Uzun Süredir Seyahat Etmeyenlere: Yol Filmleri

Homeros’un İlyada’sı, Cervantes’in Don Quijote’si, Dante’nin İlahi Komedya’sı… Yol kavramı sanat tarihi boyunca birçok eserin ana teması olarak işlenmiştir. Sinema tarihine bakıldığında ise “yol filmi” olarak adlandırdığımız türün 1960’lı yıllarda Amerikan Rüyası söylemine karşı alternatif bir yaşam arayışında olan kesimin ihtiyaçlarından doğduğu söylenebilir. Ana tema yol olsa da, elbette bu kategorideki filmlerin anlatmak istediği başka dertleri de vardır; dönemin siyasal ve toplumsal koşullarını sorgulamak, iç hesaplaşmalar, içsel yolculuklar gibi…

Bu listemizde, yol filmleri türünün çıkış noktası olan EasyRider da dahil, izlemenizi istediğimiz filmleri derledik. Hem okurken hem izlerken keyif alacağınızı umarız.

Yol Filmleri

1- Little Miss Sunshine (Küçük Gün Işığım)

Başarıya endeksli, kendini kişisel gelişim kitaplarına ve seminerlerine adamış bir baba, uyuşturucu bağımlısı bir dede, hem sosyal hem de iş yaşantısındaki seri başarısızlıkları nedeniyle intihara meyilli bir dayı, savaş pilotu olana dek sessizlik yemini etmiş ergen bir ağabey, kendini ailesine adamış görünen bir anne ve birincil hedefini çocuk güzellik yarışması olan “LittleMissSunshine”da kraliçe olmak olarak belirleyen zeki, şirin ve de tombul kız çocuğu. Hoover ailesi ile daha önce tanışmayanlardansanız, eski sarı bir minibüs içerisinde Californiya’ya uzanan yol hikayelerinde onlara eşlik etmeye hazır olun.

Film, baba Richard’ın “Dünyada iki tip insan vardır; kazananlar ve kaybedenler” cümlesiyle açılsa da, dede Edwin son noktayı koyarak, bazen sadece denemiş olmanın bile aslında kazanmak kadar kıymetli olduğunu öğütlüyor torunu Olive’e. Küçük Gün Işığım, 2006 yapımı bir Amerikan bağımsız sinema örneği. Sıcacık ve naif bir yol filmi olmasının yanı sıra, karakterlerin başlarından geçen son derece ilginç olaylar nedeniyle de bir kara komedi aynı zamanda. Bu enteresan ailenin başından geçen komik olayların, duygu seline neden olacak dramatik anların ve etkili diyalogların ardından film, izleyenlerin yüzlerinde kocaman ve gün boyu silinmeyecek bir gülümseme bırakarak bitiyor.

2. The Bucket List(Şimdi ya da Asla)

Türkçeye “Şimdi ya da Asla” ismiyle çevrilen The Bucket List’in afişi bile, filmin vaat ettikleriyle ilgili fikir vermeye yetiyor. Yaşlı ve hasta olmaları dışında hiçbir ortak noktaları olmayan ve taban tabana zıt karakterli iki adamın hastane odasında başlayan dostlukları, kalan ömürlerinde yapmak istedikleri şeylerin listesini yapmalarıyla eğlenceli bir dünya turuna dönüşüyor.

“Altı ay ömrüm kalsaydı ne yapmak isterdim?” sorusuna cevap arayan film, akışıyla ve senaryosuyla tipik bir Holywood filmi izlenimi verse de,Jack Nicholson ve Morgan Freeman gibi iki dev oyuncunun tüm filmi sırtlayıp baştan sona kusursuz bir şekilde götürdüklerine şahit oluyoruz. İki arkadaşın arasında geçen zekice diyaloglar ve genel olarak verilmek istenen mesaj da izleyiciye samimi bir şekilde geçiyor ve The BucketList de insanın içini ısıtan filmler arasında kendine önemli bir yer ediniyor.

