Dünden Bugüne İnsanları Kırıp Geçiren En Büyük 10 Salgın

Çin’in Wuhan kentinde 2019 yılının sonlarına doğru ortaya çıkan koronavirüs, hala etkisini sürdürüyor.  Hayvanlar arasında yaygın olan corona (korona), bilim insanları tarafından zoontik yani hayvandan insana geçebilen bir virüs çeşidi olarak tanımlanıyor. Nadir durumlarda hayvandan insana geçen bu virüsün elbette farklı alt tipleri var.  Bunlardan biri 2002 yılında 770 kişinin ölümüne neden olan Sars virüsü iken diğeri ise 2015 yılında 850 kişinin ölümüne yol açan Mers virüsü… Sars misk kedilerinden insanlara bulaşırken Mers’ in ise hörgüçlü develerden insana bulaştığı biliniyor. Ciddi hastalıklara neden olan bu virüs ailesi oldukça kalabalık ve daha pek çok tipi insanlara bulaşmamış ancak hayvanlarda sıklıkla görülüyor. Sars ve Mers virüslerinin aksine 2019 senesinde Çin’de çıkan Covid-19 ise bu virüs ailesinin en ölümcül versiyonu oldu… Araştırmalar sonucunda yarasalardan insana geçtiği belirtilen Covid-19 için hala bir ilaç geliştirilemedi. Bilim insanlarının bu konuda çalışmaları yoğun şekilde sürse de dünya genelinde yaşanan ölümler ne yazık ki hız kesmeden devam ediyor. İçinden geçtiğimiz bu zor günlerde ise akla dünya tarihinde iz bırakan diğer virüsler ve onların yol açtığı salgın hastalıklar geliyor. Bu virüslerin bazıları yüzyıllar boyu sürmüş, bazıları milyonlarca insanın ölümüne sebep olarak tarihin seyrini değiştirecek etkiler göstermiştir. Şimdi gelin birlikte insanlık tarihi boyunca büyük etkiler göstermiş 10 büyük virüsü yakından tanıyalım…

1

Veba Salgını

Veba salgını yüzyıllar boyunca milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur. Ciddi kayıplara yol açan salgın, kara ölüm ismiyle tarihe geçmiştir. Bu isme sahip olmanın hakkını veren salgın, tarih boyunca yaşanan savaşlardaki ölümlerden bile daha fazla can kaybına neden olmuştur. İnsanlık tarihinde yaşanan en büyük ölümcül salgın olarak kabul edilen veba, Yersiniapestis ismiyle bilinen bakterilerin neden olduğu bir hastalık. Hayvanlarda bulunan virüs, pire yoluyla insana geçebilmekte ve tedavi edilmez ise hızla ilerleyip ölüme yol açmaktadır. Bu bulaşıcı hastalığın neredeyse kendi içinde de bir tarihi var demek yanlış olmayacaktır.

1.veba salgını olarak da anılan Jüstinian Veba Salgını 541 yılında çıkmış ve yaklaşık 50 milyon insanın ölümüne yol açmıştır. Jüstinian salgının ortaya çıktığı coğrafya konusu ise biraz tartışmalı. Bilim insanları virüsün Asya kökenli olduğunu düşünürken tarihçiler ise salgının Mısır’dan doğduğuna inanıyor. Farenin tüylerinde yaşayan bir böceğin ısırması sonucunda oluşan bu virüs, ısırılan insanları birkaç gün içinde öldürüyor. Ancak tarihte 1. Veba salgını olarak Jüstinian anılıyor olsa da ondan önce M.S165 yılında, Antoninusbir diğer ismiyle de Galen’in Vebası bilinen ilk veba salgını olarak karşımıza çıkıyor. Roma İmparatorluğu’nda ortaya çıkan salgın, günde yaklaşık 2 bin kişinin ölmesine neden olmuştur.

2. veba salgını ise 1346-1350 yılları arasında ortaya çıkmış olan Kara Veba… İsminden de anlaşılacağı gibi dünya tarihinde en çok insan öldüren bu salgın, 200 milyonu aşkın can kaybı yaşatmış bir felakettir. Avrupa nüfusunu yüzde 30 ila 60 arasında azaltan kara veba salgını tarihin seyrini değiştirecek bir etkiye sahip olmuş… Kara veba sonucunda kilisenin sorgulanmaya başlanması ile dinde reform ve hatta rönesansın önü açılmıştır.

