2 Kıtada Yaşayıp 7 Kıtada Koşmak: İstanbul'da Yaşamak

İstanbul’da doğmadım ama hayatımdaki neredeyse her önemli ana İstanbul’da başladım. Babamın işi dolayısıyla lise döneminde İstanbulla tanıştım ve İstanbul’u hala tanımaya devam ediyorum. İstanbul her daim kendinde yeniliklerle beni karşılıyor, her günüm yeni bir maceraya açılıyor. Milyonlarca insanın birarada yaşadığı, onlarca canlının nefes aldığı, tarihle içiçe bir şehir. Dünyanın başkenti unvanını sonuna kadar taşıyor ve taşımaya devam edecek.
 
Biraz kendimden bahsedeyim, ben Alper Dalkılıç, dünyanın 7 ayrı kıtasında ultra maraton koştum. 2012 yılında 4 ayrı kıtada bir yıl içinde her biri 250 km uzunluğundaki 4 ultra maratonu koşarak Grand Slam unvanını kazanan ilk ve tek Türk sporcusuyum. Güney Amerika kıtasında Atakama Çölü; Asya kıtasında Gobi Çölü; Afrika kıtasında Sahra Çölü; Beyaz Çöl Antarktika; Avustralya’da Uluru’ya doğru; Avrupa’ da İzlanda’nın soğuk coğrafyası ve Kuzey Amerika kıtasında Büyük Kanyon’da ultra maratonlar koştum. Avustralya’da 10 günde 520 km koşarken diğer kıtalarda en az 250 km’den başlayan mesafeleri bir hafta süresince koştum. Her türlü malzememi sırtımdaki çantamda taşırken, sadece yemek yapabilmem için sıcak su desteği ve barınma için çadır desteği organizasyon tarafından karşılandı. Sırtımdaki çantamda bir haftalık yarış süresince yetecek her türlü malzeme varken yarışlardaki esas temel “kendine yeterlik”. Yeni yeni planlar, hayaller ve projeler peşinde dünyayı koşmaya devam ediyorum.
 
İstanbul da tıpkı katıldığım ultra maratonlardaki her türlü malzemenin yer aldığı sırt çantam gibi her macerayı barındırıyor. Kendimi nasıl hissetmek istiyorsam oradayım; koşacaksam Belgrad Ormanı, Çekmeköy Ormanı, sahildeyim; tarihle içiçe olmak istersem tarihi yarımada beni bekler; kıtalarası seyahat edeceksem vapurla martılar ve çayımla simidim eşliğinde gider yeni bir kıtada bulurum kendimi.
 
Her ultra maraton için başlangıç noktam olan İstanbul’da biliyordum ki ödnüş yolunda sevdiklerim ve  sevenlerim beni karşılıyor. Uçaktan ineceğim havalimanına bakarken gündüz sizi tutkuyla uçağın camına yapıştıran muhteşem boğaz manzarası, gece ise muhteşem ışıklar ile her daim yaşayan bir kentte olmak her daim beni güçlü derecede motive ediyor. Yeni başarılar ve maceralar sonrasında gülen yüzlü, içten dostlarla tekrar buluşmak paha biçilemez.


 
Hayatımdaki ilk maraton (42.195 km - yazıyla kırk iki bin yüz doksan beş metre) koşusunu İstanbul’da yaptım. Bir kıtadan diğerine koşmak, dünyada başka yerde yok, cazip kılan da bu zaten… Maratonu Anadolu’dan kendi kas gücünüz, sadece kas gücü değil beraberinde mental güç, sizi bekleyenler, sizi alkışlayanlar ve hedefiniz doğrultusunda koşmak…
 
Şanslıyız çünkü dünyadaki tek maratona sahibiz, Asya kıtasından Avrupa kıtasına nereden koşarak geçebilirsiniz. Elbette ükemizdeki koşu kültürü gibi bu maratonu da hep beraber iyiye taşımak için çok çalışmalıyız. Tercihim her gün bir kıtadan diğerine koşarak, bisiklete binerek kas gücüyle hareket etmek, diliyorum bir gün gerçekleşecek, İstanbul’un diğer şehirlerden farkı olmamalı.
 
Yılda bir kez koşulan İstanbul Maratonu’na yerli turistten çok yabancı turistlerin rağbet etmesindeki en büyük sebep koşu kültürü ile beraber elbette kıtalararası seyahat ve yolculuk. Maraton koşmak için gelenler ilerleyen süreçte defalarca kendilerini dünyanın başkentinde buluyor.
 
İstanbul’da ne zaman kıtalararası seyahat edecek olsam koştuğum kıtalar aklıma gelir. Yeni bir yolculuğa çıkar gibi geçer günüm, nasıl yeni kıtada yeni maceralar ve insanlar beni bekliyorsa. Milyonlarca insan ve onlarca-yüzlerce kültür birarada. İstanbul’un hemen her şeyi ayrı bir belgesel konusu. Mimari yapılar, doğal alanlar (sayıca artmasını istiyorum), müzeler, ziyaret edilesi onlarca mekan ile İstanbul, her daim sürpriz barındırıyor. Dünya küçük ama İstanbul da o kadar büyük, tanıdık yüzleri uzun süre görmediğim vakitlerde yurtdışına çıkınca rastlaşmak daha da kolay olabiliyor.
 
