Yorgun ve sinir yıpratıcı uzun bir Cumartesi günü, yatağa yatmış ve uykuyu beklerken aniden aydınlandı beynimde, “AMASYA”… Gece yarısı otobüslerine bakıyorum ve 02.00 hareketli bir boş yer bulabiliyorum kendime… 1 saatten daha kısa bir sürede, işte çantam hazır ve yoldayım.
Sonbahar aylarında hava yağdı yağacak bir gezinti başlıyor elbet sokaklarda… Yeşilırmak kıyısı boyunca bir Yeşilırmak sonbaharıdır hafif üşümeksi… Gezerken cadde boyu nerede kahvaltı yapılabilir düşüncesiyle Gamuşuk diye cadde kenarı kahvemsi bir yere giriyorum. Heyhat işte bu… Alevle yanan bir soba, güzel müzikler ve kadınlı erkekli kahvemsi bir kafe işte burası… Amasya’da içilebilecek bir yudum çayın lezzetinin başka bir yerde bulanacağını sanmıyorum. Gençler ve orta yaşlılar için güzel vakit geçirilecek bir mekân…
Tekrar, geldiğim yönden dönerek başlıyorum artık şehri keşfetmeye; Yeşilırmak için bir güzel dinlence Amasya şehri… Tabii ki ilk durak Kral Kaya Mezarları oluyor, şehre oradan bakmanın heyecanı ile başlıyorum yürümeye… Çıkınca şehir fotoğrafı biraz daha netleşiyor gözümde… Aslında şehri ikiye ayırmak mümkün… Yeşilırmak’ın Kral Kaya Mezar tarafında kalan kısmı, tarihi olan yer… Ünlü konaklar, alışveriş yapabileceğiniz el emeği ürünler, mevsimsel taze köy ürünleri, restoranlar bu kısımda…
M.Ö. 3200 yıllarına kadar dayanan tarihi ile birçok medeniyete ev sahipliği yapmış mezarlarda Pontus krallarının yattığı bilinmektedir. Şehre bakan kısımda 5 adet, vadi içinde ise 18 adet mezar bulunmaktaymış, bilgileri ile iniyorum tekrardan şehre… Şimdiki durak, şehre ilk geldiğimde oldukça merak duygusu uyandıran 2. Bayezid Külliyesi… Planı oldukça ilgi çekici, özellikle şadırvan ve etrafındaki medreselerin güzel bahçesindeki yerleşimlerin beni büyülediği aşikâr… 1485 yapımlı külliyede kurslar ve ibadet hala devam etmekte...
Hadi diğer müzelere geçmeden sokaklara atma vakti kendini, şehirde hareketlilik de fena değil, Macide’ye Amasya hediyeler almalı… Macide’yi tanıştırmak gerek tabii sizlerle… Ben kendisine Eylül diyorum aslında… Eylül’ü sevme sanatımız vardır bizim… Kadim dostuma, gittiğim her şehirden hediye alıp hediye coğrafyası oluşturmak gibi bir amacımız var. Amasya şehri sokaklarında gezerken bir tür Osmanlıcılık oynuyorum. Buradan geçmiştir diyorum şehzadeler, belki şu eve girmiştir, şuna da… Şuradan ırmağa taş atmış olabilir mesela…
Sokakları gezerken karşıma müze ev çıkıyor, Amasya’nın mimarisini yansıtan ve içinde gezdikçe size hayal kurdurtan bir yapı… Hazeranlar Konağı, mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir konak… Uzun yıllar bu konaktan yaşayan Hazeran Hanım’ı kıskanmamak elde değil, beni en çok etkileyen kısmı ise en üst katındaki odası olmuştu. Dış kısmındaki avlusu ile tipik Osmanlı mimarisinin ürünü olan konaktan ayrılmak kolay olmadı tabii ki…
Saat öğle vakitlerine gelmekte ve gezilecek daha çok yer var ama midemden açlık sesleri de yükselmekte… Amasya’nın meşhur birkaç yemeğinden yemeden dönmek de olmaz tabii ki diyerek kendimi ırmak kıyısı bir restorana atıyorum. Gözüme güzel gelen ve aynı zamanda leziz de bulduğum toyga çorbasından ve keşkeği tatmadan dönmeyiniz. Bunun yanında “Amasya Çöreği” ise ayrı biz lezzet… Özellikle sabah fırından yeni çıktığında ırmak kıyısında bir çay bahçesinde ya da Gamuşuk’ta güzel bir çayla güzel bir tat bırakacaktır damağınızda… Artık müzeleri gezme vakti, turizm bürosundan aldığım broşür ile belirlediğim birkaç nokta var. Bu müzeleri gezerken hem şehri birkaç defa daha turlamış olacağımdan dolayı mutluyum. Birkaç tarihi yapı da bunun cabası… İlki Maket Amasya Müzesi… Amasya Şehri’nin maket halini görmek keyifli; nerde ne var, ben neredeyim, nereye nasıl gidiliyor hepsini görebiliyorum. Şehir artık tamamen kafamda, haritalara ihtiyacım kalmadı gibi… Görevliye bir şey danışmak için bakar mısınız diye seslendiğimde komedi başlıyor bu arada…
- Aaaa siz Türk’sünüz?
- : )
- Ben sizi turist sanmıştım, biraz farklı giyinmişsiniz…
- İç turist sayılırım ben de diyerek gülüşüyoruz...
