nin barları, restoranları, hediyelik eşya dükkanları tıklım tıklım dolu. Dar sokaklara püsküren yüksek volümlü müzik, bunaltan sıcak ile birleşince benim gibi ihtiyarlar için çekilmez oluyor. Kaldırımları doldurmuş, ellerindeki bucketlerle her dakika daha da çılgınlaşan gençlerin arasından geçerek Putawan’a giden patikaya vuruyoruz kendimizi. Yarın için Koh Phi Phi Ley sahillerini de içeren tekne turu alıyoruz (1450 THB). Bambudan kulübemizde çayımızı içip fanın yarattığı serinliğe teslim olmak üzere odamıza giriyoruz.

KOH PHİ PHİ DON/KOH PHİ PHİ LEY
Sabah, deyim yerindeyse kargalar kahvaltısını yapmadan, dün akşamüzeri yürüdüğüm patikalara sarıyorum yine. Daha güneş, ağaçların arasında kendini göstermeden ortalık ısınıveriyor. Artık, aşina olduğum yolları geçerek, gişenin önüne geliyorum. Bu sefer hazırlıklıyım, cebime giriş parasını koydum. Lalet yüzlü bir adam var bu kez, parayı uzatıp bileti alıyorum. Burası Abdul Rahman isimli bir Taylandlı tarafından işletiliyor, muhtemelen kendi mülkleri. İçeride bir kafe ve hediyelik eşya dükkanı da var. Akşam hırpalanan gençler kendilerine gelememişler anlaşılan, birkaç kişiyiz burada. Güneş henüz yükselmeden fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Az sonra Türkçe konuşmalar duyuyorum, uzun yıllardır yurtdışında çalışan bir aile genç kızları ile gezmeye gelmişler. Birlikte fotoğraflarını çekebilkeceğimi söyleyince memnun oluyorlar. Bahane ile benim de fotoğrafım çekilmiş oluyor Phi Phi’nin en güzel noktasında.

Işığın büyüsü bozulmaya başlıyor güneş yükseldikçe, inerken bile terliyor ve sırılsıklam dönüyorum minik kulübeme. Yine bambuların gölgesinde yaptığımız sıkı bir kahvaltının ardından, akşam tur aldığımız standın önüne geliyoruz. Kadın, diğer katılımcılarla birlikte bizi Ton Sai’de dizilmiş onlarca tekneden birine götürüp kapkara bir kürdana benzeyen kaptana teslim ediyor. Dayanamayıp şnorkelimi kuşanarak atlıyorum denize. Bir anda etrafımı Sergean Major balıkları sarıyor. Öyle alışmış ki balıklar, her kıpırtının kendilerine yiyecek vereceklerini biliyorlar, gezi teknelerinden kendilerine atılan yiyeceklerden dolayı.

Keyifli anlardayım, Ton Sai’daki teknelerin denizde yarattığı kirlilik burada tamamen yok oldu; berrak, turkuaz bir derya içerisinde kendimden geçiyorum. Adanın güneyine iniyor sonra kuzey doğusuna, Krabi’den gelirken gördüğüm Mosquito (Sivrisinek) ve Bamboo (Bambu) adalarına doğru yöneliyoruz. Sert rüzgar ve dalgalı bir seyirle, yaklaşık 8 deniz mili gidiyoruz. Muhteşem mercan kumları ile turkuaz suların hemhal olduğu Bamboo Adası'nın doğu sahilindeyiz, iniyor ve koşmak istiyorum. Her tarafını dolaşabilmek için, bir saat buradayız. Elimde makine sahil boyunca yürümeye başlıyorum. Tekneler yanaştıkça sahil insanla doluyor, herkes selfie yapma telaşında. Ah, diyorum; kimsesizliğin ıssızlığında burada gözümü kırpmadan bir gece geçirebilseydim, güneşin doğuşunu, batışını izleyebilseydim.

