Paskalya Zamanı Prag Gezisi

Prag için neden “Masal Şehir” denildiğini insan gidince çok iyi anlıyor. Gezerken yaşadığınız his başka bir şekilde anlatılamaz çünkü. Ya bir masal kitabının içine ya da oyuncak bir şehirin içine girmiş olmalısınız!

II. Dünya Savaşı sırasında neredeyse hiç bombalanmadığı için şehir tamamen korunmuş durumda. Onlarca görülmesi gereken tarihi yapının yanı sıra aslında şehir merkezindeki her ev her bina hayran olunacak kadar güzel. İnsanın baktıkça bakası geliyor.

Doğal olarak da turist akınına uğrayan bu güzel şehrin 1. Bölge olarak adlandırılan merkezinde her şey turistlere göre düzenlenmiş. Yüzlerce irili ufaklı müze, turistik eşya satan dükkanlar, Ortaçağ havasını canlandıran şovlar düzenlenen restoranlar, klasik arabalarla şehir turları… Ama ne var biliyor musunuz? Bunlar sizi hiç rahatsız etmiyor, itici gelmiyor. Hatta özellikle klasik arabaların şehirle uyumu benim çok hoşuma gitti.

Tek sorun insan kalabalığı. Acaba Cinque Terre yazımda bahsettiğim (www.birkucukgezgin.com blogumda yazısını okuyabilirsiniz) turist kotası uygulanması konusu Prag için de mi uygulansa diye düşünmeden edemiyorum. Özellikle dillere destan Karl Köprüsü (Charles Bridge) ile Eski Kent Meydanı (Old Town Square) arasındaki bölge çok çok kalabalık.

Üstelik biz mart ayında, yani düşük sezonda gittik ve gündüz hava sıcaklığı maksimum 7-8 dereceydi. Üstümüzü sıkı giyindik ve hiç rahatsız olmadık, tersine çok sıcakta yürümekten daha fazla rahatsız olurduk diye düşünüyorum ama kışın gitmek de çözüm olamaz, bundan soğukta da gezilmez yani. Sonuç olarak yaz aylarının kalabalığını düşünemiyorum bile! Kesin açık hava restoranlar, nehir kenarındaki yerler çok daha keyifli olur ama tabii oturacak hatta nefes alacak yer bulabilirseniz.

Kalabalık içerisinde fotoğraf çekmek ise ayrı bir meziyet oluyor tabii bu durumda. Tam deklanşöre basacakken her yerden bir kol ya da kafa çıkabiliyor :) Fotoğraf meraklısı olsanız da olmasanız da eğer Prag’ı gerçekten görmek istiyor ve tadını çıkarmak istiyorsanız sabah erkenden gün doğarken dışarı çıkmanızı şiddetle tavsiye ederim. Özellikle Karl Köprüsü inanılmaz güzel gözüküyor. Tüm heykellerle birlikte bir bütün olarak görebiliyorsunuz.

Merkezin dışında konaklayan turist gruplarının azalmasıyla akşam sokaklar çok daha boş oluyor, ışıklandırılmış haliyle şehir de ayrı bir büyülü gözüküyor.

Prag’da Gezilecek Yerler ve Asillerin Yolu

Prag’da eskiden Kral ve Kraliçeler taç giyme törenlerinde Eski Belediye Binası’ndan (Municipal House) başlayarak Prag Kalesi’ne kadar yürüdükleri, Asillerin Yolu (Royal Route) denilen bir rota varmış. Turistler için bu rotayı baz alarak neredeyse görmek isteyeceğiniz her yeri görüp başladığınız noktaya geri dönmenizi sağlayan, Gümüş Yol (Silverline) denilen bir yol çizmişler. Hatta kaldırımlara da bu yolu işaret eden ve üzerinde Silverline yazan plakalar yerleştirmişler (kalabalıktan ya da hep yukarı bakmaktan ben bunları göremedim doğrusu o ayrı bir konu :)

Prag gezinizi planlarken işinizi kolaylaştırması açısından bu Gümüş Yol üzerinde belirlenen tüm turistik noktaları blogumda (www.birkucukgezgin.com) Prag yazısında bulabileceğiniz haritaya işledim. Böylece bu harita sizin başlangıç noktanız olabilir ve isterseniz siz de Google Maps’de bu haritanın bir kopyasını alıp istediğiniz değişikleri yapıp otel, restoran, müze gibi kendi istediğiniz şeyleri de ekleyebilirsiniz.