Dünyayı sarsan veba tarihi elbette bunlarla bitmemiş olup 1855 senesinde üçüncü veba salgını olarak Çin’ de karşımıza çıkıyor. Adeta Covid-19’ da olduğu gibi Çin’de başlayan üçüncü veba salgını da kısa sürede tüm dünyaya yayılmıştır. Çin ve Hindistan’da 12 milyon insanın ölümüne neden olan salgın, Modern Veba ismiyle de anılıyor.

Son olarak ise karşımıza İtalya Vebası çıkıyor… 1629-1631 yılları arasında ortaya çıkan salgın, diğer üç veba salgını kadar konuşulmasa da yaklaşık bir milyon insanın can kaybına yol açmıştır.

Kolera

İnsanlık tarihi boyunca yaşanan pek çok salgın hastalık milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanmıştır. Bu salgınların en yıkıcı olanlarından biri de koleradır.Vibriocholerae isimli bakterinin bağırsak enfeksiyonuna yol açmasıyla ortaya çıkan bu hastalık, ciddi bir ishal ile seyreder. Belirtileri şiddetli ve akut ishal olan kolera, 1817’ de Japonya’da ortaya çıkmış olsa da kolera, insanlık tarihi boyunca pek çok kez ortaya çıkmıştır. İlk kez Japonya’ da görülen salgın kısa süre içinde tüm dünyayı etkisi altına alan bir pandemiye dönüşmüştür. Bugün hala ölümlere sebep olan hastalık, virüsün bulaştığı kişilerde görülen akut ishalle birlikte şiddetli karın ağrısı, bulantı ve kusmaya yol açar. Dışkıdan bulaşan kolera, tarih boyunca ciddi sayıda can kaybına neden olmuştur. Çeşitli dönemlerde yeniden şiddetle artış gösteren bu hastalığın kendi içinde türleri bulunmaktadır. Yedi farklı türü olan kolera salgınlarınınen ölümcül olanı ise 3. Kolera Salgını olmuştur. Milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan hastalığın tedavisi bulunmuş olsa da hala bu virüs nedeniyle pek çok insan hayatını kaybediyor.

Çiçek Hastalığı

Çiçek hastalığı her yaştan kişide görülebilen ancak çocuklarda daha çok rastlanan bir salgın türüdür. İki çeşidi olan bu salgın hastalık Variolamajor ve Variola minör şeklinde sınıflandırılmıştır. İnsanlık tarihi boyunca çok sayıda ölüme neden olan çiçek virüsünün Variola majör türü ikinciye göre daha öldürücüdür. Hastalığın bu ismi alma nedeni ise çiçeğin etkeni Poxvirus grubuna ait bir virüsten oluşuyor olmasıyla ilgilidir. Çiçek virüsü, vücudun her yerinde irinli kabarcıklara yol açan, ateşli ve oldukça ağır seyreden bir hastalıktır. Bulaşıcı olan bu virüs, hastanın üzerinde bulunan yaralar, onun eşyaları, solunan hava ve sivrisinek gibi yollarla diğer kişilere kolaylıkla geçebilmektedir. Çiçek hastalığı genel anlamda iki türe ayrılmış olsa da hastalığın ilerleme gidişatına göre değerlendirilen üç çeşidi bulunur. Bu ayrım tamamen çiçek virüsünü kapan kişinin vücudunun gösterdiği belirtilerin ilerleme durumuna göre yapılmıştır. Yani sınıflandırılan bu üç çeşidi daha anlaşılır kılmak için hastalığın gidişat türleri şeklinde isimlendirmemiz doğru olacaktır. Bu üç tip ise; basit tip, konflüan tip ve hemorajik tip olarak belirlenmiştir. Basit tip olarak adlandırılan çiçek hastalığında, vücutta bulunan kabarcıklar birbirinden ayrıdır ve hastanın durumu iyiye gitmektedir. Konflüan ismini taşıyan ikinci tipte ise kabarcıklar birbiri içine geçmiştir ve durum kötüye gidiyordur. Hemorajik tipte ise artık kanamalar görülmeye başlanmıştır. Üçüncü tip en ağır ve ölümcül olan aşamadır. Oldukça zorlu semptomlara sahip olan çiçek hastalığının maalesef spesifik bir tedavisi yoktur. Virüse yakalanan kişinin öncelikle saçları tıraş edilir ve cilt %1 potasyum permanganat eriyiği ile yıkanır. Gözleri korumak için sık sık yüz bölgesinin yıkanması gerekir. Tedavi için destek amaçlı ilaçlar kullanılan çiçek hastalığında virüse yakalanan kişi 6 hafta karantinaya alınır. Ancak günümüzde tüm dünya ülkelerinde çiçek aşısının hastalığı önlemek amacıyla yapıldığını biliyoruz. Bundan önce ise insanlık tarihinde özellikle iki defa ciddi biçimde çiçek hastalığı salgını yaşanmıştır. Bunlardan biri Japonya Çiçek Salgını olup 735-737 yılları arasında bir milyon insanın ölümüne neden olmuştur. Japonya’da yaşanan bu salgından ziyade 1520 senesinde çok daha fazla can kaybına yol açan ciddi bir salgın yaşanmıştır. Yeni Dünya Çiçek Salgını olarak adlandırılan bu hastalık yaklaşık 60 milyon insanın ölümüne neden olarak tarihte iz bırakan yerini almıştır.

