Temmuz ortasında, Stockholm’den Viking Line’a ait yolcu gemisi ile yaklaşık 15 saatlik bir yolculuk ile sabah saatlerinde Helsinki’ye ulaştım. Genelde İsveçlilerin yüksek içki fiyatları ile açık denizde duty freeden içki almak için seyahat ettiği gemi çok lüks olmamakla birlikte konforlu ve temiz bir yolculuk sunuyordu.
Limanda sahil güvenliğe ait dev buz kıranları gördüğümde buraya kışın mutlaka gelmeliyim diye iç geçirdim.
Helsinki irili ufaklı adalar ile çevrilmiş bir şehir.
Gemiden inip bir taksi ile Radisson Blue Royal Hotel’e yaklaşık 10 dakikada vardım. Hotelden yürüyerek, tren istasyonunu ve Esplanade Meydanını geçerek yaklaşık 20 dakikalık yürüyüş ile sahile ve Belediye binasının önüne varıyorsunuz.
Stockholm her ne kadar pahalı olsada Euro sistemine dâhil Helsinki’de hayat biraz daha pahalı geldi.
Sahildeki pazar yeri hediyelik eşya ve sokak yemeği almak için ideal. Somon, hamsi gibi küçük balık, soğan halkası ve kalamar kızartma, sebze sote, baharatlı patates en çok tüketilen ürünler. Taze bezelye ise çiğ olarak en çok tüketilen atıştırmalık.
Etraf biraz fazla sahte kürk dolu ama kolaylıkla ahşap, cam ve metal hediyelikler bulabilirsiniz, özellikle yerel sanatçı ve tasarımcıların küçük stantları var.
Vardıktan sonraki ilk işim tren istasyonundaki turizm ofisinden 48 saatlik pass almak oldu. Bu kart sayesinde tüm müzeleri ücretsiz gezip, toplu taşımayı bedava kullanabilirsiniz. 48 saat ilk kullandığınız anda başlıyor, ilk kullandığınız yer kartın üzerine saati ve günü yazdığından diğer yerler bu kayda göre izin veriyor. Kart ile tek seferlik 1 saatlik tekne turu yapmak mümkün.
Arada kaybolsam da her yere yürüyerek gittim, yürümekten hoşlanıyorsanız otobüs ve metro kullanmadan da rahat gezilebilecek bir şehir. Limandan kalkan gezi tekneleri ile 1 saatlik geziyi yapmanızı tavsiye ederim. Adalardaki yerleşim adanın doğasına zarar vermeyecek şekilde kurulmuş, gezinin son kısmında Helsinki’nin benim bildiğim kadarıyla ana karadaki tek geniş sahili Hietaniemi Plajı'ndan geçiyorsunuz. Buraya araba ya da aktarmalı otobüs ile gelmek gerekiyor. Merkezden yürünmeyecek kadar uzakta.
Tren istasyonun yakınlarındaki Kamppi Sessizlik Kilisesi, insanı farklı bir ruhani boyuta taşıyor. Lutheran Katedral ise muhteşem yapısı ve merdivenleri ile şehrin en önemli simgesi durumunda. Merdivenlerinde oturup bir şeyler atıştırmak yerel geleneklerden biri halinde.Kaya içine oyulmuş olan kilise ise turistlerin en çok akın ettiği yerlerden biri. Muhteşem bir akustiğe sahip.
Uspenskin Ortodoks Kilisesi ise limana hakim tepeden tüm görkemi ile ziyaretçilerini bekliyor. Doğrusu şehirde gezdiğim 2 askeri müze pek iç açıcı değildi.
Belediye binası ve başkanlık sarayı o kadar sade yapılmış binalar ki özel olarak aramanız ya da dikkatli bakmanız gerekiyor. Yanlarındaki yapılar ile uyumlu inşa edilmişler.
Moskova’dan yakından bildiğim Stockmann’ın Esplanade yakınlarındaki merkezi ise alışveriş meraklıları için ideal bir AVM. Etrafta küçük çaplı birçok mağaza olsada Euro’dan dolayı fiyatlar biraz el yakıyor. Esplanade Parkı'nda ise güneşlenenler ve gölgede kitap okuyanlar yaz mevsiminin olağan manzaraları. Yazın günde 2 defa Espalanade Parkı'nda canlı müzik konserleri düzenleniyor.