İstanbul’da yaşamak bir maraton tadında, farklı ulaşım alternatifleri, sizin anlık durumunuza göre değişebiliyor. Bazen deniz yolculuğunun rahatlığı yanında zamanı anlık değil seyrinde, sakin yaşamak istiyorum. Ne vakitler İstanbul dışındayım, o vakit simit-martı-vapur üçlemesi özlediklerim arasında yer alıyor ultra maratonlarda. Ultra maratonlarda tanıştığım, beraber koştuğum sporcular İstanbul’dan geldiğimi öğrendiklerinde ilk sözleri “Amazing!” oluyor. Yaşadığınız yerden uzaklaşınca değeri daha iyi anlaşılıyor. Ne zaman İstanbul’a dönüyorum o vakit içimi saran heyecan her daim beni yeni yerlere sürüklüyor İstanbul’ da.
 
İstanbul’da köprüden ilk önce araçla, sonrasında defalarca koşarak ve başka bir vakit de motosikletimle geçtim. İlkleri unutamam; 8 km koşup sonrasında neler neler anlatmıştım, maraton koştuktan sonra ise beni susturabilene aşkolsun. Motosikletimle geçerken ise kendimi oradan uçacak sandım farklı bir heyecana kapıldım.
 
Ultra maratonlarda yazdığım bloglar, bloglara gelen yanıtlar yorumlar içinde ne vakit sevdiklerimle İstanbul da yer aldı mı, başlıyor bir heyecan. Sağlıkla bitirmek önemli bir motivasyon oluyor ve daha da dikkat ediyorum kendime.
 
Aynı ülke ama ayrı kıtada olan bir şehrin her iki taraftaki halkı, evlerin yapısı, ağaçları, kedileri, köpekleri hepsi mi farklı olur? Hepsi farklı ortak bir çatı altında. Anadolu yakasında beslediğim kedinin tavrı diğer kıtada farklı olabiliyor, bakıyorsun semtler arasındaki geçişler de çok keskin. 7/24 yaşayan bir organizma yapısında olan büyülü şehrin gizemi ve çekiciliği her daim uzaklaşmaya gör kendine çekiyor sakinlerini.
 
7 kıta 7 ultra maraton projem süresince İstanbul’u en çok Antarktika’dayken çok özledim. Bu sefer apartman yüksekliğinde dalgalar, martılar yerine bu sefer yüzen ve yürüyen penguenler vardı. Vapur yerini tutmayan ama daha konforlu gemimiz ise İstanbul’un vapurlarını bana unutturamadı. Ne zaman yuvaya döndüm, bir kıtadan diğerine geçecektim o zaman daha da bir heyecanlandım. Sevdiğinle tekrar buluşmak gibi… Vapurlar, yanında simit-çay ve havada kanat çırpan martılar…
 
Faklı kültürlere beşik olan bu büyülü şehirde yaşamak için sanırım her daim enerjik olmak lazım. 24 saatlik enerjisi sizi farklı diyarlara götürmeden önce antrenmanlı olmak, her an sürprizlere hazırlıklı olmak yerinde bir karar. Fiziki olarak geniş alana yayılması, her daim büyümesi ve  farklı iklim yapısı ile giyiminize özen göstermeniz yerinde karar olur. İstanbul bir kedi gibi sizi istediği zaman sever, siz ona ne kadar yaklaşmaya çalışsanız da alışmanız zaman alabilir. Sonrasında sizi bırakmaz, siz de bırakamaz olursunuz. Kanatlanıp başka diyarlara uçarken sizinle vedalaşır, biliyordur ondan uzun süre ayrı kalamayacağınızı. Geldiğinde sizi tekrar sürpriz bir hava ile karşılar.
 
İstanbul’un havası ile çok duyum almıştım ilk ayak bastığım vakitler, ne zaman ne olacağı belli olmaz diye. İstanbul’u değiştiremeyeceğimize göre bizim tedbirli olmamız lazım. Önemli olan en iyi şekilde değil en uyumlu ve dengeli şekilde yaşamak değil mi?
 
Çevreleyen adalar ile İstanbul kabına sığmayan bir mega şehir… Büyükada’ya gidip gelince denizaşırı seyahat ile daha da uzaklara gitmiş gibi olurum. Adanın çekici tarafı çabucak unutturması sizden her şeyi. Sonrasında tekrar dönüş vakti akla gelir, araçsız yaşam, sakin ve huzur içindeki ada halkına İstanbul,  akşamları suya yansıyan ışıkları ile göz kırpar “Ben buradayım” dercesine.
 
Yaşamaktan keyif aldığım, bazen “neden buradayım?” diye kendime çokça sorduğum ama sonrasında milyonlar gibi tekrar ikna olduğum her daim büyüyen ve yaşayan şehir, her daim yeni keşifler, maceralar için bizi bekliyor. O hazır, peki ya siz? : )