Yeni kız arkadaşım ile bir arkadaşımızın taşınmasına yardım etmek amacıyla cuma 23.05’te gidip pazar 21.45 uçağı ile geri dönecek şekilde hafta sonu için gittik. Rahat bir uçuş sonrası şehir merkezinde Victoriei Meydanı'na yürüyerek 10 dakikalık mesafedeki 4 yıldızlı Capital Plaza Hoteli'ne geçtik. Eşyalarımızı hotele bıraktıktan sonra gece ikiye kadar açık bir İngiliz Pub’u bulup lezzetli Alman biraları içerek günün yorgunluğunu attık.
Sabah 10 gibi hotelde düzgün, tatmin edici ve lezzetli bir kahvaltı ettikten sonra önce Victoriei Meydanı'na yürüdük, etraftaki müze ve parkların arasında gezdikten sonra Calea Victoriei Caddesi üzerinden bol bol mimari fotoğraf çekerek Hilton Hotel’e kadar yürüdük.
Henüz kapalı mekanlarda sigara içmek serbest olduğundan Hilton’da oturup kahvelerimizi içip keyifle bir puro yaktım. Hilton Hotel’de sadece Küba purolarını satan LCDH’de kısa bir alışveriş yaptıktan sonra, Old Town’a doğru yürümeye devam ettik. İstanbul gibi sanat ve kültür fakiri bir şehirde yaşamanın getirdiği ıstırap ile Bükreş gibi küçük bir şehirdeki sanat galerisi, müze ve performans merkezinin sayısı bizi şaşırttı. Yürüyüş boyunca çok sayıda restore edilmiş ancak boş ya da boşaltılmış işyeri ile karşılaştık.
Old Town ise İngiliz Pub’ı tarzında bar ve masaj salonu istilası altında yok olmuş ve eski ilginç havasını kaybetmişti. Old Town dışında yeni cazibe merkezleri kurulmuş ve ağırlıklı olarak bistro tarzı ister kahve ister alkollü bir şeyler içip yanında bir şeyler atıştırabileceğiniz çok sayıda yer açılmış.
Hava yağışsız ama serin olduğundan günü büyük kısmını şehir merkezinde dolaşarak geçirdik. Birkaç özel ve güzel kitapçıyı dolaştıktan sonra her turisttin mutlaka uğradığı Caru'cu Bere’ye biz de gittik. Adet olduğu üzere yaklaşık 15 dakika barda bekledikten sonra sigara içilebilecek bir masaya kurulduk. Paylaşmak için ortaya soğuk et tabağı ve ana yemek olarak domuz pirzolası yedik. Bütün o kalabalığa rağmen servis son derece profesyonel ve hızlıydı.
Mekâna olan talep nedeniyle beğenmiyorsan çek git, nasıl olsa başka gelenler var şeklinde bir tavır içinde olmaları rahatsız edici olsa da yemeklerin lezzeti birçok şeyi unutturuyor. Akşam bu restoranın yakınlarındaki Neon adlı bir kokteyl barında geceyi sonlandırdık. Birbirinden lezzetli kokteylleri bol bol dans ederek keyifle tükettik.
Pazar sabahı hoteldeki kahvaltı sonrasında, şehrin birçok yerine dağılmış AVM’lerden birkaç tanesine giderek puro, salam, peynir ve özellikle aradığımız bazı güzellik mamullerini satın aldıktan sonra Raionul De Peste adındaki muhteşem bir deniz ürünleri restoranına gittik. Arkada tarafı küçük bir pazar yeri olarak düzenlenmiş olan mekânın ön tarafı iki açık mutfak etrafına yerleştirilmiş masalar ile düzenlenmiş küçük ve şık bir restoran.
Susam ve kendi sosları ile servis edilen deniz yosunu ve kendi hazırladıkları chili sos ile servis ettikleri kalamar son derece başarılı idi.
Bükreş’teki yeni akım merkezden uzakta çevre mahallelerde küçük ama şık kahve ya da bistrolar açmak. Başkanlık sarayı ilk gördüğünüz andan itibaren tuhaf bir şekilde sizi etkisi altına alıyor. Halk açlık içinde kıvrılırken servet harcanarak yapılan saray ve çevresindeki yüksek bürokratlar için inşa edilen apartmanlar belli bir uyum içinde. Saray bugün düğün ve sanatsal etkinlikler için kullanılmakta.