Tren istasyonun oradaki AVM ise alt katından yer alan metro istasyonu nedeniyle günün her saati yoğun bir insan trafiği yaşıyor.
Suomenlinna Sea Fortress, herkesin mutlaka görmesi gereken muhteşem plajı ve restoranları var diye tanıtılıyor ama genelde hayal kırıklığının ötesine geçmedi. Ruslardan bıkan Finliler bu kaleyi inşa ediyorlar ama Ruslar farklı yönden saldırınca kale boşa inşa edilmiş oluyor ve Rusların neredeyse 100 yıllık işgali başlıyor. Aslında 3 adanın birleştirilmesinden oluşan kendi içinde 2 tane tersanesi bulunan büyük bir askeri yapı. Şu an içinde gümrük müzesi, askeri müze, gezilebilir denizaltı, adadaki yaşamı anlatan 4 müze, küçük bir marina, restoranlar, market, hostel ve askeri deniz akademisini barındırıyor. Neredeyse her saat başı kalkan gezi tekneleri ile yaklaşık 20 dakikalık yolculuktan sonra adaya varıyorsunuz. Yanınızda mutlaka şapka ve rahat ayakkabılar bulunsun. Adanın tamamını yarım günde dolaşmanız mümkün, müzeler 11.00’den önce açılmıyor. Aralara serpiştirilmiş kafeler mola verip dinlenmek için ideal ama ne yazık ki restoranları çok kötü.
Her taraf ada ve deniz iken denize girmenin bu kadar zor olabileceğine yaşamadan inanmak istememiştim. Konuştuğum herkes Suomenlinna adasındaki plajda rahatlıkla denize girebileceğimi söylemişti, saat 14.00 civarında adanın yarısını dolaşmış, 3 müzeyi gezmiş yorgun argın plaj okunu gördüğümde tamam artık serin suya kendimi atabilirim dedim. Plajı gösteren okları takip ederek yokuşu çıkıpta tepeye vardığımda ise büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Dillere destan plaj denen şey, yosunlu durgun bir suya 30 kişinin ancak yan yana sığabilecekleri bir kumsal. Değişme kabini ya da duş ise birer hayalden öte değildi. Çoğunlukla insanlar adanın açık denize bakan tarafından kayalıklarda güneşlenip denize girmeye çalışıyordu.
Geyik etini ilk olarak canlı müziklerde yapılan Esplanade parkı içindeki bir bistroda denedim. Ama asıl lezzet patlamasını şu an aklımda olmayan ama tren istasyonu yakınlarındaki bir steak houseda yaşadım. Geyik eti ve bira mükemmel bir ikili.
Birazdan sonra kahve herhalde en çok tüketilen içecek olsa gerek ki neredeyse her köşe başında birbirinden farklı ve albenisi olan coffeeshop görmek mümkün.
Etraf berber dolu olmasına rağmen, ustura ile traş yapan ancak bir yer bulabildim. Tüm berberlerin kadın olduğu bu salonda 1 haftalık sakalımı traş öncesi ve sonrası bakımla ancak 1 saatte traş ettiler. Genelde pahalı olan ülkede berberlere ödenen ücret ise makul ölçülerde.
Helsinki’ye gidip de FİN banyosu yapmadan dönmek olmayacağından hotel yakınlarındaki banyolardan birine gittim ve Rusya’da gittiğim banyolardan sonra pek çekici gelmedi. Ruslar banyodan keyif almayı daha iyi biliyor.
Helsinki’den St. Petersburg’a hızlı tren Allegro ile business sınıfında 3,30 saatlik son derece rahat ve konforlu bir yolculuk yaptım. Esasen ormanlar ve göletler arasında yapılan yolculukta yemek servisi ve kesintisiz wifi ödenen paranın karşılığını veriyordu.
Stockholm’den sonra Helsinki kirli ve pasaklı geldi. Sokaklar alkol ve uyuşturucudan kafası insan yığınları ile doluydu. Martılar ise son derece fütursuzca yemeklere saldırıyordu.