Adayı çepeçevre dolaşmak niyetindeydim ama fotoğraf çekerken epey oyalandım, hem kuzey sahilleri kayalık, çıplak ayakla kayalarda ayaklarım kesilmeye başlayınca geri dönüyorum. Birkaç dakika sonra, tekneye çağrılıyoruz ve kuzey batıdaki Mosquito Adası'na yol almaya başlıyoruz. Yine tertemiz sularda demir atıyor kaptan, yine turkuaz suların içinde Sergeam Major balıkları ile haşır neşir oluyorum. Daha sonra, adanın tam kuzeyindeki Tong Cape burnunun yanından güneye, Loh Dalum Körfezi'nin karşılarında yer alan Monkey ( Maymun ) Plajı'na yanaşıyoruz. Daracık mercan kumları sahiline o kadar çok tekne yanaşmış ki, insanlar omuz omuza yürüyor kumsal boyunca. Adını arkadaki ormandan gelen maymunlardan aldığı söyleniyor ama görünürde hiç maymun yok, bence bunca kalabalığı görünce, çekinip kendi alemlerine çekilmişlerdir. Belki de kenardaki “Maymunları beslemeyin" yazısına içerleyip, küstüler.

Teknedeyiz yine, Monkey Beach’den batıya dönüp dimdik güneye iniyoruz Phi Phi Ley Adası'na doğru. Oldukça sert bir deniz var, bir ara tekne arıza yapıyor. Zaten, bu longtail motorların yağ atmayanını, ikide bir arıza yapmayanını görmesem desem yalan. Kaptan, aşina ellerle kırkbeş dakika uğraştıktan sonra, long tail sessizliği yırtan homurtuyla diriliyor yeniden. Phi Phi Don Adasının güneyi ile Phi Phi Ley’in en kuzeyi arasındaki mesafe üç kilometre bile yok. Ley’in kuzey doğusunda Viking Mağarası'nın önünden geçiyoruz az sonra. Biraz daha güneye ilerledikten sonra 40-50 metre genişliğinde bir boğazdan girince, dimdik yükselen kayaların arasında yeşil-turkuaz suları ile Phi Leh Lagünü içerisinde buluyoruz kendimizi. İçeride bulunan birkaç tekneden gelen sesler olmasa, dünyadan izole bambaşka bir alemde hissedeceğim kendimi. İnsanların varolan doğal güzelliklerin büyüsünü bozan, tahrip eden en zararlı unsur olduğuna bir kez daha inanıyorum.

Phi Leh Lagünü yeryüzündeki en güzel yerler arasında ilk sıralarda yer alıyor. Beyaz mercan kumlarının ışıkla yaptığı oyunların ürünü turkuaz-yeşil suların sakinliğinde yüzmek insan bilincinin güzellik sınırlarını zorluyor zaman zaman. Yarım saatlik mola sonrası Phi Phi Ley’in güneyinden batı sahillerine çıkıyor ve kitle turizminin mabetlerinden Maya Koyu’na geliyoruz. Üç tarafı yüz metreyi aşmış yüksek kayalarla çevrili bu korunaklı koyda, yine beyaz mercan kumlarından oluşmuş iki yüz metre uzunluğunda bir sahil var. Ne yazık ki yüksek sezonda olduğundan, bugün de bu güzelim sahiller kumlara yaslanmış teknelerle dolu, atılan çapaların, sualtı zenginliklerine musallat olan bilinçsiz turistlerin bu güzel koyu, giderek hızlı bir şekilde tahrip ettiği aşikâr.