7 sene sonra AB’ye girmiş Bükreş’te ilk dikkatimi çeken bisiklet yolları oldu. İstanbul’da olduğu gibi anlamsız değil ciddi şekilde kullanılabilecek bisiklet yollarını şehrin büyük kısmına inşa etmişler. Eski binaların birçoğu ciddi restorasyondan geçmiş, AB kredileri ile şehri yenilemişler.
Bugüne kadar gittiğim tüm şehirleri hayatımı tehlikeye atmamak şartı ile turistlerin normalde gitmedikleri kısımlara da giderek gezdim. Bükreş’te ise kapkaç ve insan organ ticareti tehlikesi olduğundan merkez dışına pek çıkmamaya özen gösterdim. Hırsızlık ciddi bir sorun.
Sovyetler Birliği’nin şehir düzeninin ayrılmaz parçası olan parklar burada da ön planda. Bu kadar büyük ve işlevsiz binalar dikilmesine ve büyük bulvarlar yapılmasına karşın yeşil alanlara önem verilmesi ve korunması doğu bloğunun değişmez özelliği.
Bu bağlamda Herastrau Parkı şehrin en büyük parkı ve özellikle sıcak havalarda insanlar ve turistler göl çevresinde vakit geçirmek, cafelerde bir şeyler içip yemek için parkı dolduruyor. Parkın içinde yer alan dans pistlerinde farklı zamanlarda farklı yaş guruplarına hitap eden müzik eşliğinde insanlar dans ediyor. Farklı tarzlarda bisiklet, kaykay, kayık/sandal kiralamak mümkün, ama birçok yerde olduğu gibi turist olduğunuzu anladıkları anda fiyatlar 3 katına çıkıyor.
Yemekler bakımından Moldova mutfağından bir farkı yok. Aslında yumurtamı tavuktan çıktı tavuk mu yumurtadan çıktı gibi bir durum. Şaşlık kebap (şişte et) ve soğanlı mantarlı patates ve jülyen (bol peynirli mantar ya da tavukla yapılan bir tür lazanya) ev yapımı şarap ile her yerde en kolay bulunan yemekler.
McDonalds gibi uluslararası fast food restoranları ve yerel kopyaları burada da gençler ve yeni şeyler denemekten korkan turistlerin uğrak noktası.
Old town tabir edilen şehrin otantik bölgesinde yer alan Stavropoleos Kilisesi, farklı mimari tarzı ve iç avlusu ile büyüyen şehrin ortasında kalmış bir cevher. Old town, restoran, mağaza ve kafeler ile bir anlamda hayatın merkezi. Ancak, birçok yerin fiyatları normal yerel halkın karşılayabileceğinden fazla olmasına karşın havanın güzel olduğu dönemde sokaklara konan masalarda gençlerden pek yer bulmak kolay olmadı.
Devasa ve muhtemelen işlevsiz bir yapı olan Parlamento binasını belli bir bedel karşılığında gezmek mümkün ama binanın büyüklüğünden gözüm korktu ve gezmeye cesaret edemedim.
Patriachal Kadetrali belki de şehrin en çok görülmesi gereken mekânı. Fotoğraf çekmekten hoşlananlara çok güzel imkânlar sunuyor. Parçalı yapısı ve 3’lü kuleleri ile etkileyici bir yapı. Meydanın ortasında yer alması sebebiyle diğer binaların baskısından kurtulmuş.
İkinci Dünya Savaşı ve askeri teknolojiler meraklısı olduğumdan her gittiğim şehirde askeri müzeleri gezmeye özen gösteriyorum. Bükreş’teki National Military Müzesi’nin en ilgi çeken kısmı, özel koleksiyonlardan gelen özel tasarım av tüfekleri ile bahçede sergilenen farklı renklere boyadıkları zırhlı araçlardı.
Şöyle ya da böyle Türkçe konuşan birilerine rastlamak hayatın olağan akışı, mutlaka İstanbul’a gitmiş birileri sizinle iki kelime de olsa bir şeyler konuşmak ve ardından bir şeyler satmak istiyor. Bükreş, Doğu Avrupa’da özellikle turistik amaçla tekrar gitmeyi düşünmediğim bir şehir.