Dostoyevski’nin ünlü romanı ‘’Kumarbaz’’ı bu şehrin kumarhanelerinde bütün servetini kaybettikten sonra yazdığını ya da Brahms’ın bir bahar kaçamağından ilham alıp 3. Senfonisini bestelediğini biliyor musunuz? Belki daha bilmediğimiz nice etkiler, nice izler…
Bahsettiğimiz şehir Almanya’da Hessen eyaletinin başkenti Wiesbaden tabii ki. Belki bir çok şehre göre küçük, az nüfusa sahip ancak sıcak, samimi ortamları, kaplıcaları, geniş caddeleri, eski gotik mimarisi ve her şeyden önemlisi kumarhaneleriyle ünlü bir şehir.
Bizi şehre çeken ne kumarhane, ne de kaplıcaları. Hiç ummadığımız anda bir kış günü birbirimize dokunuyoruz. ‘’İyi ki gelmişim.’’ diyecek kadar da mutlu oluyoruz.
İki ya da üç katlı evlerin dizildiği geniş caddelerde, düzenin her yerde hissedildiği, yeşilin de süslediği şehri iki günde her yerini keşfedecek kadar dolaşabiliyoruz.
Şehrin geneli yerleşime ayrılırken biraz dışarılara doğru açılınca çok katlı sayısı bir ikiyi geçmeyen lüks otellere de rastlıyoruz. Derinliklerine girdiğimizde ise sadece alçak katlı düzenli ve değişik mimarilerin süslediği bir şehir keşfediyoruz.
Parkta uzun soluklu yürüyüş yapanlar, hayvanlarını dolaştıranlar ya da hafta sonunu göletin kenarında suyun tatlı ritmine bırakanları da burada bulabilirsiniz.
Şehri gezmeye devam ettiğimizde, üç tepe üzerine kurulu olduğunu gözlemliyoruz. Bunlardan biri Sonnenberg, sağlı sollu zengin mimari geçidin yaşandığı dizili villalar yer alıyor. Bahçeler, balkonlar, sokaklar kısacası her yer yeşillikte kaybolmuş. Aynı keyfi Taunusstrasse yoluyla Wehen’e çıkarken de yaşamak mümkün. Şehrin en güzel manzarası ise en yüksek tepesi Neroberg’de. Ormanın içinde birdenbire karşımıza soğan kubbeleri altın kaplı, bölge ve ülke mimarisine hiç uymayan, masalları çağrıştıran Rus Ortodoks Kilisesi çıkıyor. 150 yıl önce hüzünlü bir aşk öyküsünü de çağrıştırıyor. Bölgenin prensi Adolf, aşık olduğu Rus Prensesi Elisabeth Michailowna’la evlenip Wiesbaden’e yerleşirler. Dünya güzeli prenses bir yıl sonra doğumda bebeğiyle ölür. Büyük acılar içindeki Adolf, buraya bir kilise yaptırır. Son uykusundaki prenses kilisede bir heykelle tasvir edilmiş. Üstündeki tavanda resmedilmiş 12 melek ona uykusunda eşlik ediyor.
Biraz dolaşınca Wiesbaden’in, Almanya’nın en zengin şehri olduğuna karar veriyoruz. Pek çok zengin, emekli olunca buraya yerleşiyor. Şehir birçok yabancının yanında Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlerden biri. Frankfurt’a yakınlığı, sakin oluşu çekici kılıyor. Alışveriş yaptığınız, yediğiniz, içtiğiniz mekanlarda muhakkak bir Türk’e rastlıyorsunuz. Aynı dili konuşmaya başlayınca kendinizi memleketinizde zannediyorsunuz. Bizim esnafın yoğun yaşadığı yer Hellmund Sokağı. Hele sokağın bitiminde üç katla yükselen Harput Kebapçısı’nı görünce sakın şaşırmayın! Memleketin birbirinden lezzetli pide, et yemeklerini burada uygun fiyata tadabilirsiniz. Yoğun ilgi gören yer günün her saati aynı sayıda kalabalığı ağırlıyor.
Merkezden biraz uzaklaştığımızda geniş Gustav Stresemann Caddesinin üzerinde Wiesbaden’de 1906’da yapılan gar yükseliyor. Alman şehirlerinde garlar hep merkezde yer alırken, burada biraz şehrin dışına itilmiş gibi. Şehrin en eski Katolik kilisesi St. Bonifatiuse ve meclis binası hemen garın yakınında.
Küçük olmasına rağmen kafeleri, restoranları, sanat etkinlikleri, geniş sokakları, zengin gösterişli tarihi binaları, geniş parkları, kaplıcaları ve kültürüyle, az zamanda çok şeyi keşfedeceğiniz sıcak samimi bir şehir. Bir gün şehre yolunuz düşerse her sokağını adımladıktan sonra bir pastanede birbirinden lezzetli pastalarını tatmadan dönmeyin. Belli mi olur, benim gibi bir gün yolunuz kesişebilir.