Gümüş Yolu’nun tamamını yürümenin hiç durmazsanız 1,5 saat sürdüğü söyleniyor ama ben bu sürenin çok yetersiz olduğunu düşünüyorum. Binaların içini gezmek isteyeceksinizdir. Ayrıca yemek, etrafı seyretme ve fotoğraf molalarını da hesaba katmak lazım. Doğrusu biz de bu rotayı izlemeye çalışmadık. Elimizde bir referans olarak bulunması çok iyi oldu tabii. Bence tüm bu alanları gezmek için insanın tam iki gününün olması gerekiyor. Mesela biz ilk gün hayranlık ve fotoğraf tutkusuyla Karl Köprüsü’nden karşıya herhalde yaklaşık bir saatte geçmişizdir.

Tüm bu yerlerin tarihi ve özellikleri ile ilgili bilgileri herhangi bir Prag rehberinde bulabilirsiniz. Ben şimdi hepsiyle ilgili bu bilgileri tercüme ederek ne sizi ne de kendimi sıkmayacağım. Ama tabii değinmeden geçemeyeceğim yerler ve bir takım önerilerim yok değil.

Eski Kent Meydanı

Tahmin edebileceğiniz gibi şehrin kalbi burası. Sokak sanatçıları, fiyat/performans açısından uzak durmanızı tavsiye edeceğim kafe ve restoranları, pazarları, turistleri ile her daim canlı olan bu meydanının bir zamanlar idamlara tanık olduğuna inanmak çok güç. Bence meydanın en ikonik ve görkemli yapısı Hz. Adem ve Hz. Havva’yı temsil eden kuleleriyle Tyn Kilisesi. İnsan gözlerini alamıyor gerçekten. Eğer dikkatli bakarsanız kulelerden birisinin Hz. Adem’i temsil ettiği için diğerinden biraz daha büyük olduğunu görebilirsiniz.

Meydandaki bir diğer gözalıcı yapı ise Barok tarzında inşa edilmiş St. Nicholas Kilisesi. Burada aynı zamanda çok güzel klasik müzik konserleri de düzenleniyor. Aslında çok fazla yerde konser oluyor ama bence öncelikli tercih edilebilecek mekanlardan biri.

Ünlü Astornomik Saat Kulesi’nin olduğu Old Town Hall de bu meydanda bulunuyor. 1410 yılında yapılan astronomik saat şu anda dünyada hala çalışan en eski astronomik saat olma özelliğine sahip. Dilden dile dolaşan bir efsaneye göre aynısından bir tane daha yapamasın diye saati yapan usta olan Hanus’un gözlerini kör etmişler. Buna karşılık Hanus da saati kırmış ve daha sonraki 100 yıl boyunca kimse tamir edememiş. Heyecanını kaçırmak istemem ama araştırmalarıma göre gerçekte böyle bir olay yaşanmamış ama yine de anlatması eğlenceli :)

Saatin üzerinde saatin yapıldığı zamanda en çok nefret edilen dört şeyi yani ölüm, gurur, şehvet ve açgözlülüğü temsil eden dört karakter bulunuyor. Her saat başı bu karakterler hareketleniyor ve mini bir şov sergiliyorlar. Önce ölümü simgeleyen iskelet “vaktin” geldiğini anlatmak için çan çalıyor. Hemen ardından da diğer karakter korkuyla ve itiraz eder bir şekilde başlarını sallıyorlar. Tahmin edebileceğiniz gibi saat başlarında kulenin altında bu gösteriyi izlemek için toplanan bir turist grubu oluyor. Eğer içkinizi içerek rahat rahat seyretmek isterseniz kulenin tam karşısındaki U Prince Otel'in çatıdaki barına çıkmanız yeterli.

Saatle ilgili bir diğer ilginç bilgi ise bu aralar replika işini abartan Uzak Doğuluların bu saatin birebir aynısını Seul’de inşa etmiş olmaları. Bir de Harry Potter’daki Saat Kulesi buradan esinlenerek yapılmış.

Eski Kent Meydanı konusuna dönecek olursak, son olarak tüm bu yapılarla ilgilenirken meydanı çevreleyen kurabiye tadındaki diğer güzel binaları gözden kaçırmamanızı tavsiye ediyorum.

Karl Köprüsü

Sırada tabii ki de güzeller güzeli Karl Köprüsü var. Manzarasına ve fotoğraf çekmeye doyamadığımız için gezimiz boyunca eşimle en çok vakit geçirdiğimiz yer burasıdır diye tahmin ediyorum. Otelimiz de yakın olunca her fırsatta buradaydık. Köprü üzerinde müzik yapanlar ise keyfimize keyif kattı.

