Anadolu Aşk Efsaneleri

Yaşanmış ya da gerçekten olmuş gibi anlatılan efsaneler, Anadolu halkının hep vazgeçilmezleri olmuş ve nesilden nesile aktarılmış. İşte sizin de o “Ben bunu daha önce duymuştum.” diyeceğiniz efsanelerinden birkaçı da büyük Anadolu aşkları üzerine.

FERHAT İLE ŞİRİN EFSANESİ

Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirin’e sevdalı yiğit bir delikanlıymış. Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin Şirin’e olan duygularının ifadesi olduğu söylenirmiş.

Ferhat bir gün Amasya Sultanı Mehmene Banu’ya, kız kardeşi Şirin için dünürcü göndermiş. Ancak Sultan Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş istemiş delikanlıdan. Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerden “Şehir’e suyu getir, Şirin’i vereyim” demiş.

Ferhat’ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Yola koyulmuş hemen. Vurmuş kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılıp, suya yol verince şehirde işitilmiş suyun sesi. Bunu gören Sultan, bakmış ki kız kardeşi elden gidecek bir cadı bulup Ferhat’a yollamış. Cadı su kanallarını takip edip Ferhat’a ulaşmış. Ferhat’a Şirin’in öldüğünü, onun da boşuna uğraştığını söylemiş. Cadının sözlerine kulak veren Ferhat “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” deyip bırakmış kendini kayalıklardan aşağıya.

Ferhat’ın öldüğünü duyan Şirin de koşarak Ferhat’ın yanına gitmiş. Onun cansız bedenini görünce o da atmış kendini kayalıklardan ve  uzanmış cansız vücuduyla Ferhat’ın yanına. Şu şehre gelmiş gelmesine ama iki aşık yok olmuş bu dünyadan. Yan yana gömmüşler ikisini. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış. İki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için.

SARIKIZ EFSANESİ

Marmara ve Ege bölgelerini birbirinden ayıran Kazdağları’nın en yüksek tepesinde yaşayan delikanlının biri güzeller güzeli bir kıza aşık olmuş. Kız, evlenme şartı olarak, delikanlıdan gücünü ispatlamasını istemiş. Bu şarta göre delikanlı sırtına yüklenen tuz çuvallarını taşımak zorunda kalan delikanlı, yamaçtan tırmanırken dengesini kaybetmiş ve yuvarlanarak göle düşmüş. Tuzlar ıslandıkça çuvallar ağırlaşmış ve delikanlıyı suyun derinliklerine çekmiş. Köy halkı bu acıya sebebiyet verdiği için kıza öfkelenmişler. Ona yumurtalar atmışlar. Sarı Kız adı da buradan kalmış.

Öfkeleri yatışmayan köylüler babasına giderek kızını şikayet etmişler ve onu yok etmesini istemişler. Babası yumurtalara bulanmış kızını alıp tepeye çıkmış. Kızını öldürmeden önce abdest almak isteyen baba kızından su bulmasını istemiş. Kız delikanlının boğulduğu gölün suyundan getirmiş. Su tuzlu olduğu için babası yeniden tatlı su bulup getirmesini istemiş. Bunun üzerine kız ayağını yere vurmuş, o anda yerden bir kaynak suyu fışkırmaya başlamış. Durumu gören babası kızının ermiş olduğunu anlamış ve onu öldürmekten vazgeçmiş. Kimsenin zararı dokunmasın diye de suyun etrafını taş duvarla çevirmiş.
Kazdağları’nın zirvesindeki bulunan bu kaynak şifalı olarak biliniyor.

AH TAMARA EFSANESİ

Akdamar Adası’nda yaşayan papazlardan birinin “Tamara” adında genç ve güzel bir kızı varmış. Sahildeki köylerden birinde oturan bir geç rahibin güzel kızına aşık olmuş. Tamara ve delikanlı haftanın belirli günlerinde gizlice buluşmaya başlamış. Genç adaya gelirken Tamara, ona ışık tutup yardımcı oluyormuş. Tamara’nın babası bu durumu öğrenmiş ve kızını bir odaya kapatmış. Kızından çocuğun geleceği saati ve günü öğrenmiş. Çocuk karşıdan adaya doğru yüzmeye başladığında onu hep yanlış yere yönlendirmiş. Sonunda genç aşık yüzmekten çok yorulmuş, ne ileri gidebilmiş ne de geri dönebilmiş. Sulara batıp çıkmaya başlayan genç son nefesinde “Ah, Tamara!” diye bağırıp boğulmuş. Bu yüzden ada ilk önce Ahtamara olarak adlandırılmış ancak zamanla Akdamar olarak değişmiş.

BELCEKIZ EFSANESİ

Eski çağlarda buralardan geçen gemiler açıkta demirler ve içme suyu almak üzere kıyıya sandalla çıkarlarmış.Bir gün yaşlı bir kaptanın genç, yakışıklı oğlu su almak için koya çıktığında güzel Belcekız’ı görmüş. Görür görmez de birbirlerine aşık olmuşlar. Ama delikanlı suyu alıp dönmek zorundaymış. Gemi uzaklaşıp gitmiş. Belcekız hep kıyıya bakmış, sevgilisinin yolunu gözlemiş. Delikanlı da geminin buralardan her geçişinde su almaya gelir, görüşürlermiş. Bir gün buradan geçerken fırtına patlamış. Delikanlı, babasına burada korunaklı bir koy olduğunu söylemiş. Babası ise delikanlının sevgilisini görmek için gemiyi parçalamayı göze aldığını düşünmüş. Fırtınayla birlikte kavga da büyümüş baba-oğul arasında. Gemi tam kayalara çarpacakken baba bir kürek darbesiyle oğlunu denize atmış ve dümene yapışmış. Ve tam o sırada durumu kavramış. Deniz dönerek çarşaf gibi bir koya girmekteymiş. Oğlan orada ölmüş. Kayaların üzerinde sevdiğini bekleyen Belcekız da kayalara atlayıp ölmüş. İşte o günden beri kızın öldüğü yere Belcekız, delikanlının öldüğü yere de Ölüdeniz denirmiş.

KASTAMONU EFSANESİ

Bir gün Bizans hükümdarı, yorucu bir mücadeleden sonra birkaç Türk askerini esir almış ve onları Kastamonu Kale’sindeki zindana attırmış. Bizans hükümdarının “Moni” adında güzeller güzeli bir de kızı varmış. Güzeller güzeli Moni zindana atılan Türk askerlerinden birine gönlünü kaptırıvermiş. Güzeller güzeli Moni, ne yapıp etmiş, onun aşkıyla yanıp tutuşur bir vaziyette gecenin bir yarısı kalenin anahtarını aşık olduğu Türk askerine vererek, askerlerin kaçmalarına sebep olmuş. Durumun farkına varan Bizans hükümdarı, güzeller güzeli kızı Moni’yi saçından kavramış ve Kalenin arkasındaki uçurumun eşiğine getirmiş. Kızına kötü kötü bakmış ve uçurumdan aşağı atıvermiş. Son olarak kızının arkasından seslenmiş: “Kastın ne idi Moni”.Bu söyleyiş zamanla Kastamonu haline dönüşmüş, yörenin adı o günden bu güne bu adla anılır olmuş.