2

Rus Gribi

Grip kış aylarında yaşanması oldukça sıklaşan viral bir hastalıktır. Sağlıklı bir insan gribe yakalandığında hastalığı ortalama bir hafta gibi bir süre zarfında atlatır. Ancak kronik rahatsızlık sahibi ya da bağışıklığı düşük olan kişilerde ise grip, ölümle sonuçlanabilmektedir. Özellikle insanlık tarihi boyunca ortaya çıkan bazı grip türleri milyonlarca kişinin ölümüne neden olmuştur. Dünya tarihi boyunca görülen gripler, bilim insanları tarafından;  A,B ve C ol grip virüsleri olarak üç sınıfa ayrılmıştır. Rus gribi de A tipi virüsün bir alt tipi olan H2N2 virüsünden ortaya çıkmıştır. 1889-1890 yılları arasında görülen hastalık ilk olarak Saint Petersburg’da görülmüştür. Bu salgınıno dönemde bulunan mevcut ulaşımın alt yapısı nedeniyle hızla yayıldığı söylenmektedir. Başta Rus İmparatorluğunu saran salgın daha sonra dört ay gibi kısa bir süre içinde dünyanın yarısını etkisi altına almıştır. Kuzey yarımküreyi saran Rus Gribi, 1 milyonu aşkın kişinin ölümüne neden olmuştur. Özellikle 1890 senesinin Ocak ayında Amerika’da en yıkıcı seviyeye ulaşmıştır.

İspanyol Gribi

Ortaya çıktığı coğrafyanın adı ile anılan diğer griplerin aksine İspanyol gribinin ortaya çıktığı yer İspanya olmamıştır. Bir diğer deyişle İspanyol nezlesi, I. Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkmıştır. 1918-1920 yılları arasında ortaya çıkan grip, ölümcül olan H1N1 virüsünün bir alt türü olarak ortaya çıkmıştır. Diğer griplerde olduğu gibi 1-2 milyon gibi bir rakamdan burada söz edemiyoruz. Öyle ki bu salgının bazı kaynaklarda 50 milyon bazı kaynaklarda ise yaklaşık 100 milyon insanın can kaybına neden olduğu belirtilmiştir. Ciddi bir pandemi olarak dünya tarihinde yerini alan bu salgının oldukça ilginç bir özelliği bulunmaktadır. Yaşanan diğer griplerin aksine yaşlı ya da kronik hastalığı olan insanlardan ziyade özellikle sağlıklı ve genç erişkin bireylerde öldürücü etki göstermiştir. Bazı salgın hastalıkların dünya tarihi üzerinde oldukça etkisi olduğunu ve tarihin seyrini değiştirdiğini biliyoruz. Veba salgınının Rönesans ve reform hareketlerinin önünü açmış olması bunun en güzel örneklerinden biri olsa da daha pek çok olay sayılabilir. İspanyol gribi de I. Dünya Savaşı’nın bitişinde önemli rol oynamıştır. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk’ünde İspanyol gribine yakalandığı kaynaklarda yer almaktadır.