Adını hükümdarlığı zamanında Prag’ın altın çağını yaşadığı Kral Charles’dan alan köprünün iki yanında sıralanmış bir şekilde tam otuz tane hatırı sayılır büyüklük ve güzellikte heykel bulunuyor. Bazı heykellerin bir bölümünün aşınarak parlamaya başladığı dikkatinizi çekebilir. Bunun sebebi Prag’a tekrar gelindiğine ya da şans getirdiğine inanıldığı için turistlerin dokunması.

Heykelleri dikkatli incelerseniz en büyüklerinden bir tanesinde bir Osmanlı figürü dikkatinizi çekebilir. Bu heykel Osmanlılar’ın hapse attığı Hristiyanları ve onları kurtaran Azizleri anlatıyormuş.

Sonuç olarak bu köprüyü sabah boşken, gündüz hareketliyken ve gece ışıklandırılmışken görmenizi şiddetle öneriyorum!

Prag Kalesi

Prag Kalesi şehre tepeden bakıyor ve ihtişamlı gotik katedrali (St. Vitus) ile hemen dikkati çekiyor. Tüm gün sokaklarda yürüyeceğinizi düşünürsek enerji tasarrufu açısından kaleye yokuş yukarı yürüyerek çıkmamak mantıklı oluyor. Toplu taşıma ile çıkmak isterseniz şehir merkezinde birçok durağı bulunan 22 No’lu tramvayla çıkabilirsiniz. Tramvaydan “Prazky Hard” durağında inmek en pratik çözüm oluyor. Diğer bir alternatif de tabii ki taksi. Biz ikinci günümüzün sabahında kahvaltımızı Charles Köprüsü’nün kale tarafında bir yerde yaptıktan sonra taksiyle çıktık. 2 kişi tek seferlik tramvay bileti almaktan en fazla 2-3 Euro daha fazlaya geldi. Dönüşte de önce mis gibi Kale Bahçeleri'ni (maalesef sadece yaz sezonu açık) gezer sonra da aşağıda bahsettiğim Nevruda Caddesi’nden tekrar merkeze yürüyerek dönebilirsiniz. Zaten çok uzak değil.

Bence kaledeki en görkemli yapı St Vitus Katedrali idi. Zaten en çok bu tarz gotik yapıları seviyorum. İçini de görebilmeyi çok istiyordum ama maalesef biz gittiğimizde halka kapalıydı. Aslında tabii ki önceden araştırmıştım ama bizim için başka uygun bir zaman yoktu. Size de gitmeden saatleri ve ekstra halka kapalı olan günleri şu linkten öğrenmenizi tavsiye ederim.

Kalenin içerisinde St. Vitus Katedrali’nin yanı sıra tamamen korunmuş halde birçok kilise ve saray bulunuyor. Zaten hala Çek Cumhuriyeti Başkanı tarafından da aktif olarak kullanılıyor. Kale’nin surlarından içeri girmek ücretsiz. İçeride binaları gezmek içinse bir kaç tane bilet seçeneğiniz bulunuyor. Kale ile her türlü bilgiye yukarıda verdiğim linkten ulaşabilirsiniz. Gezmeyi düşündüğünüz yerlere göre biletinizi seçmeniz gerekiyor. Önceden satın almaya gerek yok, içerideki büfeler bile bilet satıyor. Çok pratik. Bizim için B tipi bilet yeterli oldu. Sanırım en popüler olan da o.

Kale girişinde Çek askerlerinin nöbet tuttuğunu göreceksinizdir. Londra’daki gibi burada da askerlerin nöbet değişimini izlemek eğlenceli bir turist aktivitesi. Her saat başı olduğu için zorlanmadan siz de bir tanesini yakalayabilirsiniz.

Kalenin içerisinde değinmeden geçemeyeceğim bir yer daha var: Altın Yol. Çok şirin ve minik evlerden oluşan minik bir sokak burası. İsmi eskiden burada bulunan kuyumcu dükkanlarından geliyor. Şu anda turistik eşya satan dükkanlar bulunuyor. Bazıları ise geçmişteki yaşamı yansıtacak şekilde müze olarak düzenlenmiş. 22 no’lu mavi evde ise Kafka’nınmış. Yalnız şunu belirtmek isterim ki, gitmeden önce okuduklarımdan ben daha hareketli ve daha uzun bir sokak hayal etmiştim. O açıdan biraz hayal kırıklığı oldu. Ama yine de evler sevimliydi. Gezmek isterseniz biletle girmeniz gerekiyor aklınızda olsun.