Yol Filmleri

3. Thelma&Louise (Thelma ve Louise)

Arkansaslı garson Louise’in, sıradan bir ev kadını olan arkadaşı Thelma’yı ayartması ile başlayan masum bir haftasonu kaçamağı, hesapta olmayan bir cinayetin işlenmesiyle beraber bir özgürlük mücadelesine dönüşür.

Erkek egemen toplumun baskılarına karşı koyan iki kadının öykülerinin anlatıldığı ve bu yönüyle kimi çevrelerce “aşırı feminist” olarak nitelendirilen bu kült filmde, sorunlu ilişkisinden bunalmış olan garson kız Louise’e Susan Sarandon, ihmalkar kocasından yana dertli ev kadını Thelma’ya ise Geena Davis hayat veriyor. 91 yapımı filmde, o zamanlar oldukça toy bir delikanlı olan Brad Pitt de J.D. isimli genç bir kovboyu canlandırıyor.

1990’ların en iyi filmleri arasında yer alan ve özgün senaryosuyla da Oskar heykelciğini kucaklayan Thelma&Louise, yol filmleri listelerinin de olmazsa olmazı.

4- Into the Wild (Özgürlük Yolu)

“Yalnızca çok uzağa gitme riskini göze alanlar, yaşamda nereye kadar gidebileceklerini öğrenebilirler.”

Christopher McCandless ismini daha önce duydunuz mu? Duymayanlar için kısaca tanıtalım; Christopher McCandless 1968’de El Segundo’da doğan Amerikalı bir gezgin. Oldukça zengin bir ailede büyüyen, seçkin okullara giden ve çevresi tarafından parlak bir öğrenci olarak bilinen McCandless, Emory Üniversitesi'ni dereceyle bitirdikten sonra ismini değiştiriyor, banka hesabında o zamana kadar biriktirdiği tüm parasını hayır kurumuna bağışlıyor, kredi kartı ve buna benzer tüm yüklerinden kurtularak kayıplara karışıyor. Seçtiği yeni ismi olan Alexander Supertramp olarak yeni hayatına başlayan McCandless’ın en büyük hayali Alaska’ya gitmek ve çok önemsediği içsel yolculuğunu gerçekleştirmek.

McCandless insanın vahşi doğanın sunduklarından fazlasına ihtiyacı olmadığı düşüncesine tutkundu ve üniversiteyi başarıyla bitirerek ailesine karşı tüm sorumluluklarını yerine getirdiğine inanıyordu. Artık doğal yaşamın davetini geri çevirmek için önünde bir engel kalmamıştı.

Amerikalı gezginin gerçek hikayesinden uyarlanan Into the Wild’in yönetmen koltuğunda Sean Penn oturuyor. Müzikleri ise, gezginin yaşamından çok etkilenen Eddie Vedder tarafından bestelenmiş.

Yol Filmleri

5-CaroDiario (Sevgili Günlüğüm)

Kariyerine Cannes Film Festivali En İyi Yönetmen ödülü, Altın Palmiye, Venedik Film Festivali Jüri Özel ödülü gibi başarıları sığdıran İtalyan yönetmen NanniMoretti’ninCaroDiario’su üç bölümden oluşan olaylar silsilesini anlatıyor. İlk bölümü “Vespa’mda”, ikinci bölümü “Adalar”, üçüncü bölümü de “Doktorlar” adını taşıyan Caro Diario’da, hem yönetmen, hem senarist hem de oyuncu olan Moretti’nin peşine takılıp şehri sokak sokak gezerken akılda kalmış sorulara da yanıtlar arıyoruz. CaroDiario, Moretti’nin kendine has üslubuyla topluma ayna tuttuğu, mizahi ve metaforik ögeler barındıran, çokça da eleştirel bir film olarak hafızalara kazınıyor.

