Wiesbaden Gezisi

Bir şehir düşünün kumarhanelerinde, kazanılanlarla güzelleşen bazen de kaybedilenle yitip giden hayatlar olsun... Hatta ünlü yazarların, bestecilerin acı veya tatlı dokunuşlarla hayatlarında bıraktığı izlerin geliştirdiği eserlere, konu olacak kadar da etkileyici olsun…

 

Dostoyevski’nin ünlü romanı ‘’Kumarbaz’’ı bu şehrin kumarhanelerinde bütün servetini kaybettikten sonra yazdığını ya da Brahms’ın bir bahar kaçamağından ilham alıp 3. Senfonisini bestelediğini biliyor musunuz? Belki daha bilmediğimiz nice etkiler, nice izler…
 
Bahsettiğimiz şehir Almanya’da Hessen eyaletinin başkenti Wiesbaden tabii ki. Belki bir çok şehre göre küçük, az nüfusa sahip ancak sıcak, samimi ortamları, kaplıcaları, geniş caddeleri, eski gotik mimarisi ve her şeyden önemlisi kumarhaneleriyle ünlü bir şehir.

 
 

Şehir milyonların yaşadığı, fuar ve sanayinin kalbi Frankfurt’un hemen yamacında. İki yüz elli bin nüfusuyla Hessen eyaletinin de başkenti. Geçmişin gelecekle buluştuğu, yeşilin her tonuyla tanıştığımız, Wiesbaden aynı zamanda  huzurun da doğru adresi. Etrafında zengin üzüm bağları ve şarap yapım yerleri ile kuşatılmışken asıl ilgi çeken kaplıcaları olmalı. Geçmişine uzanınca Romalılardan beri kaplıcalarıyla kendisine tatlı bir çekim de oluşturmayı başarmış.
 
Bizi şehre çeken ne kumarhane, ne de kaplıcaları. Hiç ummadığımız anda bir kış günü birbirimize dokunuyoruz. ‘’İyi ki gelmişim.’’ diyecek kadar da mutlu oluyoruz. 

İki ya da üç katlı evlerin dizildiği geniş caddelerde, düzenin her yerde hissedildiği, yeşilin de süslediği şehri iki günde her yerini keşfedecek kadar dolaşabiliyoruz.
 
Şehrin geneli yerleşime ayrılırken biraz dışarılara doğru açılınca çok katlı sayısı bir ikiyi geçmeyen lüks otellere de rastlıyoruz. Derinliklerine girdiğimizde ise sadece alçak katlı düzenli ve değişik mimarilerin süslediği bir şehir keşfediyoruz.

 

 

Şehrin en önemli bölümü bütün hareketliliğin yoğunlaştığı alan BahnhofsplatzCaddesi ile TaunusstraBe Caddesi arasında yer alıyor. En yoğun kafe ve dükkanların yer aldığı bölüm ise haritada mavi şeritle de gösterilen, dört bir tarafını ana caddelerin kuşattığı ara bölgede yer alıyor. Friedrich SatraBe, Lutsen StraBe,  Kirchgasse Langgasse; kafelerin, barların, küçük dekoratif dükkanların, yerlilerin ve gelen misafirlerin en çok dolaştığı yerler. Alışveriş tutkunlarına göre her türlü alışveriş merkezi ve lüks mağazalar da burada yer alıyor.

 

 

Biraz alışverişten uzaklaşayım tarihi yerler gezeyim derseniz Landtag SchloB ‘a doğru geldiğinizde büyük tarihi mimari yapının önünde yer alan geniş alanda her gün farklı ürünlerin satıldığı pazarla karşılaşabilirsiniz. Bir önceki gün sabahın ilk saatlerinde taze mis gibi meyve, sebze ve et ürünlerine rastlarken ertesi gün kumaş pazarına dönüşünce sakın şaşırmayın! Pazardan uzaklaşınca Wilhelm SraBe’nin kenarında geniş bir alana yayılı Kurpark’la buluşursunuz. Parkın içinde yükselen tarihi bina da Hess Slaats Tiyatro binası. Söylediğim gibi şehir küçük ancak sunulan olanaklar çok büyük.
 