Hatırlar mısınız? 1999 yılında Maya Bay Beach filminin çekiminden sonra kitleler Maya Bay’a akın etmeye başladılar ve bu cennet köşe giderek can çekişmeye başladı. Saat 17.00’ye geliyor. Maya Bay’ın bakireliğini bugün de bozan tekneler birer ikişer ayrılıyorlar bu cennetten, sık sık yükselen şuh kahkahalarla. Biz de demir alıp, devasa kayaların gölgesinde ayrılırken son kez buruk duygularla bakıyorum bu yeryüzü cennetine. Tekrar Phi Phi Don’un güneyinden Ton Sai’ye yöneliyor tekne, derken duruyor. Kaptan, gün batımında, turkuaz suların planktonlarının yarattığı ışık oyunları içerisinde yüzmeye davet ediyor yolcularını. Gözlerim sularda bu güzelliği içselleştiriyor, varoluşun bunca güzelliğine şekrediyorum bu anlarda. Sabahki büyüsü bozulmuş Ton Sai Denizi'nin, güneşin seyrinde. Yine de etrafını çeviren kayaların formları büyüleyücü. Çılgın kalabalığın arasında yanaşıyoruz kıyıya; adanın içlerine akıyor güneş yorgunu, yaşadıkları, gördüklerinden mest olmuş insanlar. Biz de Putawan Bamboo Bungalows’un iflâh kesen rampasına sarıyoruz, son enerji kırıntılarımızı ortaya koyarak. Akşama yapışkan bir sıcakla, nemle giriyor ada, biz çardağımızın gölgesine saığınarak Türk işi kahve içip yaşadığımız günü anıyoruz, akşam yemeğini hafif bir kahvaltı ile geçiştirerek.

Aşağılarda barlardan gelen yüksek sesli müzik, zaman zaman kulak zarlarımızı yalarken garip kulübemizin hamarat fanının serinlettiği odamızın iklimine sığınıyoruz. Gezi notlarımı yazıyor, fotoğraflarımı tanzim ediyor ve bir ada uykusuna teslim ediyorum kendimi.

KOH PHİ PHİ DON - PHUKET Bugün son günümüz Phi Phi Don Adası’nda, gözdemiz çardağımızda son kahvaltımızı yapıp 9.00’da çantalarımızla yol kenarına geliyoruz. Açıkçası geldiğimizde bizim çantalarımızı taşıdıkları gibi giderken de yardımcı olacaklarından emin değilim. Resepsiyon henüz kapalı. Ortalığı süpüren genç bizi görünce süpürgeyi bir kenara fırlatıp çantalarımı kamyonete yüklüyor. Gelişte olduğu gibi yüreğimiz ağzımızda tekerleğin ne zaman şarampole düşeceğine bakarak transfer noktasına geliyoruz. Transfer noktası dediğim, çantalarımızın kamyonetten el arabasına aktarıldığı yer. Araba önde biz arkada, henüz kimsesiz ve gece yorgunu caddelerden geçerek feribot iskelesine geliyoruz. Aslında feribot değil ulaşımı sağlayan tekneler, yani araç taşımıyor ama burada 'ferry' olarak anılıyorlar. Chao Koh Group’a ait feribot 09.10’da hareket ediyor. Henüz beş dakika geçmeden yaklaşan bir tekne ile bordo oluyorlar ve teknedeki yolcular da feribota biniyor. Muhtemelen adanın kuzey batı taraflarından gelenleri toplayıp getirdi bu tekne. Güvertede gölge bir yer bulup etrafı temaşa etmeye başlıyorum. Phuket’ten gelen sürat tekneleri, arkalarında kahverengi mil izleri bırakarak yolcularını Phi Phi’ye taşıyorlar. Güzergahımızın en derin noktası otuz metre civarında.

Phuket’in gökdelenleri yaklaşıyor biz ilerledikçe ve 10.15’de Phuket’in Ratsada İskelesi'ne yanaşıyoruz. Binerken garip bir inatla çantalarımı bodrum kata indirtmişti görevli gençler, hatta tartışmıştım. Şimdi inerken, böylesi dik merdivenleri kan revan içerisinde çantalarla aşmaya çalışırken göz göze geliyor ve nasıl bir bakış attıysam görevliye, kafasını yere eğiyor. Çıkıştan sonra on dakika yürüyebilirsek, pembe songtaev’lerle (yolcu taşıyan kamyonet) Phuket’e gitmek mümkün. Ama bastıran sıcakta gözüm yemiyor ve bir gence Phuket’e giden araçları sorunca az ileride bekleyen minübüslere yönlendiriyor. Araçtakilerin hepsi yabancı ve Patong plajına gidiyorlar. Şoföre Phuket’te otellerin yoğun olduğu bir yerde bırakmasını söylüyorum (100 THB).