6- Historias Minimas (Arjantin Hikayeleri)

Carlos Sorin’in 2002 yapımı bağımsız filminde üç farklı karakterin yol öykülerine yer veriliyor. İlkinde kendisini terk etmiş köpeğinin ardından kilometrelerce yol yapan yaşlı bir adamın, ikincisinde televizyona gönderdiği mektuplar sayesinde bir yarışma programına yarışmacı olarak katılması için davet edilen bir annenin, sonuncusunda ise bir seyyar satıcının hikayelerine tanıklık ediyoruz. Bu üç hikayenin ortak noktası ise varış noktaları olan San Julian kenti.

Historias Minimas tamamen iyi niyet üzerine kurulu, içinde kötülük ve karmaşa barındırmayan, çoğunluğunu amatör oyuncuların oluşturduğu çok özel bir film. Küçük şeylerden mutlu olunabileceği fikrini hiç irrite etmeden, doğallıktan ayrılmadan, saf ve sade bir kurguyla izleyiciye aktarmayı başaran Sorin, bizlere adeta unuttuğumuz şeyleri yeniden hatırlatmayı amaçlamış.

Yol Filmleri 2

6- The Motorcycle Diaries (Motosiklet Günlüğü)

Che’nin günlüklerinden yola çıkılarak yazılan kitabın bir uyarlaması olan film, katıldığı bütün festivallerde büyük bir ilgiyle karşılandı. Yaptığı devrimlerle Latin Amerika halklarının kaderin değiştiren ünlü Küba devrimcisi olarak tanınan Che’nin, her şeyi başlangıcı olarak nitelendirdiği Latin Amerika seyahatini anlatan Motosiklet Günlüğü, hem Che’nin iç dünyasına hem de o dönemlere ışık tutması bakımından izleyicilerden tam not aldı.

Henüz tıp okulunda öğrenci olan Ernesto, biyokimyager olan arkadaşı Alberto Granada ile bir motosiklet yolculuğu planlar. Amaçları Latin Amerika kıtasını baştan sona gezerek ülkeleri tanımak hem de Alberto’nun otuzuncu yaş gününü kutlamaktır. “La Poderosa II” adını verdikleri motosikletleriyle yollara düşen iki arkadaşın planları, motosikletlerinin yolda kalmasıyla birlikte bozulur ve dört ay olarak düşündükleri seyahat yedi aya uzar. Motorlarının bozulması sadece seyahatin süresini etkilemekle kalmaz, yapmak istedikleri şeyler yerine günlerinin tamamını yiyecek ve kalacak yer aramakla geçirirler. Büyük bir şanssızlık gibi görünen bu durum, yerli halkla daha fazla kaynaşma olanağı bulan Ernesto’nun da fikirlerini yavaş yavaş değiştirecek ve gelecekte hayata geçireceklerinin ilk tohumları da böylece atılmış olacaktır. Ancak asıl büyük değişim, San Pablo’daki cüzam kolonisine vardıklarında başlar. Astımı olduğu halde tehlikelerle dolu Amazon Nehri’ni yüzerek geçen ve hastalar tarafından sevinçle karşılanan Ernesto, burada asıl kimliğine kavuşur (Che:Dost, kardeş).

7- I’m Juli (Temmuz’da)

Fatih Akın’ın ikinci uzun metraj filmi olan Temmuz’da, metaforlarla örülü masalsı hikayesiyle, tıpkı adının çağrıştırdığı gibi bol “güneşli”, sıcacık bir film. Almanya’da kendi halinde bir fizik öğretmeni olan Daniel’in huzurlu ve gürültüsüz patırtısız bir tatil geçirme hayalleri, Juli isimli bir kadınla tanışmasıyla birlikte suya düşer ve Daniel birden kendini “bir güneş motifinin peşinde” İstanbul yollarında bulur.

Bir yol filminden beklentilerinizi bütünüyle karşılayacağına inandığımız I’m Juli’de, yönetmenin yaratıcı üslubu ile oldukça naif bir aşk anlatısına da tanıklık ediyoruz.