Asya Gribi

Milyonlarca kişinin ölümüne neden olan grip türlerinden biri de A sınıfına giren Asya gribidir. Bu grip 1957 yılında ilk olarak Çin’ de ortaya çıkmış ve kısa sürede Uzakdoğu’ ya ulaşmıştır.  Daha sonra Avustralya, Amerika ve Avrupa’ya yayılan grip dünya çapında bir salgına dönüşmüştür. Bulaşıcı olan bu grip türü yaklaşık 2 milyon insanın ölümüne neden olmuştur. Hastalığın 4 yılda bir salgın şeklinde yeniden ortaya çıktığı görülmüştür. Çıktığı coğrafyadan dolayı bu ismi alan Asya gribi için aşı her ne kadar geliştirilmiş olsa da virüsün özelliklerinin sürekli değişmesi, aşının olumlu etki göstermesine ket vurmaktadır.

Hong Kong Gribi

Bunlardan biri de 1868’lerin başında ortaya çıkan Hong Kong gribidir. İlk olarak Hong Kong’da ortaya çıkmasından ötürü bu ismi alan grip, 1 milyon insanın can kaybı ile sonuçlanmıştır. Hong Kong’da çıkan bu virüs sırayla Vietnam ve Singapur’ da görülmesinin ardından hızla Filipinler, Avusturalya, Avrupa ve Amerika’ya yayıldı. Grip 1868 senesinde ortaya çıkmış olsa da dünya çapında yol açtığı ölümler 1969 tarihinin Ocak ayından sonra hızlanmıştır.  H3N2 virüsü olarak bilinen hastalık aslında H2N2 virüsünden türemiştir. Yani kuş gribi virüsünden olan H2N2 genlerini içinde bulunduran yeni bir virüs ile dünya karşı karşıyaydı. Virüse yakalanan kişilerde hastalık belirtileri 4-5 gün içinde kendini gösteriyordu. Şu anda koronavirüsde de yaşandığı gibi Hong Kong gribi de 65 yaş üstü kişiler için oldukça risk taşıyordu. Bilim insanları, salgının okulların kapalı olduğu döneme denk gelmesinden dolayı daha fazla ölüme yol açmadığını belirttiler. Ayrıca Hong Kong gribine yol açan virüsün Asya gribi virüsünün bir türevi olması da önceden kazanışmış bağışıklık sebebiyle daha az öldürücü boyutta yaşanmıştır. Ancak 13 Temmuz 1968 yılında ilk kez görülen grip, 1972 senesinde yeniden ortaya çıktı.

3

Domuz Gribi

Normalde domuzlarda bulunan virüsün mutasyona uğrayarak insanlara bulaşması sonucunda oluşan grip, H1N1 virüsünün alt tipidir. İlk olarak 2009-2010 yılları arasında ortaya çıkan virüs, Amerika kıtasında görülmüş daha sonra hızla yayılmıştır. Domuz, kuş ve insan virüslerinin karışımı olarak nitelendirilen bu yeni grip türü bazı otoriteler tarafından Meksika gribi olarak da adlandırılır. Solunum yolu hastalığı olan domuz gribinde yüksek ateş, öksürük ve boğaz ağrısı semptomları görülmektedir. Bulaşıcı olan domuz gribinin önemli bir özelliği ise daha çok çocuk ve gençler üzerinde etkili olması… Bu anlamda İspanyol gribini hatırlatan virüs, 65 yaş üstü kişilere çok kolay bulaşamıyor. İspanyol gribinde de kronik rahatsızlığı olanlar ve 65 yaş üstü kişilerden ziyade sağlıklı genç yetişkinler çok daha kötü etkileniyordu. İki grip salgının sahip oldukları ortak özellik oldukça dikkat çekici. Önlem konusunda ise yapılması gereken şeyler koronavirüste olduğu gibi risk grubundaki kişilerin kendini koruması ve bol hijyenden geçiyor.