Civardaki oteller ya dolu ya da 1000 THB’nin üzerinde. Kelimenin tam anlamı ile terden her tarafımız sırılsıklam oluyor otel ararken, sonunda Joe Mansion adlı temiz bir yer buluyoruz (500 THB). Amansız bir sıcak istila ediyor Phuket’i, duş alıp yatağa seriliyor ve 17.00’ye kadar Patong ve Filipinler’deki durağımız Busuanga Adası’ndaki Coron’u çalışıyorum. Akşam üzeri, hemen önümüzdeki kavşakta yer alan Phuket Saat Kulesi’nin karşısındaki lokantanın yerel halk tarafından ilgi gördüğünü farkedince, birkaç boş masadan birine oturuyoruz. Lokanta kalabalık ama servis büyük bir disiplinle yapılıyor. Keyifli bir yemekte, yürüyüş için enerji devşiriyoruz. Sonra Ratsada Road, Phuket Road ve Rommani Road üzerinde dolaşıyoruz. Hava serinledikçe, insanlar piyasaya çıkmaya başlıyor. Old Phuket, şimdilerde ticaret merkezi olmuş, daha çok konfeksiyon, hediyelik eşya mağazaları ile ön planda. Koloniyal mimari tarzındaki binalar, biraz daha süslenip albeni kazanmışlar. Kısacık ama sevimli Rommani adlı sokağın bitiminde kocaman avlusu ile Wat Puttha Mongkhon Nimit Budist Tapınağı çıkıyor karşımıza. İçeri giriyorum, derken yanımdaki stupadan çan sesleri gelmeye başlıyor. Bir keşiş, elindeki kalın kütükle çana vuruyor habire. Makinemi çıkarana kadar işi bitiyor adamın. Beni görünce, vururmuş gibi yaparak poz vermeyi de ihmal etmiyor. Tapınak girişinde altın renginde Buda’nın eli Abraya Mudra duruşunda, yani güvenlik, kutsama içeriyor ve karşısındakine “korkma" diyor. Heykelin dibinde Kaniş cinsi bir köpek, sıcaktan dili bir karış dışarıda bitkin seyrediyor beni. İçeriden ilahi sesleri geliyor, giriyorum. Önde rahip, arkada gözleri sağda solda dolaşan akılları başka yerlerde altı keşiş birlikte ilahi söylüyorlar. Yanıbaşımda duvara dayanmış ihtiyar, kara kuru bir kadıncağız elindeki kitaptan söylenenleri takip etmeye çalışıyor.

Krabi Caddesi'ne kadar yürüyor, U dönüşü yaparak tekrar Ratsada Caddesi'ne geliyor; sonra da öğlende güzel yemeklerini yediğimiz lokantanın önünde buluyoruz kendimizi. Kapatmışlar, görevliler temizlik yapıyor. Cadde boyunca düzgün bir lokanta göremeyince 7 Eleven’dan noodle alıp odamızda demlediğimiz çay ve kahvaltılıklarla akşam yemeğini geçiştirmiş oluyoruz. Temiz, sessiz ve güvenli bir konaklama yeri Joe Mansion; rahatlıkla önerebilirim, fiyat/kalite oranının gözeterek.

