Varşova ve Lazienski Parkı

Lazienski parkının en büyük özelliği Avrupa’daki başkentler içindeki en büyük park alanı olması. Parkın ana girişinde çok güzel bir gül bahçesi içinde Chopin heykeli var. Chopin’in bir eli piyanoda, diğer eli ise doğaya çevrilmiş. Çünkü Chopin eserlerini bestelerken doğadan ilham alıyormuş. Annesi Polonyalı, babası Fransız olan Chopin, o yıllarda Polonya toprakları Rusların işgalinde olduğundan hayatının büyük bölümünü Fransa Paris’te geçirmiş. Ama aklı hep Polonya’da kalmış. Chopin çok genç yaşta 39 yaşında 1849 senesinde Paris’te ölmüş. Polonyalı olsa da mezarı Paris’teymiş.

Öldükten sonra kalbinin çıkarılarak Polonya'ya gönderilmesini vasiyet etmiş ve vasiyeti yerine getirilerek, kalbi Holy Cross Kilisesine gömülmüş ancak İkinci Dünya Savaşı'nda tüm şehir gibi kalbin bulunduğu kilisede bombalanarak yerle bir olunca Chopin’in kalbi de ülkesinin topraklarına karışmış. Polonyalılar onun adını havaalanlarına vermişler.

Parkın içinde birçok göl var. Burada balıkçılıkta yapılıyormuş. Ancak yaşayabilen balık türü sınırlı. Bir dönem Japonlar bu göller içinde bir çeşit balık yetiştirmeye kalkmışlar. Ancak bu balıklar diğer tüm balıkları yemiş ve denge bozulmuş. Daha sonradan Japonlar projeye son vermek durumunda kalmışlar.

Bu göllerin en büyüğü üzerine ise bir saray inşa edilmiş, adına da “Su üstü Krallar Sarayı” denmiş. 1683 senesinde Kral Sobieski yaptırmış. Bu saray önündeki gölde isteyenler kayık kiralayarak gezinti yapabiliyorlar. Sarayın önündeki alanda Eko çok başarılı. Döneminde buradan halkına açıklamalar yapan kral, günümüzde yerini ünlü sanatçılara devretmiş. Önemli zamanlarda burada konserler düzenleniyormuş.

Bu alanın yanında bisikletli tur rehberleri var. İngilizceleri çok sınırlı ama el kol hareketleri bütünlendiğinde anlaşılabilir bir şeyler çıkıyor ortaya. Biz 2 tane bisiklet kiralayıp parkta tura başlıyoruz. Bisiklet dediğime bakmayın. Arkasındaki bölüme, isteğe bağlı 2 kişi ya da 4 kişi oturabiliyor. Biz 2 kişiliklerden 2 tane seçtik. Annem ve kardeşim önde, babam ve ben arkadayız.

Parkın içinde birçok saray, anfi tiyatro, av evleri ve seralar var. Bu parka dünyanın her bir köşesinden 200 çeşit üzerinde ağaç getirilmiş, toplam 10.000 tane ağaç var.

Buranın geçmişi 300 sene ama en son yaşayan kral 240 sene buraya gelmiş, sonrasında aristokrat aileler kullanmış, şimdi ise halka açık bir parka dönüşmüş.

Döneminde buradaki saraylar kralların yazlık saraylarıymış. İçeride ilginç yapılar var. Mesela bir “Beyaz ev” var, aslında saraymış, ama bunca saray gördükten sonra buna saray demeye dilim varmadı. Bu “ev”, Beyaz Sarayın yapılmasında 17 sene sonra inşa edilmiş. Görüntüde taş ev gibi duruyor, ancak tamamı ahşaptanmış. Burada kralın kız kardeşi ve metresi yaşıyormuş. Neden mi? Krallar krallık soyu dışından birisi ile evlenemedikleri için, dönemin kralı esas eşini ana saraya yerleştirmiş. Metresi ise ana saraya giremeyeceğinden ona da burayı yaptırmış. Bir de göz kulak olsun diye düşünmüş olacak ki, yanına da kardeşini yerleştirmiş.

Diğer önemli yapı ise; Rusların geldiklerinde kalmak için yaptırdıkları Belvedere Sarayı. Parkın içinde her yerde sincaplar ve tavus kuşları var. Tavus kuşlarının kuyrukları daha renkli olanları, süslü kategorisinde değerlendirdiğimden dişi zannederdim, ama erkekmiş. Ve tavus kuşları sadakati simgeliyormuş.

Sincaplar artık insanlara o kadar alışmış ki, bir bankta oturduğumuzda yanınıza gelip, “bana ne getirdin” bakışları ile sizi ona yiyecek vermeye ikna edecek kadar da sevimliler.

Parkın içinde “Adampol”ün heykeli var. Asıl adı “Adam Jerzy Czartoryski” Adampol, Polonya’nın adamı anlamına geliyor. Bunun bizim Polonezköy’deki Adampol otelle bir ilişkisi olması lazım...

Rusya, Avusturya ve Prusya 1722’den itibaren Polonya topraklarını paylaşmaya başlayınca, birçok asker ve subay bu işgale karşı ayaklanmışlar ve bu işgali kabul etmeyen Osmanlı topraklarına sığınmışlar. Bu dönemde zorla Rus ordusuna katılan Polonyalı askerler de Kırım savaşı esnasında kaçarak Osmanlı topraklarına gelmişler. Bu sırada Adam Czartoryski İstanbul’da bir Polonya temsilciliği kurmuş ve sığınanlar burada bir araya gelmişler. Dönemim padişahı Sultan Abdülmecid sığınanlara bir anlamda kol kanat gererek, “Tahtımı veririm, tacımı veririm, ama devletime sığınanları asla geri vermem” diyerek 5.000 dönüm araziyi Polonyalı göçmenler tahsis etmiş. İşte Polonezköy 19 Mart 1842 senesinde Adampol adı ile bu şekilde kurulmuş. 1918’de Polonya bağımsızlığını kazanınca bir kısmı Polonya’ya geri dönmüş, bir kısmı – daha doğrusu çocukları ya da torunları - ise halen Polonezköy’de yaşamını sürdürmekte.

Osmanlı’yı Viyana önlerinde çeviren Haçlı ordusunun baş kumandanı 3. Jan Sobieski atıyla şaha kalkmış bir heykel var. Atın ayağının altında ise bir Osmanlı askeri var. Şimdi bu durum biraz çelişkili. Biz şunu bilelim: döneminde Osmanlı padişahı yabancı elçilerle bir araya geldiğinde hiç bir ülke Lehistan’ı tanımıyorken, Lehistan Elçisine de koltuk koydurur ve her seferinde “Lehistan elçisi nerede kaldı?” diye sorarmış. Sanırım heykel dalgınlığa gelmiş, gelmemişse de sanattır, saygı duyarız.

TUĞÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

TUĞÇE YILMAZ

 Yaklaşık 15 sene Medya satın alma ve Planlama sektöründe çok uluslu şirketler ile çalıştıktan sonra kendi tutkusu olan gezi ve seyahate yönelerek Gezimanya.com’u kurmuştur.1997 - 1999 İstanbul Üni