Ara Sokaklar, John Lennon Duvarı ve Kampa Adası

Lütfen ana yollardan yürürken rastgele arka sokaklara dönün ve bu sakin ve şirin sokakların tadını çıkarın. Özellikle Karl Köprüsü’nden karşıya kale tarafına geçtiğinizde (Mala Strana yani Lesser Town bölgesi) hem sağdaki hem de soldaki sokaklar çok güzel. Soldaki sokaklara döndüğünüzde önce John Lennon Duvarı’nı görebilir, sonra da Kampa Adası çevresindeki şirin kanalların kenarında yürüyüş yapabilirsiniz.

Komünizm zamanında John Lennon Çek gençlerinin gözünde barışı temsil eden bir kahraman olmuş. Hatta onlar bu duvarı grafitilerle doldurdukça yönetim üzerini boyamış ama tekrar doldurmuşlar duvarı. Günümüzde John Lennon’ın hiç ziyaret etmediği bu şehirde barışı temsilen hala bir anıtı duruyor.

Ben her yere Venedik isminin takılmasından hiç hoşlanmıyorum ama Kampa Adası çevresindeki kanallara da Prag’ın Venedik’i deniliyor. Bu kanallarda hala eski su değirmenlerini de görebiliyorsunuz.

Kaleye çıktığınızda ise biraz daha yukarı doğru ilerleyerek turistlerin fazla bilmediği Novy Svet isimli (haritada işaretli) şirin ve küçük bir sokağa ulaşabilirsiniz. Buraya kadar gelirseniz Kavarna Novy Svet isimli kafede bir kahve molası verebilirsiniz.Tabii gezerken Eski Kent Meydanı çevresindeki şirin avlu ve sokakları da atlamamak lazım…

Nevruda ve Celetna Caddeleri

Prag’da ikonik yapıların yanı sıra benim dikkatimi çeken, süslü tarihi binalarıyla gezmesi keyif veren iki tane güzel cadde var: bir tanesi Asillerin Yolu’nun da başlangıcı olan ve eskiden fırınların olduğu Celetna Caddesi. Tabii şimdi burası turistik dükkanlarla dolu.

İkincisi ise Karl Köprüsü’nden Prag Kalesi’ne doğru çıkarken geçebileceğiniz Nerudova Caddesi. Yine tarihi oyuncak binalara benzeyen yapılarla dolu olan bu caddenin bir de güzel özelliği var. Adres sisteminin olmadığı zamanlarda binaları ayırt etmek için binaların üzerlerine iki güneş, leylek, üç keman gibi işaretler koymuşlar.

Klasik Müzik

Prag şehri resmen klasik müzikle iç içe yaşayan bir şehir. Rudolfium ve Eski Belediye Binasında (Municipal House) bulunan başlıca iki konser salonun yanı sıra her gün bir çok tarihi kilise ve yapıda klasik müzik konserleri düzenleniyor. Önlerinden geçerken kapılarında bilet satıldığını görebiliyorsunuz. Şehri gezerken 1 saatlik dinlenme molası vermek için de çok güzel bir alternatif değil mi ama? Üstelik çok da kaliteli konserler oluyor. Ben gitmeden önce Klementinum ve St Nicholas Kilisesi’nde saat 17de, bir de Kale’deki Lubkowicz Sarayı’nda saat 13te verilen konserleri gözüme kestirmiştim. Sonra il günümüzde Klementinum’un şapelinde Vivaldi’nin Dört Mevsim’inin olduğunu görünce seçimim o yönde oldu. Ve eşim de ben de çok memnun kaldık. Salonun akustiği ve ortamı da çok güzeldi. Ruhumuz dinlendi.

Noel ve Paskalya Pazarları

Prag turist odaklı bir şehir olduğu için Noel ve Paskalya pazarları da çok kapsamlı oluyor. Noel pazarının ününü önceden duymuştum. Biz gittiğimizde de Paskalya pazarları kurulmuştu. Hatta biz biraz da özellikle bu zamana denk getirdik. Daha da kalabalık olacağı için Paskalya hafta sonuna denk getirmedik ama bir hafta önce gittiğimiz için pazarların ortamını da yaşama fırsatımız oldu. Eski Kent Meydanı’ndaki pazar tabii ki de en büyüğüydü ama Kale’nin ana meydanında ve diğer küçük meydanlarda da standlar kurulmuştu.

Bu pazarlarla ilgli fotoğrafları ve genel olarak Prag'la ilgili daha fazla fotoğrafı www.birkucukgezgin.com 'da görebilirsiniz. Prag’da gezilecek yerleri bir de benim gözümle görmüş olduğunuzu düşünüyorum. Sırada Prag’da yeme içme ve Prag’la ilgili pratik bilgileri verdiğim yazılarım olacak.