PHUKET - PATONG - PHUKET

Kahvaltının ardından, halk otobüslerinin bulunduğu durağa yürüyoruz Patong Plajı’na gitmek için. Otobüsün camları yok, püfür püfür esiyor, bu arada caddedeki tozları da içselleştirerek Ramong’a geliyoruz. Trafik sıkışıyor, kaotik bir yaşam sürüyor görünür panoramada. Big C ve Central Festival gibi büyük alışveriş mağazaları da burada. Bu arada şöförün önündeki cama yapıştırılmış fiyat tarifesine bakıyorum, 2013 yılından beri biletler 30 THB. Bizde üç yılda, en az üç kere değişirdi fiyatlar. Kathu’ya geliyoruz, giderek Phuket ve Ramong’un kalabalığından sıyrıldığımızı hissediyorum. Sola dönerek inişlerle Patong Plajı'na geliyoruz Phuket’ten on beş kilometre ilerledikten sonra.

Ana karanın dibine sokulmuş olan Phuket’in aslında Tayland’ın en büyük adası olduğunu çok kimse fark edemez. Yaklaşık elli kilometre uzunluğundaki sahilleri, artık kitle turizminin Kâbesi olsa da bazı kumsallar sükûnet arayanlar için hâlâ umut veriyor. Phuket Adası'nda  renkli tarihi ve eserleri dolayısıyla köylerin ve kasabaların olduğu bu yerler birçok tarihçinin ilgi odağı olmuştur. Phuket Adası'nın 1025 yılına dayanan uzun bir geçmişi vardır.

İlk sakinleri muhtemelen Negrito ve deniz çingene kabileleri ya da Pegu alanından Mon göçmenleridir. Başlangıçta Malay dilinde "Bukit" olan kelime sonra Phuket, olarak tanındı. 15. ve 16. yüzyıllarda kalay üretimi ile ünlü oldu ve adaya ticaret izni verilerek Avrupalılar arasında ticaret merkezi oldu. Ada, Hindistan ve Çin arasındaki yol üzerinde bir yol istasyonu olarak görev yaptı ve bir noktadan sonra bin yıl boyunca Malay Yarımadası’nda Shivite İmparatorluğu’nun bir parçası olarak kaldı. Ayuthaya 1767 yılında Birmanya tarafından yağmalandı. Birmanya’yı kovdu ve ülke yeniden birleşmiş Tayland’a dahil oldu. Birmanya, bu süre içinde mutlu değildi. Phuket insanlarını yakalayıp Myanmar’daki köleliğe dahil etmek isteyen Birmanya güney illeri baskını için bir filo donattı. Bu Phuket’in en unutulmaz tarihi olaylarından biridir.

Havaalanından güneye giden otoyol, adanın antik başkentinin bulunduğu Thalang adındaki tozlu bir köyden geçer. Birman istilacılar Thalang’ı kuşatmış ve yağmalayarak yakıp yıkmışlardır. Tarihinin daha önceki ve daha olumlu bir döneminde ise şehir, Birmanların bir aydan daha uzun süren zorlu bir kuşatmasına dayanmayı başarmıştır. 1785’teki bu savaşta, Leydi Muk ve kardeşi Leydi Chan, Leydi Muk’un eşi olan valinin ölümünden sonra yönetimi ele alarak büyük bir kararlılıkla şehri savunmuşlardır. Erkek kılığına girmiş kız kardeşler, onlar gibi benzer kıyafetli diğer binlerce kadın ile derme çatma silahlarla kendilerinden daha güçlü ve daha büyük Birmanya ordusunun üzerine yürüdüler. Bir ay süren kuşatmadan sonra Birmanyalılar 13 Mart 1785 yılında kaçmak zorunda kaldılar. Günümüzde ise bu kadın savaşçıların heykelleri Phuket’te bulunmaktadır.