Parkta uzun soluklu yürüyüş yapanlar, hayvanlarını dolaştıranlar ya da hafta sonunu göletin kenarında suyun tatlı ritmine bırakanları da burada bulabilirsiniz.
 
Şehri gezmeye devam ettiğimizde, üç tepe üzerine kurulu olduğunu gözlemliyoruz. Bunlardan biri Sonnenberg,  sağlı sollu zengin mimari geçidin yaşandığı dizili villalar yer alıyor. Bahçeler, balkonlar, sokaklar kısacası her yer yeşillikte kaybolmuş. Aynı keyfi Taunusstrasse yoluyla Wehen’e çıkarken de yaşamak mümkün. Şehrin en güzel manzarası ise en yüksek tepesi Neroberg’de. Ormanın içinde birdenbire karşımıza soğan kubbeleri altın kaplı, bölge ve ülke mimarisine hiç uymayan, masalları çağrıştıran Rus Ortodoks Kilisesi çıkıyor. 150 yıl önce hüzünlü bir aşk öyküsünü de çağrıştırıyor. Bölgenin prensi Adolf, aşık olduğu Rus Prensesi Elisabeth Michailowna’la evlenip Wiesbaden’e yerleşirler. Dünya güzeli prenses bir yıl sonra doğumda bebeğiyle ölür. Büyük acılar içindeki Adolf, buraya bir kilise yaptırır. Son uykusundaki prenses kilisede bir heykelle tasvir edilmiş. Üstündeki tavanda resmedilmiş 12 melek ona uykusunda eşlik ediyor.

Biraz dolaşınca Wiesbaden’in, Almanya’nın  en zengin şehri olduğuna karar veriyoruz. Pek çok zengin, emekli olunca  buraya yerleşiyor. Şehir birçok yabancının yanında Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlerden biri. Frankfurt’a yakınlığı, sakin oluşu çekici kılıyor. Alışveriş yaptığınız, yediğiniz, içtiğiniz mekanlarda muhakkak bir Türk’e rastlıyorsunuz. Aynı dili konuşmaya başlayınca kendinizi memleketinizde zannediyorsunuz. Bizim esnafın yoğun yaşadığı yer Hellmund Sokağı. Hele sokağın bitiminde üç katla yükselen Harput Kebapçısı’nı görünce sakın şaşırmayın! Memleketin birbirinden lezzetli pide, et yemeklerini burada uygun fiyata tadabilirsiniz. Yoğun ilgi gören yer günün her saati aynı sayıda kalabalığı ağırlıyor.
 
Merkezden biraz uzaklaştığımızda geniş Gustav Stresemann Caddesinin üzerinde Wiesbaden’de 1906’da yapılan gar yükseliyor. Alman şehirlerinde garlar hep merkezde yer alırken, burada biraz şehrin dışına itilmiş gibi. Şehrin en eski Katolik kilisesi St. Bonifatiuse ve meclis binası hemen garın yakınında.


 

Wiesbaden, gastronomi açısından da önemli bir yer. Nüfusun az olmasına rağmen kaliteli restoranlar da bu şehirde yer alıyor. İşletmeler saat 24.00’e kadar açık. Restoran, bar ve bistrolar trafiğe kapalı alanlarda yoğunlaşıyor. Her keseye uygun seçenek bulunuyor.
  Küçük olmasına rağmen kafeleri, restoranları, sanat etkinlikleri, geniş sokakları, zengin gösterişli tarihi binaları, geniş parkları, kaplıcaları ve kültürüyle, az zamanda çok şeyi keşfedeceğiniz sıcak samimi bir şehir. Bir gün şehre yolunuz düşerse her sokağını adımladıktan sonra bir pastanede birbirinden lezzetli pastalarını tatmadan dönmeyin. Belli mi olur, benim gibi bir gün yolunuz kesişebilir.

serap selçuk

Yazar Hakkında

serap selçuk

Yazar Gezgin ve blogger 1968 yılında Niğde'de doğdu 1987-1991Ankara Üniversitesi Fizik Mühendisliği eğitimi gördü.