Ilık bir Ocak sabahı Batum’dan marshrutka ile vardım bu tarihi kente. Büyük şehirlerimizden Tiflis ve Azerbaycan otobüsleri ile Batum merkezinden dolmuşlarla (7 Lari) aman Gürcistan’ın yolları kötü dediler bak bizi perişan etme diyorsanız direkt uçakla ulaşmanız mümkün. (Yollar çok kötü!)
Benim gibi dolmuşlarla kente geldiğinizi varsayıyorum. Uçakla gelen, geleceklere nispet olsun diye biraz öveyim madem. Yol boyu ufak kasabalardan geçiyor, yeşil ile mavinin kucaklaştığı sahilleri görüyor ve yerel insanların hayatlarına tanıklık ediyorsunuz. Şehir merkezinde indiğiniz yer ise Kutaisi II garının hemen yanı ancak Tiflis’e trenler Kutaisi I’den işliyor.
Şanslısınız ki otogarın yahut dolmuş durağı diyelim, yanında bir adet McDonald’s var. Büyük bir nimet çünkü gerek yemek gerekse bedava internet için çok ideal. Kent, Sovyetler zamanında 600 bine yakın insana ev sahipliği yapıyormuş ancak ayrılmadan sonra 200 binlere kadar gerilemiş. Fakat Kutaisi halen ülkenin en büyük ikinci kenti konumunda.
Kentte hayat opera binası ve çevresindeki bölgede akıyor. Bu taraflara #1 numaralı otobüsle 20 tetri (25 kuruş) gibi komik bir rakama ulaşabilirsiniz. Rioni Nehri’nin doğu yakasına kurulu “Eski Şehir” taraflarında hosteller 20-25 Lari ve yemek oldukça ucuz.
Rustaveli Caddesi ve Kutaisi Bulvarı kentte ücretsiz Wi-Fi bulabileceğiniz noktalardan. Geniş bir meydana açılan bulvarın baş tacı ise Lado Meskhishvili Tiyatro Salonu.
Meydana çok yakın yerde, kente hâkim bir tepeye kurulu Bagrati Katedrali, Kral 3. Bagrat tarafından 11. yüzyılda inşa edilmiş. Pek çok yangın, yağma ve deprem yaşayan mabet zamanlar yeniden yapılandırılmış ve bana kalırsa o tarihi dokusunu, tadını tamamıyla kaybetmiş. İçi oldukça sade ve restorasyon da sürmekte.
Şehrin geri kalan turistik noktalarına taşıt ile ulaşmak mümkün. Motsameta, Gelati Manastırları’yla Prometheus Mağarası’na kapsamlı bir turu 50-60 Lari’ye taksilerle gerçekleştirebilirsiniz. 4-5 kişi olursanız masrafları önemli ölçüde düşürebilirsiniz.
Biz de yol arkadaşım ile bu klasik rotayı izlemeyi tercih ettik ve düştük yola. Bize yol boyu hostelde tanıştığımız ve tercümanlık vasfını yüklenen Mirina ile bir rastlantı sonucu bulduğumuz rehberimiz Joseph eşlik etti.
Kutaisi’nin 20 kilometre dışında, Kafkasların eteklerinde yer alan Prometheus Mağarası, inanışa göre tanrıdan ateşi çalıp insanlara getiren Prometheus’un bir dönem saklandığı mağaraymış. Girişin 6 Lari olduğu mağarada bilgiler Gürcüce ve Rusça veriliyor ne yazık ki. Ben daha çok gevezelik etmeden bilgi içeren linki BURAYA bırakayım. Ekstra bir ücret ile bot turuna katılabileceğiniz mağara çok güzel ışıklandırılmış ve 1 kilometrelik patika özenle düzenlenmiş.
20 kilometre batıya doğru gittiğimiz yolu geri dönüp doğruca 20 kilometre de doğuya daha doğrusu kuzeydoğuya yöneliyoruz. Tarihi Gürcistan’ın kurulduğu bu topraklarda doğayla iç içe pek çok kilise yer alıyor ki tarihte de rahiplerin inziva mekânı olmuşlar.
En bilinenlerinden birisi sarp bir yamacın tepesine kurulu Motsameta Kilisesi. Gelati yolunda, şehirden 6 kilometre dışında yer alan kilise 1200 yaşını devirmiş. Kiliseyi Tskhaltsitela Nehri kucaklıyor ki anlamı “Kızıl Nehir.” Hikâyesi ise pek trajik.
Anlatılana göre vakti zamanında İslam’ı yaymak adına bölgeye Arap akınları düzenlenir. Kiliseye saklanan halk ve ülkenin tarihi zatları dinlerinden dönmek istemez ve karşı koyar. Araplar ise orantısız gücüyle kiliseyi basar, her yaştan insanları kılıçtan geçirip yamaçtan aşağı nehre atar ve suyun rengi kızıla döner. Bu anlatılanları restore edilen kilisenin iç duvarlarında da görmek mümkün.
Biraz ötede ise UNESCO mirası Gelati Manastırı bulunuyor. Gürcistan’ın babası Kral David tarafından 1106 yılında kurulan komplekste arkeolojik kazılar sürüyor. Arap İstilası ile harap olan tarihi başkentin dışına kurulan kilisede dini öğretilerin yanında fen bilimleri de anlatılmış. Kakheti ve Ereti Krallıkları’nı birleştirip, Gürcistan’ı kuran ve Arap istilasına son veren krala sonraları David the Builder denilmiş.
Ancak bu mutlu günler kısa sürmüş ve 50 yıl kadar sonra Selçuklu akınlarıyla bölge ele geçirilmiş. Tabi Türkler durur mu? İslam’ı kabul etmeyenleri de bir onlar kılıçtan geçirmiş. Koca ülke kan gölüne dönmüş. Yine bu anlatılanları manastırın içindeki birkaç tabloda görmek mümkün.
Zaferin anısına da mabedin kapısına “besmele” ile başlayan bir kitabe yerleştirmiş ecdad ki halen üst kısmı yerinde, ziyaret etmeniz için bekliyor. Alt kısmı ise yokluk zamanında eritilip savaş mühimmatı olarak kullanılmış.
Zamanın hiç akmadığı kompleksin etrafında rahiplerin ufak lojmanları, su kuyusu, yemek salonu, kütüphane gibi imaretler mevcut. Bir de kilisenin yanında çam ağacı var ki onun olayı da çok başka. Rahip efendinin anlatısına göre bu ağaca ne kadar su, gübre verilirse verilsin kilisenin boyunu geçmiyormuş. Gece kimse görmeden buduyorlardır diye düşünsem de ortamın uhreviyatına ayak uyduruyorum bende. Doğa-tarih-sükûnet triyosunda geçen günümüz yeniden otogarda sonlanıyor ve yeni başlangıçlar için günü bitiriyoruz.
Siz siz olun; Rioni kıyısında tur atmadan, bu tarihi kiliseleri görüp mağarada kaybolmadan, akşama bir demli çay içip yöresel tatları denemeden dönmeyin derim…
Diğer yazılarıma gezistan.com adresinden ulaşabilirsiniz. Esen kalın…