Kıyıdaki yerleşim yerlerini Müslüman balıkçılar doldurmuştur. 19. yüzyılda ise Çinli göçmenlerle birlikte adanın içi etnik ağırlıklı olarak Çinlilerle doldu. Bu insanlar kalay madenlerinde çalışmaya gelmişlerdi. Kral V. Rama hükümdarlığında, Phuket kalay madenciliği yönetim merkezi oldu ve 1933 yılında, bir parlamenter sistem olarak monarşiyle birlikte ada kendi içinde bir il olarak kuruldu. Bu adada ikinci önemli sanayi, kauçukla Tayland şimdi dünyanın en büyük lastik ihracatçısı olmuştur. 1976 yılında uluslararası bir havaalanının açılması ile Phuket, yeni bir sanayi, turizm merkezi olarak ortaya çıktı. Phuket ülkenin en zengin ili olarak gelişmeye devam etmiştir ve yabancıların ilgi odağı olmuştur. 1980’lerden bu yana, adanın batı kıyısında kumlu plajları (Patong, Karon ve Kata) turizm merkezleri haline geliştirilmiştir. 2004 Tsunami felaketinden sonra tüm hasarlı binalar ve turistik yerler restore edilmiştir. Adaya yıl boyunca 4 milyondan fazla turist gelir ve ada nüfusu yaklaşık 16 katına ulaşır. Son durakta iniyoruz. Gökdelenler, devasa tesisler, sahil boyunca ve bir arkasında gidiş-geliş olarak hazırlanmış asfalt, amansız güneşin insafsızlığına yardımcı oluyorlar. Rüzgarın akıp gideceği bir koridor kalmamış Patong’da. 2006 yılında geldiğimde, iki yıl önceki tsunaminin tahribatı hâlen gözler önündeydi. Aradan geçen on yıl içinde Patong daha beter bir yapılaşmaya ulaşmış.

Sokaklarda peşimize takılan seyyar satıcılar, gözlükçüler, fal bakanlardan kurtulmak için zaman zaman kızgın asfalta atıyoruz kendimizi. Bazen fısıltıyla marihuana satıcıları da sokuluyor. Yalnız olsam, kadın satıcıları da bulaşacaktı Patong rajonu olarak. Dikkat ettmişseniz, Phuket ve Patong’la ilgili güzel şeyler yazmıyorum. Zaten Phuket’e geliş amacım, Phuket Havaalanı'ndan Filipinler’in Busuanga Adası’na uçakla gidecek olmam. Yoksa gezi ve tatil amaçlı genelde Tayland belki de son uğrayacağım yerlerden. Sahil, karaya vurmuş deniz anaları ile dolu, jet skiler, paraşüt tekneleri için ayrılmış geniş alanlar flamalarla belirtiliyor. Yüzme için ayrılan alanlar da yine flamalarla işaretli. Sahilin yanından tek şeritli akan Thawewong Caddesi'nin bir kısmı, satıcı minibüslerin, korsan taksilerin işgalinde. Uzandığımız kokonat gölgeleri güneş ilerledikçe yok oluyor ve biz de sürekli Thawewong Caddesi'ne doğru mevzi değiştiriyoruz.

Denize girmek gelmiyor içimden, karşıdan gelen enfes kokuları izleyerek bir lokanta buluyorum caddenin diğer kenarında. Jumbo karides (10 adet/100 THB), parmak patates (50 THB) ile yan taraftaki Family Markt’tan buz gibi Chang biraları (55 THB) kapınca keyfim yerine geliyor. Dolayısıyla Patong da daha çekilir oluyor. Arkamızda bir sandalyede oturan hanutçu, cebinden çıkardığı sincabını besliyor hindistan ceviziyle sık sık yanıma gelip sigara veya marihuana bulabileceğini söylüyor. 16.00’da en yakın duraktan Phuket otobüsüne biniyoruz. Big C ve Central Festiva mağazalarını dolaşıp, üçbuçuk kilometrelik bir uzun yürüyüşle Phuket’e girerken şirin bir karides restoranı görüyor ve giriyoruz. Kağıttan bir önlük takıyorlar boynuma, arkadan kızarmış nefis karidesleri masa örtüsünün üzerine döküyorlar. Keyif ve mizah dolu bir ortamda hem dinleniyor hem lezzetle hemhâl oluyoruz. Derken Joe Mansion, odamız, yatağa uzanıp gezi notlarını tamamlayıp güneşin yorduğu vücudu uyku tamirine teslim etmek kalıyor.