Halime bakıyorum haksız sayılmaz ama daha çok çapulcu bir görüntü… Yıllardır giymekten vazgeçmediğim ve arkadaşlarım arasında konu olan eşofman dahi üstümde… Yolda herkesin bir dönüp bakması belki de bu yüzden : ) İşte o ben…
Sırada Amasya Kent Müzesi var, özellikle mumyaları görmek için sabırsızlanıyorum ve müzeyi mumyalar kısmından gezmeye başlıyorum. Müzede Hitit Tanrısı Teşup ile de tanışıyoruz tabii, memnun oldum efendim ben Gökhan : )
Hemen ileride çok merak uyandıran tarihi yapılardan Gökmedrese var. Adını, içindeki tek renkli yeşil çini süslemeli türbeden alan Gökmedrese’nin ağaç işlemeli büyük kapısı da hayranlık verici… 1266-1267 Amasya Beylerbeyi Emir Seyfeddin Torumtay tarafından yaptırılan bu cami, bir dönem Amasya Müzesi olarak da kullanıldıktan sonra şu an ibadete açık haldedir. Anadolu’da eyvan biçiminde olan tek camidir, özellikle kubbesi mutlaka görülmelidir.
İçeride hayran hayran bir şekilde sessizce gezerken yanıma ürkek bir şekilde 80′li yaşlarda bir amca yaklaşır ve “Evladım Türk müsün?” “Evet, amcam Türküm” diyerek başlar sohbet… Amasya’dan ve biraz evliyalardan söz eder elimi bırakmadan, Ankara’da yaşadığımı duyunca da Hacı Bektaşi Veli’yi anlatmaya koyulur ve Ankara’ya gelirsem beni oraya götürür müsün, misafir eder misin der… Yıllarca Anadolu’da süregelmiş bir alışkanlıktır oysaki misafirperverlik; ben biraz şaşarak elbette derim, numaramı bir kâğıda yazdırır ve geleceğim der… Aradan 8 ay geçti ama hala gelen giden yok…
Amasya’ya gitmeden önce tarihimizde yaşamış böyle ünlü bir tıpçıyı duymamak benim için biraz utandırıcı bir durum… Bu sebeple çokça merak ve biraz da boynum bükük giriyorum. Şerefeddin Sabuncuoğlu’nu tanıyorum önce… Fatih döneminin Amasya’sında doğmuş ve 17 yaşında hekimliğe başlamış bir deha… Tıp alanında bilinen 3 eseri bulunan ve hatta bu eserleri birçok Avrupa ülkesinde ders kitabı olarak okutulan Sabuncuoğlu’nun uzmanlık alanı ise cerrahlıktır. Cerrahi bilgiler içeren ilk Türkçe kaynak kendisine aittir. Kitaplarının önemli bir özelliği ise resimli anlatıma sahip olmasıdır. Sabuncuoğlu hakkında bilgi aldıktan sonra Bimarhane’yi gezerken gördüğüm, kullanmış olduğu tıp araç ve gereçleri zaten bu konuda uzman olduğunu fazlasıyla kanıtlıyor. Ayrıca Bimarhane’de burcunuza ve hastalığınıza uygun müzikler dinleyebiliyorsunuz. O dönemde akıl hastalıkları başta olmak üzere birçok hastalığı müzik ile tedavi etme yöntemleri de uygulamış olması ilgi çekici noktalardan… Mesela doğum günüme göre bana uygun olan müziklerin ıshafan türü eserler olduğunu öğrenmek güzel…
Amasya’da tüm gününüzü dolu dolu dolduracak etkinlikler yapabilirsiniz. Şehzadeler Müzesi, camiler, medreseler, parklar, eski şehir merkezi dolu dolu gezdiklerim ve fotoğrafladıklarım oldu. Bu tüm gün gezinmeler elbette biraz beni yordu ama buna değdiği kesin… Gün artık yavaştan dönüyor ve şehir ışıkları yanmaya başladı bile… Akşamları da şehir ışıkları ile bir başka oluyor Amasya ve Yeşilırmak akmaya devam ediyor ışık oyunlarıyla… Birkaç fotoğraf daha çekip, soba ateşinin hemen yanında notlarımı toparlayarak ve demli bir çay içerek Gamuşuk’ta tamamlamak istiyorum Amasya gezimi…
Mitridat’tan Osmanlı’ya ve günümüze kalma bir şehir, Yeşilırmak sessizleşiyor burada… Şehzadeler hala aramızda gören yok. Bir şişe atıyorum ırmağa Karadeniz’den alırım diye… Yıllardır beni çeken ne vardı buraya hala cevapsızım ama anlıyorum ki mutluyum, mutlu anlar yaşadım elveda Amasya… Aklımda kaldı elbette Borabay Gölü, oraya ayrı zaman ayırmak gerekli, bir gece konaklamak mutlaka, bekle beni…
YAPMADAN DÖNME
- Çakallar’dan şehri seyretmeden
- Çınar ağaçları altında ve ırmak kıyısında oturmadan
- Kral Kaya Mezarları’nı görmeden
- Bimarhane’yi görmeden
- 2. Bayezid Külliyesi’ni gezmeden
- Hazeranlar Konağı’nı görmeden
- Milli Mücadele ve Merkez Amasya müzelerini gezmeden
- Amasya keşkeği, toyga çorbası ve çöreğinden yemeden
- Gökmedrese ve Saraydüzü kışlasını gezmeden dönmeyiniz…