8- Due Date (Git Başımdan!)

2010 yılında vizyona giren ve son derece keyifli bir yol filmi olan Due Date, karısının doğumuna yetişmek için Atlanta uçağına binen Peter’ın, kendini birdenbire Ethan ve köpeğinin arabasında bulmasıyla başlıyor. Tek amacı oyuncu olabilmek olan Ethan’la birlikte tüm ülkeyi baştan başa dolaşmak zorunda kalan Peter’ın başına gelenlere zaman zaman gülüyor, zaman zaman da onunla birlikte geriliyoruz. “Çerezlik” olarak nitelendirebileceğimiz vasat bir kurguyla ilerlese de,DueDate vaat ettiği 1 saat otuz beş dakikalık keyifli zaman geçirmenin hakkını verdiğini söyleyebiliriz.

Yol Filmleri 2

9- Easy Rider

1969 yapımı EasyRider, sadece katıksız bir yol filmi olmakla kalmayıp, aynı zamanda bildiğimiz tüm yol filmlerinin de babasıdır. Dennis Hooper’in ilk filmi olan Easy Rider, gösterime girdiği sene Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışmış ve “Best First Works” kategorisinde ödüle kavuşmuştur.

Filmin muazzam soundtracklerinden bahsetmeye gerek yok, filmi izlememiş olanlar dahi mutlaka konuya hakimler (Bkz. Born to be wild). Uyuşturucu satışından kazandıkları parayı Amerika’da yemek isteyen iki hippie’nin maceraları sadece motosiklet sürücülerinin ilgisini çekmekle kalmadı, filmde kullanılan tekniklerin akademik anlamda yakaladığı başarılar da EsayRider’ın kült filmler kategorisinde anılmasını sağladı.

Jack Nicholson, Denis Hooper ve Peter Fonda gibi ustalıkları herkesçe malum oyuncularla zenginleşen, “Amerikan Rüyası” kavramını yerle bir eden ve özellikle 68 kuşağının kalbinde ayrı bir yere sahip olan filmin, aynı zamanda Heavy Metal müziğinin ortaya çıkması için de uygun zemini hazırladığı söylenenler arasında.

10- Her Şey Çok Güzel Olacak

Listemizin son filmi çok “bizden” bir hikaye. Hayali bir bar açmak ve kısa yoldan köşeyi dönmek olan Altan, son derece sempatik ve yine son derece çulsuz bir adam olarak karşımıza çıkıyor. Yaptıklarıyla, çevirdiği dolaplarla eşini ve abisini olduğu kadar izleyiciyi de kızdırsa da, uzun süre ona kızgın kalamıyoruz çünkü sempatikliğiyle “şeytan tüyü var” dedirtenlerden. Bir gün dalaverelerinden birine kendi halinde bir adam olan abisini de dahil ediyor ve iki adam kendilerini birden bire mafya ile işbirliği yapmak üzere Bodrum yollarında buluveriyorlar. Filmdeki Altan karakterini Cem Yılmaz, abisi rolünü de Mazhar Alanson canlandırıyor ve Cem Yılmaz ilk filmi olmasına rağmen dramı da, komediyi de oldukça ölçülü bir şekilde işliyor ve samimiyetin kaybolmasına asla izin vermiyor.

Filmde Altan karakterini Cem Yılmaz, abisini de Mazhar Alanson canlandırıyor. Bu nedenle film boyunca en çok duyduğumuz repliklerden biri de, Nuri karakterinin ağzından düşmeyen “Bilemiyorum Altan.”

Filmin müzikleri de en az film kadar konuşulmayı hak ediyor bizce. Her ne kadar evde oturmak zorunda kalmış olsak da, “Kalk gidelim güneylere” derken Altan ve Nuri’ye eşlik etmemizin önünde bir engel yok. Ama finali mutlaka “Benim Hala Umudum Var” ile yapmalı ki filmdeki o olumlu hava gün boyu içimizde yaşamaya devam etsin.