Hıv / Aids

HIV/AİDS mikrobunun en korkutucu yanı günümüzde hala süregeliyor olmasıyla birlikte tedavisinin de tam olarak bulunmamış oluşudur. Hala varlığını sürdüren bu hastalık can almaya devam ediyor. İlk kez 1980’lerin başında ortaya çıkan AİDS, 1981 senesinde artık şiddetli şekilde ölümlere yol açmaya başlamıştır. 1980’den günümüze kadar uzanan hastalığın çıkış noktası ise Orta ve Güney Afrika olmuştur. İnsanlık tarihinde sahneye çıkışı her ne kadar 1981 olsa da bu virüsün ilk örneği 1959 senesinde Konga’da ortaya çıkmıştır. Maymunlardan insanlara geçtiği tespit edilen hastalık zamanla tüm dünyaya yayıldı. Halk arasında daha çok AİDS olarak anılan HIV virüsünün açılımı; Human ImmunodeficiencyVirus yani insan bağışıklık yetmezliği virüsü anlamına gelir. HIV esir aldığı vücudun bağışıklık sistemini bozarak, kişinin enfeksiyonlara karşı direncini düşürmekle kalmadan ortadan kaldırır. Bu virüs gösterdiği klinik özelliklerle ikiye ayrılmıştır. Bir diğer deyişle coğrafi olarak ikiye ayrılmıştır demekte doğru olacaktır. HIV1 ve HIV2 olarak sınıflandırılan virüslerden ilki, Afrika’nın orta, güney ve doğu kesimleri ile Avrupa ve Asya’da görülürken, HIV2 ise Batı Afrika’da görülmektedir. Hala korkutuculuğunu sürdüren bu virüsün sinsi diyebileceğimiz bir yanı ise vücuda girdikten sonra hemen belirti göstermeyebiliyor olması… Yani hastalığın ilerleme hızı ve belirti gösterme seviyesi kişiden kişiye değişkenlik gösterir. Bu değişiklikte virüsün vücuda giriş biçimlerinin de etkisi vardır. Virüs vücuda girdikten hemen sonra hızla çoğalmaya başlar ve bu hiç durmaz ancak virüs belli bir seviyeye ulaştıktan sonra vücut alarm verir. Virüsün bulaşma şekilleri, cinsel yolla, kan yoluyla ve anneden bebeğe olarak üçe ayrılır. Belirtiler ise başlangıçta çok hafif seyreder. Öncelikle yorgunluk, gece terlemesi, hafif derecede hasta hissetme gibi şikayetler görülür. Daha sonra ise bu semptomlar hızla artar ve hastalık iyice görünür hale gelir. AİDS testi ile teşhis edilen hastalığın tedavisinde amaçlanan, azalan bağışıklık sistemi hücresinin yaşadığı bu azalmayı engellemektir. Virüs ortaya çıktığı 1981 senesinden bugüne kadar yaklaşık 40 milyon insanın ölümüne yol açmış olup hala can almaya devam etmektedir.

Sarı Humma

1800’lerin sonunda ortaya çıkan salgın hastalık sivrisineklerin insanları sokması yoluyla bulaşmaktadır. Sarı humma, gündüz ısıran Aedes veya Haemagogus türü sivrisineklerden insanlara geçmektedir. Yalnızca insanlara değil maymunlara da bulaşabilen bu virüs kanamalı bir hastalığa yol açmaktadır. Akut ve viral olan sarı humma virüsü kana bulaştıktan sonra 3-6 gün arası bir sürede semptomları göstermeye başlar. Hastaların çoğunda semptomlar görülmezken görülen grupta ise baş ağrısı, bel ağrısı, ateş, titreme, iştahsızlık, bulantı gibi belirtiler ortaya çıkar. Bu belirtiler genelde 3-4 gün içinde kaybolur ancak bazı durumlarda semptomlar kaybolduktan bir gün sonra ikinci bir atak oluşabilir. Sarı hummanın belirtileri yok olduktan kısa bir süre sonra ikinci kez ortaya çıkan belirtiler, ilk semptomlara göre oldukça kuvvetli gelirler. Hastada saptanan yüksek ateş bazı organlara ciddi zararlar verebilir. Özellikle böbrekler ve karaciğer başta olmak üzere pek çok sistem etkilenir. İlerleyen hastalıkta koyu renkli idrar, ağız, burun, göz ve midede kanamalar, cilt ve gözlerde ise sarılık görülür. İsmini de vücutta meydana gelen bu sarı renkten alan virüs, öldürücü hale dönüşür. Sarı hummanın 100-150 bin kadar insanı öldürdüğü tahmin ediliyor. Daha çok 2500 metre yükseklikte konumlanmış yerleşim yerlerinde görülen salgının spesifik bir tedavi yöntemi bulunmuyor. Ancak hastalığa yakalanan kişilere destekleyici tedaviler uygulanabiliyor. Bu virüsten korunmak için önlem amacıyla yapılması gerekenler ise elbette o bölgelere gidiyorsanız ısırılmamaya dikkat etmek olsa da asıl yapılması gereken gitmeden önce sarı humma aşısı vurulmak olacaktır. Sivrisineklerin taşıdığı virüsün insanlara bulaşmasıyla ortaya çıkan bu hastalığın en rahatlatıcı yanı ise insan insana geçmiyor oluşudur.